Kitap Molası XV; Benim Gönlüm Bir Kuştur
“Seni öldürmeye gelen sende
dirilsin.” Nasıl vazgeçsin öldürmekten? Elleri paslı bir öfkenin soğuk
bedeninden bir gönlün sıcak muhabbet ve şefkatine nasıl değsin? Yaşamın
anlamını içine sığdıran, şerh eden, dahası insana anlam yükleyen bu söylem en
sevdiklerimden… Hayatı adımlarken beni
aniden durduran; göğe, toprağa, yağmura selâm verir gibi durduran ve davetine
icabet etmem için içime ani bir arzu yerleştiren şiirsel. Bu hafta okuduğum bir
romanla yeniden dirildi canımda bu ince davet; “Seni öldürmeye gelen sende
dirilsin.”
“Aşk Kapını Ben Geldim” ve “Hayal
Denizi; İbn Arabi’nin İzinde” adlı romanlarıyla tanıdığımız Aydın Hız’ın
2021’de Timaş Yayınları’ndan çıkan ve Bir Ahmet Yesevi romanı olan “Benim Gönlüm Bir Kuştur” adlı eseri
latif bir imzayla girdi kapımdan içeri. Aydın Bey’in mutasavvıfları romana
uyarlayış tarzına vâkıf olduğum için beklentimi, eserin çıktığını bildiğim
andan itibaren yüksek tuttum. 301 sayfalık kitap bej ağırlıklı olmak üzere mavi
ve yeşil renklerini ihtiva eden bir kapak tasarımına sahip. Bir atlı, bir kuş
ve mektup okuyan bir derviş içerikle ahenk teşkil eden görseller. Üç bölümden
oluşan roman, Karahıtay boyuna mensup Aras’ın doğumu ile başlayan, obasını terk
ederek Ahmet Yesevî dergâhına sığınışını ve orada geçirdiği süreçleri konu alan
bir olay örgüsüyle ilerliyor. Romanın ilk bölümünde yılkı, şaman, höllük, toy,
yazlak, otlak, ılgar, kımız, uruk gibi kelime grubuyla karşılaşınca eserin,
Orta Asya coğrafyasına ve bilhassa Türk boylarının yaşadığı dönem ruhuna aşina
bir atmosfer taşıdığını anlıyor okur. Nitekim kitabın Karahıtaylar ve obanın
yaşantısı hakkında bilgi verdiği ilk kısmından, dergâh yaşamının anlatıldığı
ikinci bölüme geçildiğinde de kelime kadrosunun canlılığını muhafaza eden bir
yapı sergilediği fark ediliyor. Benim
Gönlüm Bir Kuştur’un en dikkat çekici özelliklerinden birini geçişler
arasındaki bütünlüğün sağlanmasında bulmak mümkün. Dekor değişse de romanın
başkahramanlarından Aras’ın gönlüyle bakılan dünya, bu değişimin hızını
hissettirmemek adına ciddi bir hassasiyet gösteriyor. Bununla birlikte eserin
dergâh yaşantısını konu alan ikinci bölümü okuru dergâh, pir, şeyh, mürit,
susma orucu, derviş, tarikat, tasavvuf, hakikat ifadeleri etrafında topluyor.
Burada yazarın, kelime örgüsünü oluştururken onlara bir ruh üflemiş olduğunu,
adeta can verdiğini belirtmek gerekiyor. Bu canlılığın en büyük nedenlerinden
biri dekor tasvirlerinin başarısında karşımıza çıkıyor. Romanın başkahramanı
Aras’ın doğumundan demircinin yanında çalışmasına, obasını terk ederek bir
handa misafir olmasından Yesi şehrine varan yolları adımlamasına ve dergâhı
içselleştirme sürecine kadar çizilen her resim, mükemmel bir canlılıkla kendini
inşa ediyor. Okur kendini toprakla meşgul olurken, dar bir odada ot
minderinden yapılmış bir yatağın üzerinde, bakır tepsiyle kurulan bir sofranın
yanı başında, bozkırda at sırtında bulabiliyor. Aydın Bey bazen okurun zaman,
mekân ve olayla arasına girerek gönülden, ayrılıktan, vuslattan, sevgiliden
özlü sözler fısıldıyor kulağına ancak mesajını verirken de olay akışı ile
bağlantısını muhafaza etmeye muvaffak oluyor;
“Hayatta
olan biriyle vedalaşmak daha kolaydır. Üzüldüğünü görürsen, teselli edecek
cümleler dökülür dilinden. Bakarsın gözlerine, gözlerinle anlatırsın
çaresizliğini. İçindeki yarayı gösterirsin bakışlarınla. Dokunursun, teselli
ederken teselli bulursun. Ya ölmüş biriyle nasıl vedalaşır insan? Veda sözlerin
bir rüzgâr gibi boşluğa düşer. Sonra gelip senin içine oturur. Gözlerindeki
hüznü, içindeki acıyı gösteremez insan. Suskun bir vedanın eşiğinde konuşur
sadece. (s. 137)
Eserin bir diğer özelliğini konuşma ve mektuplardan
hareketle dönem hakkında ciddi bilgiler sunmasında bulmak mümkün. Bu, bazen
boylardaki gelenek/görenekler merkezinde ilerlerken, çocukluğundan başlayarak
Hoca Ahmet Yesevî’nin hayat hikâyesi hakkında kapsamlı bilgiler verilmesine gidiyor.
Şeyh İbrahim, Arslan Baba, fıkıh âlimi olan Mergâzi, Mansur Ata, Süleyman Hâkim
Ata gibi isimler konumu ve hikâyeleri ile karşımıza çıkarılıyor. Olay
örgüsündeki kusursuzluğun yanı sıra Oğuz boylarından Kırgızlar, Karahanîler,
Hıtaylar, Peçenekler, Karluklar gibi boylara ait önemli detayların paylaşıldığı,
dağın bozkır insanındaki yerinin anlatıldığı (s. 159); tasavvuftaki manevî
eğitim ve dört kapı (s. 154) sükût orucu (s. 166), nefsin kademeleri (s. 200)
gibi inceliklerin sunulduğu bir yapı ile kitabı daha cazip bir noktaya taşıyor.
Burada beni özellikle Yesevî ve Mergazi karşılaşmasının etkilediğini söylemek
isterim.
Ahmet Yesevî’nin halife tayin ederek bölgelere gönderdiği
öğrencilerinden gelen her mektupta kuş motiflerine yer verilmesi ise “Benim Gönlüm Bir Kuştur” un ismi ile
uyum teşkil eden bir tutum ortaya koyuyor. Yazarın, romanını kaleme alırken
faydalandığı kaynaklar kadar okuduğu tez ve makaleler de onun salt bir kurgudan
ibaret olmadığını, kapsamlı bir incelemenin ürünü olduğunu ortaya koyuyor.
Allah inancından uzak bir gencin, obasından uzak kaldığı ve
dergâha sığındığı süreçteki muhteşem değişim ve dönüşümünün büyük bir
gerçeklikle işlendiği eser, çok boyutlu bir alana hitap ediyor. Pek çok uzağı
yakınlaştıran ve bir merkezde toplamaya muktedir olan Yesevi romanını severek
okudum. Yolu ak, açık ve aydınlık olsun.
Selam ile.