Dolar (USD)
32.42
Euro (EUR)
34.29
Gram Altın
2492.64
BIST 100
9693.46
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

11 Ekim 2021

Kitap Molası XV; Benim Gönlüm Bir Kuştur

Seni öldürmeye gelen sende dirilsin.” Nasıl vazgeçsin öldürmekten? Elleri paslı bir öfkenin soğuk bedeninden bir gönlün sıcak muhabbet ve şefkatine nasıl değsin? Yaşamın anlamını içine sığdıran, şerh eden, dahası insana anlam yükleyen bu söylem en sevdiklerimden… Hayatı adımlarken beni aniden durduran; göğe, toprağa, yağmura selâm verir gibi durduran ve davetine icabet etmem için içime ani bir arzu yerleştiren şiirsel. Bu hafta okuduğum bir romanla yeniden dirildi canımda bu ince davet; “Seni öldürmeye gelen sende dirilsin.

Aşk Kapını Ben Geldim” ve “Hayal Denizi; İbn Arabi’nin İzinde” adlı romanlarıyla tanıdığımız Aydın Hız’ın 2021’de Timaş Yayınları’ndan çıkan ve Bir Ahmet Yesevi romanı olan “Benim Gönlüm Bir Kuştur” adlı eseri latif bir imzayla girdi kapımdan içeri. Aydın Bey’in mutasavvıfları romana uyarlayış tarzına vâkıf olduğum için beklentimi, eserin çıktığını bildiğim andan itibaren yüksek tuttum. 301 sayfalık kitap bej ağırlıklı olmak üzere mavi ve yeşil renklerini ihtiva eden bir kapak tasarımına sahip. Bir atlı, bir kuş ve mektup okuyan bir derviş içerikle ahenk teşkil eden görseller. Üç bölümden oluşan roman, Karahıtay boyuna mensup Aras’ın doğumu ile başlayan, obasını terk ederek Ahmet Yesevî dergâhına sığınışını ve orada geçirdiği süreçleri konu alan bir olay örgüsüyle ilerliyor. Romanın ilk bölümünde yılkı, şaman, höllük, toy, yazlak, otlak, ılgar, kımız, uruk gibi kelime grubuyla karşılaşınca eserin, Orta Asya coğrafyasına ve bilhassa Türk boylarının yaşadığı dönem ruhuna aşina bir atmosfer taşıdığını anlıyor okur. Nitekim kitabın Karahıtaylar ve obanın yaşantısı hakkında bilgi verdiği ilk kısmından, dergâh yaşamının anlatıldığı ikinci bölüme geçildiğinde de kelime kadrosunun canlılığını muhafaza eden bir yapı sergilediği fark ediliyor. Benim Gönlüm Bir Kuştur’un en dikkat çekici özelliklerinden birini geçişler arasındaki bütünlüğün sağlanmasında bulmak mümkün. Dekor değişse de romanın başkahramanlarından Aras’ın gönlüyle bakılan dünya, bu değişimin hızını hissettirmemek adına ciddi bir hassasiyet gösteriyor. Bununla birlikte eserin dergâh yaşantısını konu alan ikinci bölümü okuru dergâh, pir, şeyh, mürit, susma orucu, derviş, tarikat, tasavvuf, hakikat ifadeleri etrafında topluyor. Burada yazarın, kelime örgüsünü oluştururken onlara bir ruh üflemiş olduğunu, adeta can verdiğini belirtmek gerekiyor. Bu canlılığın en büyük nedenlerinden biri dekor tasvirlerinin başarısında karşımıza çıkıyor. Romanın başkahramanı Aras’ın doğumundan demircinin yanında çalışmasına, obasını terk ederek bir handa misafir olmasından Yesi şehrine varan yolları adımlamasına ve dergâhı içselleştirme sürecine kadar çizilen her resim, mükemmel bir canlılıkla kendini inşa ediyor. Okur kendini toprakla meşgul olurken, dar bir odada ot minderinden yapılmış bir yatağın üzerinde, bakır tepsiyle kurulan bir sofranın yanı başında, bozkırda at sırtında bulabiliyor. Aydın Bey bazen okurun zaman, mekân ve olayla arasına girerek gönülden, ayrılıktan, vuslattan, sevgiliden özlü sözler fısıldıyor kulağına ancak mesajını verirken de olay akışı ile bağlantısını muhafaza etmeye muvaffak oluyor;

“Hayatta olan biriyle vedalaşmak daha kolaydır. Üzüldüğünü görürsen, teselli edecek cümleler dökülür dilinden. Bakarsın gözlerine, gözlerinle anlatırsın çaresizliğini. İçindeki yarayı gösterirsin bakışlarınla. Dokunursun, teselli ederken teselli bulursun. Ya ölmüş biriyle nasıl vedalaşır insan? Veda sözlerin bir rüzgâr gibi boşluğa düşer. Sonra gelip senin içine oturur. Gözlerindeki hüznü, içindeki acıyı gösteremez insan. Suskun bir vedanın eşiğinde konuşur sadece. (s. 137)

Eserin bir diğer özelliğini konuşma ve mektuplardan hareketle dönem hakkında ciddi bilgiler sunmasında bulmak mümkün. Bu, bazen boylardaki gelenek/görenekler merkezinde ilerlerken, çocukluğundan başlayarak Hoca Ahmet Yesevî’nin hayat hikâyesi hakkında kapsamlı bilgiler verilmesine gidiyor. Şeyh İbrahim, Arslan Baba, fıkıh âlimi olan Mergâzi, Mansur Ata, Süleyman Hâkim Ata gibi isimler konumu ve hikâyeleri ile karşımıza çıkarılıyor. Olay örgüsündeki kusursuzluğun yanı sıra Oğuz boylarından Kırgızlar, Karahanîler, Hıtaylar, Peçenekler, Karluklar gibi boylara ait önemli detayların paylaşıldığı, dağın bozkır insanındaki yerinin anlatıldığı (s. 159); tasavvuftaki manevî eğitim ve dört kapı (s. 154) sükût orucu (s. 166), nefsin kademeleri (s. 200) gibi inceliklerin sunulduğu bir yapı ile kitabı daha cazip bir noktaya taşıyor. Burada beni özellikle Yesevî ve Mergazi karşılaşmasının etkilediğini söylemek isterim.

Ahmet Yesevî’nin halife tayin ederek bölgelere gönderdiği öğrencilerinden gelen her mektupta kuş motiflerine yer verilmesi ise “Benim Gönlüm Bir Kuştur” un ismi ile uyum teşkil eden bir tutum ortaya koyuyor. Yazarın, romanını kaleme alırken faydalandığı kaynaklar kadar okuduğu tez ve makaleler de onun salt bir kurgudan ibaret olmadığını, kapsamlı bir incelemenin ürünü olduğunu ortaya koyuyor.

Allah inancından uzak bir gencin, obasından uzak kaldığı ve dergâha sığındığı süreçteki muhteşem değişim ve dönüşümünün büyük bir gerçeklikle işlendiği eser, çok boyutlu bir alana hitap ediyor. Pek çok uzağı yakınlaştıran ve bir merkezde toplamaya muktedir olan Yesevi romanını severek okudum. Yolu ak, açık ve aydınlık olsun.

Selam ile.