Kitap molası XXXIV; Ağaçların gölgesinde ile bahar sızılı
Ağaçların
Gölgesinde Hülya Günay’ın Mart 2023’te Akıl Fikir yayınlarından çıkan
kitabı. İncecik bir imza ile haneme gönderilen bu el emeği göz nuru, içerik
itibariyle bilmediğim bir alanı ihtiva ettiği için merakımı kamçıladı, uzun
zaman zihnimin diri ve dikkatli dönemlerine eşlik etmek üzere baş ucumda kaldı.
Deneme türünün ağaç çeşitliliği ile süslendiği; yer yer şiirsel ve estetik, zaman
zaman da yalın ve akıcı üsluba derinlikli bir incelemenin ilave edildiği eser
88 sayfa. Kapak, baharı müjdeleyen, pembe tomurcuklarıyla tutunduğu dallara
sıcacık bir ağırlık veren çiçeklerin süslediği ağaç görselinden oluşuyor. Pembe
çiçekleri taşıyan bir dalsa kırık bir edayla yazar ve kitap ismine düşmüş.
Ağaçla kurduğu gönül bağını aktarıyor
kitabının ön sözünde Hülya Hanım. Okuyunca bu anlamlandırmanın içimizdeki
aksini dinliyoruz. Devlet, millet, aile, değişen mevsimleriyle dökülen, sonra
yeniden filizlenen dalları ömrümüzün. Hülasa ön söz okurunu bu ilahi duruşun
sırlarını sorgulamaya, temasa, kökleriyle bağlantı kurmaya davet ediyor.
Eserin “Vakit
Susma Vakti”, “Bir Eylül Telaşındayım”, “Yaprak ve Çocukluk Öykülerimiz” ve
hikâye tadındaki “Harabe ve Lütuf” adını taşıyan ilk denemeleri yazarın hayata
bakışı, çağrışım dünyası, seyir hâli hakkında ipuçları veriyor. Mevcut
denemeler ben’in saraylarını, harabelerini, iklimlerini gezdiriyor. “Sarı Neşe
Ayçiçeği” ile başlayan ve ortancadan mor reyhana, erguvandan ıhlamura,
manolyadan çitlembiğe, menengiç kahvesinden at kestanesine, serviden sedire,
meşeden çam ve çınara devam eden şölen ise bilmiyor olduğumuzun bilgisini
sunuyor. İtiraf etmeliyim ki
anavatanının Kuzey Amerika olduğunu öğrendiğim ay çiçeği hakkındaki mitolojik
rivayetleri okurken de, ortancaların geleneksel Japon halk sanatındaki konumu
hakkında bilgi edinirken de, koklandığında uyku veren ve rayihasını kişi
algısına göre değiştiren, kalbi kuvvetlendiren, Mevlana’nın Mesnevi’sinde
“ilahi sır” ile tecelli edilen reyhanın Roma ve Yunan felsefesindeki anlamına
temas ederken de, İstanbul’un fethinde binlerce ölü Bizans askerinin erguvan
renkli çizmeleri sayesinde fark edildiğini ve bu çiçeğin Bursa’daki önemini
öğrenirken de bitkilerin dünyasına ne kadar yabancı olduğumu fark ettim.
Japonya’nın Kabuki tiyatrosunun müzesindeki tablonun sırrına dokunan morsalkım,
Orta Avrupa tarihinde köylerde yetiştirilen ıhlamurların fazlalığı sebebiyle
mahkemelerin altına kurulduğu ıhlamur ağacı, uzun yıllar sevdiğini bekleten ve
18. yüzyılda Avrupalı saray bahçıvanları tarafından geliştirilen Manolya;
tohumlarının, sakız ve meyvesinin ayrı ayrı faydalarıyla yaraları tedavi eden,
mide ağrılarını dindiren, bıttım sabununun hammaddesi olan Çitlembik, uğruna
savaşlar yapılan, eski çağların devlet geleneğinde kuvvet ve zenginliğin
sembolü olan, tütsüden merheme, saraydan bayrağa pek çok alanda kullanılan ve
kutsal kitapların sevgili ağacı Sedir hayret ve hayranlığımı ziyadeleştirdi.
