Kitap molası XXXV; Nil'in Dili Kahire 1992
Okuma ve okuduklarımın bir kısmını kayda alma yolculuğumdan
öğrendim ki kendini kıyıda köşede tutan nice sanatkâr, derinliği, birikimi,
kelime dizimi ile isim yapmış pek çok yazarın önünde durabiliyor. Sesini ve
sözünü ördüğü tevazu kalesinin içine bilinçli bir şekilde hapseden bu
sanatkârlardan ancak postacının bir müjde gibi elinde tuttuğu kitap gönderileri
vesilesiyle haberdar oluyoruz. Mesut Özünlü Mısır anılarını kaleme aldığı Nil’in
Dili Kahire 1992 adlı kitabını yakın zaman önce ince bir imza ile
gönderme zahmetinde bulundu.
216 sayfalık eser 1992 yılında Milli Eğitim Bakanlığı’nın
bilgi ve görgüyü arttırma amaçlı verdiği Mısır bursuyla Kahire’ye giden yazarın
anı ve izlenimlerinden oluşuyor. Kahire Kulesi’nin bulunduğu kapakta su ve
yeşil-turuncu ağaç görseli öne çıkıyor. Ön sözden öğrendiğimize göre kitap ilk
kez 2000 yılında “Mısır Rüyası,
Gördüklerim Düşündüklerim” adıyla yazın dünyasındaki yerini almış. Elimdeki
baskı onun, Temmuz 2023’te yayımlanan yeni yorumu… Özgeçmişinden, oldukça yüklü
bir tecrübeye sahip olduğunu anladığımız Mesut Özünlü Türkiye’nin Mısırla olan
rabıtasına dikkat çektiği ön sözde Türklerin Mısırlılar ve Mısırlıların da
Türkler üzerine kaleme aldıkları eserlere tafsilatlı bir şekilde yer veriyor.
Bunun yanında Mısır’a gitmenin mutlak bir tevafuka dayanmadığı, Kanal Harekâtı
sırasında İngilizlere esir düşen ve üç senesini Kahire’deki esaret kampında geçiren
bir dedeye torun olduğu bilgisini paylaşıyor. Kitabın henüz girişindeki bu
dikkat çekici detay insan hayatının tecellileri üzerinde uzun uzun düşünmemi
sağlıyor. Nil diyarında on buçuk ay kalan yazarın kitabı beş bölümden oluşuyor.
Eserin Nil Nehri, Ezher Üniversitesi ve Gize Piramitleri üzerinden Mısır’ı anlatan
ve “Genel Bir Bakış” adını alan ilk kısmı, betimleme gücü yüksek cümlelerle
karşımıza çıkıyor. Altı çizilecek satırların çokluğu yazarın lirik tespitleriyle
göze çarparken Mısır’ın tarihi, coğrafi konumu, bünyesinde taşıdığı millet ve
medeniyetler, stratejik durumu, Türkiye ile taşıdığı benzerlikler üzerinden
Kahire’ye geçiş yapılıyor. Burada “dünyanın annesi” anlamına geldiğini
öğrendiğim Kahire’nin bir kent olarak inşası; Fatimilerden Eyyubîlere,
Memlûklulardan Osmanlılara, Fransız işgaline varıncaya dek ticarî, mimarî ve
ekonomik alandaki sergüzeşti ve metafizik gücü anlatılıyor.
Eserin “Yolculuk ve Yerleşme” adını taşıyan ve ilk
izlenimlerin takip edildiği ikinci kısmında ise Mesut Bey bir roman tadında
adım adım yolculuk ettiği güne, duygularına, duygularının en ince katmanlarına
götürüyor okurunu. Heyecanından uykusuzluğuna, havaalanındaki bekleyişinden
göklerdeki yolculuğuna, mekân değişikliklerinin ruh dünyasındaki yankılarından
Kahire’nin kuşbaşı görüntüsüne, Mısır’ın sıcak ikliminden Kahire’nin en geniş
meydanı olduğunu öğrendiğim Tahrir (s. 39)’deki seyrine yer veriyor. Cuma ve
cumartesi günlerinin Mısır’ın resmî tatili (s. 36), Cüneyh’in oranın para
birimi(s. 31), cellabiyeninse erkeklere özgü cübbe tarzında bir kıyafet
olduğu(s. 32) akılda kalan bilgilerden… Eserin dikkat çekici detaylarından birini
de Mesut Bey’in Mısır günlüğünde ülkesindeki gelişmelere de yer vermesi
oluşturuyor; NATO güçleriyle Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Ege Denizi’nde
gerçekleştirdiği tatbikat sırasında Amerikan donanmasının fırlattığı füzeyle
vurulan beş Türk denizcisinin hayatını kaybettiğini, yirmi askerimizin de
yaralandığını o zamanın gözleriyle yeniden izliyoruz.
