Dolar (USD)
32.27
Euro (EUR)
34.65
Gram Altın
2402.05
BIST 100
0
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

17 Ekim 2023

​Kitap molası XXXV; Nil'in Dili Kahire 1992

Okuma ve okuduklarımın bir kısmını kayda alma yolculuğumdan öğrendim ki kendini kıyıda köşede tutan nice sanatkâr, derinliği, birikimi, kelime dizimi ile isim yapmış pek çok yazarın önünde durabiliyor. Sesini ve sözünü ördüğü tevazu kalesinin içine bilinçli bir şekilde hapseden bu sanatkârlardan ancak postacının bir müjde gibi elinde tuttuğu kitap gönderileri vesilesiyle haberdar oluyoruz. Mesut Özünlü Mısır anılarını kaleme aldığı Nil’in Dili Kahire 1992 adlı kitabını yakın zaman önce ince bir imza ile gönderme zahmetinde bulundu.

216 sayfalık eser 1992 yılında Milli Eğitim Bakanlığı’nın bilgi ve görgüyü arttırma amaçlı verdiği Mısır bursuyla Kahire’ye giden yazarın anı ve izlenimlerinden oluşuyor. Kahire Kulesi’nin bulunduğu kapakta su ve yeşil-turuncu ağaç görseli öne çıkıyor. Ön sözden öğrendiğimize göre kitap ilk kez 2000 yılında “Mısır Rüyası, Gördüklerim Düşündüklerim” adıyla yazın dünyasındaki yerini almış. Elimdeki baskı onun, Temmuz 2023’te yayımlanan yeni yorumu… Özgeçmişinden, oldukça yüklü bir tecrübeye sahip olduğunu anladığımız Mesut Özünlü Türkiye’nin Mısırla olan rabıtasına dikkat çektiği ön sözde Türklerin Mısırlılar ve Mısırlıların da Türkler üzerine kaleme aldıkları eserlere tafsilatlı bir şekilde yer veriyor. Bunun yanında Mısır’a gitmenin mutlak bir tevafuka dayanmadığı, Kanal Harekâtı sırasında İngilizlere esir düşen ve üç senesini Kahire’deki esaret kampında geçiren bir dedeye torun olduğu bilgisini paylaşıyor. Kitabın henüz girişindeki bu dikkat çekici detay insan hayatının tecellileri üzerinde uzun uzun düşünmemi sağlıyor. Nil diyarında on buçuk ay kalan yazarın kitabı beş bölümden oluşuyor. Eserin Nil Nehri, Ezher Üniversitesi ve Gize Piramitleri üzerinden Mısır’ı anlatan ve “Genel Bir Bakış” adını alan ilk kısmı, betimleme gücü yüksek cümlelerle karşımıza çıkıyor. Altı çizilecek satırların çokluğu yazarın lirik tespitleriyle göze çarparken Mısır’ın tarihi, coğrafi konumu, bünyesinde taşıdığı millet ve medeniyetler, stratejik durumu, Türkiye ile taşıdığı benzerlikler üzerinden Kahire’ye geçiş yapılıyor. Burada “dünyanın annesi” anlamına geldiğini öğrendiğim Kahire’nin bir kent olarak inşası; Fatimilerden Eyyubîlere, Memlûklulardan Osmanlılara, Fransız işgaline varıncaya dek ticarî, mimarî ve ekonomik alandaki sergüzeşti ve metafizik gücü anlatılıyor.

Eserin “Yolculuk ve Yerleşme” adını taşıyan ve ilk izlenimlerin takip edildiği ikinci kısmında ise Mesut Bey bir roman tadında adım adım yolculuk ettiği güne, duygularına, duygularının en ince katmanlarına götürüyor okurunu. Heyecanından uykusuzluğuna, havaalanındaki bekleyişinden göklerdeki yolculuğuna, mekân değişikliklerinin ruh dünyasındaki yankılarından Kahire’nin kuşbaşı görüntüsüne, Mısır’ın sıcak ikliminden Kahire’nin en geniş meydanı olduğunu öğrendiğim Tahrir (s. 39)’deki seyrine yer veriyor. Cuma ve cumartesi günlerinin Mısır’ın resmî tatili (s. 36), Cüneyh’in oranın para birimi(s. 31), cellabiyeninse erkeklere özgü cübbe tarzında bir kıyafet olduğu(s. 32) akılda kalan bilgilerden… Eserin dikkat çekici detaylarından birini de Mesut Bey’in Mısır günlüğünde ülkesindeki gelişmelere de yer vermesi oluşturuyor; NATO güçleriyle Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Ege Denizi’nde gerçekleştirdiği tatbikat sırasında Amerikan donanmasının fırlattığı füzeyle vurulan beş Türk denizcisinin hayatını kaybettiğini, yirmi askerimizin de yaralandığını o zamanın gözleriyle yeniden izliyoruz.