Eski çağlardan bu yana Tanrı’ya yakınlık algısını öğrendiğim çam ağaçlarını
okuyunca evde çam kozalağı saklayan biri olarak korku duydum. Hülya Hanım’ın
kaleme aldığı bilgi zenginliği içine duygu dünyasından izler eklemesi de
değerliydi.
Ağaçların Gölgesinde’nin
bir diğer önemli özelliği ağaçların Türk ve dünya edebiyatındaki mısralarla
nasıl tezyin edildiğini göstermesi. Bununla birlikte eski Türklerde, Avrupa’da,
Osmanlı’da nasıl önem arz ettiğinin izhar edilmesi. Destanlara, öykülere,
şiirlere, şarkılara, mektuplara mevzu edildiği gösterilen ağaçların edebiyatın
bağrında filizlenirken edebiyatçının dikkatini çekecek bir mecrada tasvir
edilmesi.
Bahar Sızılı
“çileli kadın/günün çamaşırına/astı hayatı (s. 15)”
Burada temas etmek istediğim bir
diğer eser, Selma Erdem Durmuş’un şiir kitabı Bahar Sızılı. Bir
lavanta buketi ile göndermiş göz nurunu bana Selma hanımefendi. Lavanta kokusu
kitaba sinmiş. Gittiğim yollar boyunca rayihasının eşlik ettiği kısa ve öz mısralar
ağırladı beni.
KDY’dan çıkan kitap 95 sayfa ve
“Bahar Annem”, “Çiçekler Sustu D/erken”, “Badem Ağacı”, “Teri Kurumuş Deniz”,
“Yüzünde Bağlar Bozulur”, “Raptiye Sözler” alt başlıklarının taşıdığı altı
bölümden oluşuyor. Selma Hanım “Bahar Annem” ve “Badem Ağacı” bölümlerinin ilk
şiirlerini Haiku adı altında toplamış. Aslında burada kitaba hâkim olan genel
bir yapıdan söz edilebilir. Nitekim bizde Orhan Veli’yi etkileyen haiku,
geleneksel Japon şiir türüdür ve bu, dünyanın en kısa türü sayılmaktadır.
Toplumun genelinin içinde bulunduğu konfor alanı ve kitaplar arasında özellikle
şiirin okuma sıklığı göz önünde bulundurulduğunda kısa mısralarında derin
anlamlar gizleyen çalışmalara çok ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Her ne
kadar “Boşalsın İçimdeki Ağu”, “Kış Yorgunu”, “Hastane”, Camdan Kulelerdik Biz”
gibi birkaç uzun çalışmaya yer verilse de ben kitabın genel olarak bu ihtiyaca
cevap verdiğine inandım. Bahar Sızılı’nın sayfalarına tanıdık
yaraların yakalandığı çizikler bıraktım sık sık: “yâr sandıklarımızdan/yaralandık (s. 38)”
Durmuş’un
tevriyeli okumaya müsait mısralarının bir kısmı bahara, göğe, umuda, kuşların
kanatlarına, ağaç dallarına sürüklüyor bizi. Birkaç sayfa sonrası olduğumuz
yerde durmadığımızı fark ediyoruz. Bazı mısralar yeniden dönüp okutturuyor
kendilerini: “Güz güz/elliğini /Serdi de
gitti (s. 41)”
Kitapta dikkatimi çeken bir diğer
önemli detay “kışı bürünmüş kuş (s.
59)” mısraında olduğu gibi aliterasyonların bulunması.
Her iki arkadaşımın da yolları
açık ve aydınlık olsun.
Selam ile.