Dolar (USD)
32.40
Euro (EUR)
34.77
Gram Altın
2399.43
BIST 100
10208.65
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

01 Haziran 2014

Kimlik Krizi ve Kültürel Değişim

Modernleşme sürecine girmemizle birlikte toplumsal mahiyette bir kimlik krizi ve kültürel bir değişim yaşadığımız aşikar. Sosyal bilimciler, kimlik krizinin toplumun gerçek bir dönüşüm yaşamasına bağlı olarak mı yoksa zorlama ve siparişlerle mi oluştuğuna dair tezlerini sunuyorlar elbette.

Her iki görüşün savunucuları da düşüncelerine hizmet edecek materyalleri kullanarak tezlerini kabul ettirmeye çalışıyorlar. Bu konuda Osmanı ve Cumhuriyet dönemleri ayrı ayrı inceleneceği gibi Cumhuriyetin ilk dönemi de farklı bir başlık altında tartışılabilir.

Günümüz Türkiye'sinde devam eden -belki de devam ettirilmek istenen- kimlik tartışmasına ve buna paralel götürülen bir kültürel değişimine de işaret ederek süreci bugüne uzatabiliriz. Geçmişte oluşan kimlik sancılarının kimliksizleştirme, tek tipleştirme sonucuna yol açmış olmasının günümüzdeki kimlik krizini besleyen en önemli etken olduğundan da bahsedebiliriz.

Siyasi gündemin yoğun ve hareketli geçtiği bugünlerde kimlik krizi ve kültürel değişimden bahsetmemiz sebepsiz değil tabii. Vuslat Platformu'nun 28-30 Mayıs tarihleri arasında düzenlediği "Kimlik Krizi ve Kültürel Değişim" adlı sempozyum, gözleri bir kez daha modernleşme olgusuyla atağa geçmiş kimlik krizinin sebep ve sonuçlarına çevirdi.

Tek tipleştirici ve ötekileştirici bir sürecin sancılarını uzun zamandır yaşayan toplum olarak kimlik tartışmalarını sonlandıramamış olmamız ve kimliği tanımlayıcı değil ayrıştırıcı bir unsura dönüştürmek isteyenleri mevcudiyeti sempozyumu daha anlamlı kıldı.

Sempozyumda; İslam tarihinde ve günümüz Türkiye'sinde kimlik ve kültür, modernleşme sürecinde değişen kimlik algıları, Cumhuriyet dönemi kimlik tartışmaları, kültürel buhranlar ve yansımalar başlıklarında yapılan panel oturumlarında gazeteci ve akademisyenler alanlarında konuştular. Benim de Türk modernleşmesi ve kadın, başlığı altında sunum yaptığım sempozyumun dikkat çeken bir başka yönü ise dinleyicilerin kimliğiydi.

Kozmopolit bir dinleyici kitlesine sahip sempozyumda akademisyenler, gazeteciler, bürokratlar olduğu gibi organizasyona katılmak için yurtdışından ülkeye gelen çok sayıda gurbetçi vatanadaşımız da bulunuyordu. Eski ve yeni kuşak gurbetçileri birarada görebildiğimiz organizasyonda gurbetçilerimizin ülkemizde yaşanan sorunlara gösterdikleri ilgi çoğu yerli ve yerleşik vatandaşımızdan fazlaydı. Yurtdışında doğan, orada eğitim alan ikinci kuşağın bile dejenere olmadan kimlik ve kültürünü korumayı başarması üstelik Türkiye ile bağının kopmasına izin vermemesi gerçekten de çok anlamlıydı.

Sempozyumun en dikkatli ve ilgili dinleyicileri olan bu insanların üç günlük sempozyum boyunca tüm oturumlara katıldıklarını, notlar aldıklarını, soru ve fikirleriyle katkıda bulunduklarını söylersem sanırım durum anlaşılır. Kendi kimliklerini korumayı başardıkları gibi Türkiye'deki meselelere ilgi duyan, çözüm arayışları içerisine dahil olan bu gurbetçilerimiz aslında biraz da Türkiye'nin 90'lı yılardaki halini anımsatıyordu. 28 Şubat öncesi tüm heyecan ve umutlarıyla STK'larda siyasette var olan gençlerimizi, henüz travma geçirmemiş olan umutlarımızı, asimile olmamış ideallerimizi...

Türkiye'yle göbek bağını kesmemiş, azınlık psikolojisinin savunma mekanizmalarını olumlu bir şekilde kullanan, teşkilatçılıklarını sekteye uğratmamış kişiler olarak bizdeki 90'lı yılların kimliğinin farkında, ideallerini omuzlarında taşıyan insanları gibiydiler!

Belki biraz da 28 Şubat öncesinin düşünsel ve eylemsel zenginliğine duyduğum özlemle olsa gerek çok da eski sayılamayacak bir mazi içerisinde seyahat ettiğim hissine kapıldığımı, duygulandığımı da ilave etmek isterim.

Kapanış konuşmasını yapan Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez'in, ahlak ve adalet vurgulu mesajı toplumsal kutuplaşmalara yol açanlara olduğu gibi din üzerinden saltanat kurma, sömürme heveslilerine de verilmiş güzel bir cevaptı. Toplum olarak dini, ibadet ve ritüellerden ibaretmiş görme meylimize dikkat çektiği gibi insanları siretinden değil suretinden kategorize etme hevesimizi/yanlışımızı bir kez daha hatırlatmış oldu. Bu mesaj, kimlik ve değişim sancıları yaşıyan toplumumuz için anlamlı öğelere sahipti kuşkusuz. Görmez'in sadece şu cümlesi bile genelde İslam dünyası, özelde de bizdeki birçok sorunun temeline işaret ediyordu aslında: "Biz ahlakta değerler hiyerarşisini kaybettik!"