“Üniversite Günleri” başlığı altındaki üçüncü bölümde ise Özünlü’nün kaldığı yurdu ve karşılaştığı milletleri; Gize Piramitleri’ne, İskenderiye’ye ve Mansûra’ya gerçekleştirdiği geziyi, Kahire Üniversitesi’nde “Cahiliye ile İslâm Dönemi Arasında Yaşamış Şairler” gibi hayli ilginç konular üzerinden takip ettiği dersleri, tanıştığı hocaları, orman okulu manasına gelen “Medresetü’l Orman”daki izlenimlerini takip ediyoruz. Mısır günlüğünü kaleme alırken ülkesi ile gönül bağını devam ettiren yazar o sırada Ümraniye çöplüğünde meydana gelen büyük patlamayı, Uğur Mumcu’nun öldürülmesini, cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın vefatını Mısır televizyonlarından elemle takip etmekte (s. 56) bunun yanı sıra Mısır’da yaşanan büyük depreme tafsilatlarıyla yer vermektedir. Bölümün ve belki de kitabın “bence” en dikkat çekici kısmını pek çoğu yukarı Mısır’dan göç eden balıkçıların yirmi dört saatini Nil üzerinde geçirmeleri, Hilvan’dan İmbaba’ya doğru uzanan kıyılarda balık tutarak geçimlerini sağlamaları ve burada seyyar mahalleler oluşturmaları (s.78) teşkil ediyor. Özünlü bu kısma “Nil’de Yüzen Evler” adını vermiş, hayli şiirsel… Diğer yandan Firavunlar devrine uzanan millî yemek ful (s. 59), Keops, Kefren, Milerinos adını alan üç piramidin bazı Arap kaynaklarında değişim göstermeleri (s. 66), Mısırlıların “asiru’l-gasap” adını verdikleri ve şeker kamışlarından ürettikleri meşrubatları (s. 68) dikkat çeken bilgiler arasında.

Nil’in Dili Kahire’nin dördüncü bölümünde yazarın, Nil’in doğusunda olduğunu öğrendiğimiz Atebe Meydanı’ndaki izlenimlerine, buradan hareketle Mısır’ın müzik zevkine (s. 116), kutsal gün ve gecelerdeki etkinliklerin içeriğine (s. 122-125), tarikat-devlet ilişkisine, İmam Şafii’nin gömülü olduğu eski Kahire’ye ve güney mahallelerine, Mısır’ın Kuran okuyucularına, Kahire’nin en eski alışveriş merkezlerinden biri olan Han-ı Halili’ye ve ruhumuza koyu rayihalar getiren Fişavi Kahvesi’ne, Ezher’e, camilere, yöresel tatlara yolculuk ediyoruz. Mekânları, yapıları, ses ve suretleri derinlemesine işleyen Özünlü okurunu da götürüyor gittiği yerlere… Nihayetinde Kahire Üniversitesi yaz tatiline girdikten sonra Bahriye Vahaları’ndaki El-Kasır kasabasını ziyaret eden yazar vesilesiyle mineral ve madenler ihtiva eden bölgenin Firavunlar devrine uzanan bir kaplıca cenneti olduğunu öğreniyor, evlerin kapılarındaki yazı ve motiflerin ne anlama geldiğini takip imkânı buluyoruz. Buveyti Şehri’nin meydanlarını, çarşı ve pazarlarını gezerken Mısırlılardaki Türk algısını anlamlandırıyoruz. Evlerinin çatısız ve kiremitsiz olduğunu öğrendiğimiz ülkenin tarihine Züveyle Kapısı’yla; zarif süslemeli duvarları, muazzam çinileri, motifleri, yazılarıyla bir sanat mabedi olarak tanıtılan el-Rifai Camii’yle, Selahaddin Kalesi’yle, Sultan Hasan Camii ile dokunuyoruz. Yazarın yüzbinlerce metrekarelik ruh havzası olarak nitelediği Cebbânetü’l Memâlik adlı uçsuz bucaksız mezarlığından geçiyoruz. Kahire’nin güneybatısında yer alan büyük şehir Feyyum’a, oradan da Karun Gölü’ne gidiyoruz. Tahrir Meydanı’nda bulunan ve dünyanın en büyük açık hava müzesi olan Mısır Firavun Müzesi’ni; mumyalarını, heykellerini, lahitlerini, mermerlerini, mücevherlerini, sembollerini, papirüslerini adımlıyoruz. Yazarın müze gezisi sonundaki tespiti ise hayli çarpıcı; “Geçmişin derinliklerinde; günümüz teknolojisinin, henüz sırrını dahi çözemediği bir yığın muamma, binlerce bilinmezlik giziyle dolu şaheser saklıymış (s. 185).”

Son günlerinin ruh hâlini şiir letafetinde paylaşan Özünlü okurunu Mısır’a ve oradaki heyecanına, aşkına, merakına, hüznüne başarıyla taşıyor.