“Üniversite Günleri” başlığı altındaki üçüncü bölümde ise
Özünlü’nün kaldığı yurdu ve karşılaştığı milletleri; Gize Piramitleri’ne,
İskenderiye’ye ve Mansûra’ya gerçekleştirdiği geziyi, Kahire Üniversitesi’nde
“Cahiliye ile İslâm Dönemi Arasında Yaşamış Şairler” gibi hayli ilginç konular
üzerinden takip ettiği dersleri, tanıştığı hocaları, orman okulu manasına gelen
“Medresetü’l Orman”daki izlenimlerini takip ediyoruz. Mısır günlüğünü kaleme
alırken ülkesi ile gönül bağını devam ettiren yazar o sırada Ümraniye
çöplüğünde meydana gelen büyük patlamayı, Uğur Mumcu’nun öldürülmesini,
cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın vefatını Mısır televizyonlarından elemle takip
etmekte (s. 56) bunun yanı sıra Mısır’da yaşanan büyük depreme tafsilatlarıyla
yer vermektedir. Bölümün ve belki de kitabın “bence” en dikkat çekici kısmını
pek çoğu yukarı Mısır’dan göç eden balıkçıların yirmi dört saatini Nil üzerinde
geçirmeleri, Hilvan’dan İmbaba’ya doğru uzanan kıyılarda balık tutarak
geçimlerini sağlamaları ve burada seyyar mahalleler oluşturmaları (s.78) teşkil
ediyor. Özünlü bu kısma “Nil’de Yüzen Evler” adını vermiş, hayli şiirsel… Diğer
yandan Firavunlar devrine uzanan millî yemek ful (s. 59), Keops, Kefren,
Milerinos adını alan üç piramidin bazı Arap kaynaklarında değişim göstermeleri
(s. 66), Mısırlıların “asiru’l-gasap” adını verdikleri ve şeker kamışlarından
ürettikleri meşrubatları (s. 68) dikkat çeken bilgiler arasında.
Nil’in Dili Kahire’nin dördüncü bölümünde yazarın, Nil’in
doğusunda olduğunu öğrendiğimiz Atebe Meydanı’ndaki izlenimlerine, buradan
hareketle Mısır’ın müzik zevkine (s. 116), kutsal gün ve gecelerdeki
etkinliklerin içeriğine (s. 122-125), tarikat-devlet ilişkisine, İmam Şafii’nin
gömülü olduğu eski Kahire’ye ve güney mahallelerine, Mısır’ın Kuran
okuyucularına, Kahire’nin en eski alışveriş merkezlerinden biri olan Han-ı
Halili’ye ve ruhumuza koyu rayihalar getiren Fişavi Kahvesi’ne, Ezher’e,
camilere, yöresel tatlara yolculuk ediyoruz. Mekânları, yapıları, ses ve
suretleri derinlemesine işleyen Özünlü okurunu da götürüyor gittiği yerlere…
Nihayetinde Kahire Üniversitesi yaz tatiline girdikten sonra Bahriye
Vahaları’ndaki El-Kasır kasabasını ziyaret eden yazar vesilesiyle mineral ve
madenler ihtiva eden bölgenin Firavunlar devrine uzanan bir kaplıca cenneti
olduğunu öğreniyor, evlerin kapılarındaki yazı ve motiflerin ne anlama
geldiğini takip imkânı buluyoruz. Buveyti Şehri’nin meydanlarını, çarşı ve
pazarlarını gezerken Mısırlılardaki Türk algısını anlamlandırıyoruz. Evlerinin
çatısız ve kiremitsiz olduğunu öğrendiğimiz ülkenin tarihine Züveyle Kapısı’yla;
zarif süslemeli duvarları, muazzam çinileri, motifleri, yazılarıyla bir sanat
mabedi olarak tanıtılan el-Rifai Camii’yle, Selahaddin Kalesi’yle, Sultan Hasan
Camii ile dokunuyoruz. Yazarın yüzbinlerce metrekarelik ruh havzası olarak
nitelediği Cebbânetü’l Memâlik adlı uçsuz bucaksız mezarlığından geçiyoruz. Kahire’nin
güneybatısında yer alan büyük şehir Feyyum’a, oradan da Karun Gölü’ne
gidiyoruz. Tahrir Meydanı’nda bulunan ve dünyanın en büyük açık hava müzesi
olan Mısır Firavun Müzesi’ni; mumyalarını, heykellerini, lahitlerini,
mermerlerini, mücevherlerini, sembollerini, papirüslerini adımlıyoruz. Yazarın
müze gezisi sonundaki tespiti ise hayli çarpıcı; “Geçmişin derinliklerinde; günümüz teknolojisinin, henüz sırrını dahi
çözemediği bir yığın muamma, binlerce bilinmezlik giziyle dolu şaheser
saklıymış (s. 185).”
Son günlerinin ruh hâlini şiir letafetinde paylaşan Özünlü okurunu
Mısır’a ve oradaki heyecanına, aşkına, merakına, hüznüne başarıyla
taşıyor.