Dolar (USD)
32.36
Euro (EUR)
34.65
Gram Altın
2400.12
BIST 100
10171.72
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

24 Aralık 2023

Kitap molası XXXVII; Taşların fısıldadığı

Çiftlerin edebiyatçı oluşları ve dayanışmanın güzide örneğiyle karşımızda duruşları, kâinatın güzel motifleri arasında gıpta duyduğum detaylardan… Öykü kitapları yanında yayın hayatına kazandırdıkları Güfte Edebiyat dergisindeki istikrarlı ilerleyişleri Ayşe Ay ve Veli Ay çiftini özel bir alan içinde değerlendirmemi sağlıyor. Yakın zaman önce çiftin imzalı kitapları ve dergilerin Temmuz-Ağustos ile Eylül-Ekim sayıları tarafıma ulaştı. Söze öykülerini çok beğendiğim Ayşe Ay’ın Taşların Fısıldadığı adlı eseriyle başlamak istedim. Gök mavinin eski evlerin üzerindeki hâkimiyetiyle iç ısıttığı, ev akislerinin kaldırımları ıslatan su birikintisinden konuştuğu nostaljik bir kapak tasarımı ile selamlıyor okurunu kitap. İlk öyküsü “Frekans” su gibi yumuşak bir seslenişin sıcaklığıyla içimizi sarmalıyor. Ayşe Hanım’ın bu ilk öyküsünde bir erkek ben’inden bir kadına olan duygularını anlamlandırması ve okuru dikiş makinası başında beliren kadının yorgun bakışlarının yansıdığı atmosfere taşıması oldukça başarılı görünüyor bana. Bu ilk intibaın ince, uzun, genç edalardan geçerek olgun bir yaşanmışlıkta durması, üstelik bunun süssüz ve doğal cümlelere yaslanarak gerçekleştirilmesi değerli.

Taşların Fısıldadığı’nın sunduğu öyküler sakin, açık bir dil tercihinde duruyor. Her birinin empati yetisi yüksek ve okurun akla gelmeyecek canlılar ve nesneler üzerinden empati kurmasına imkân tanıyor. Örneğin kitabın ikinci öyküsü “Kafeste” kaburgaları kırık bir kızın serüvenini bir kafes kuşu üzerinden tanımlıyor. Her ikisinin de kafese hapsedilen öyküleri onların dünya üzerindeki en büyük ortaklıkları... Nitekim kitabın “Şimdi Biz” adlı öyküsü de “şehirlere ölüm taşıyarak öldürmekten yorulmuş savaş suçlusu kara tren”in bakış açısından sesleniyor “hayatı savaş meydanı olarak gören” komutana. Ayşe Hanım’ın öykülerindeki nesneler kişileştiriliyor böylece; anlatıcı onların gözünden insana bakıyor, “kendi akşamına dalmış şehirlerin” nasıl göründüğünü onların gözünden anlatıyor. Hayatta en çok kazandığı savaşlarda kaybedecek olan adama seslenen ağrılı trenin serzenişiyle öykülerin taşıdığı barış ve insanlık mesajı netlik kazanıyor.

Benim içim en etkili çalışmalarından olan “Neroli” ise portakal çiçeği kokan bir aşkın hikâyesi. Bir anne, bir kız öğrenci, bir coğrafya öğretmeni, selamlar, selama duvar duruşlar, tavan arasında saklanan mektuplar, yaşanmamış bir ömrün tortulaştırdığı ve ciğerde biriktirdiği hıçkırıklar... Bütün bunların istikametinde yürüyen bir üslup zarafeti… Nesnelerin intak sanatı üzerinden konuşturulmasının, duyulmasının, koklanmasının başarılı örneklerinden birini de “Salıncak” isimli öyküsünde sunuyor bize yazar. Burada iki çocuklu ve dul bir hanım olan Nurgül’ün salıncak ipi üzerinden gözlemlenmesi ve ölümünden kendini sorumlu tutan ip’in içselleştirdiği süreç hikâye ediliyor.

Kitaba adını veren “Taşların Fısıldadığı” ise onun onuncu öyküsü. Öyküde hukuk fakültesinden mezun olma noktasındaki bir gencin hatıralarından aktarılıyor onun gözlemleri. Gölge oyunlarının çocuk muhayyilesine yüklediği düşünce ve duygu çeşitliliği üzerinden mahallenin saf Hatice’sine giden hakikatin pencereleri aralanıyor. Bizleri “kalbi rüyada kaybettiği davanın tesiriyle sarsılan” o genç hukukçunun mahallesine götürüyor, çocuk aklıyla seneler içinde anlamlandırdığı ve artık hiçbir mahkemenin çözümleyemeyeceği vicdan çıkmazına...

Ayşe Hanım’ın cümleleri sade ve duru. Belki de cümlelerin kısalığından ötürü kullanılan imgeler okuru yormuyor. Dil kullanımı arı bir ırmağı çağrıştırıyor. Üstelik sanatsal özellikleri son âna dek muhafaza ederek. Ancak genç bir kadının mektup hüviyetine giren “İsimsiz” adlı öyküde “de” ve “ki” ekleri ile birlikte soru eklerinim ayrımında, yazım kurallarında hatalar olduğu fark ediliyor (romanlarda- romanlar da, o anda-oanda, hepsimi, bu senmisin, sende, kocanlada, fenamı, haksızda v.d.) Muhtemelen yazar, liseden sonra okuyamadığı vurgulanan anlatıcıyı daha gerçekçi bir noktaya taşımak için bunu yaptı ancak ben yine de lise seviyesi için abartılı bulduğum bu yanlışlar hususunda yazara küçük bir hatırlatmada bulunmuş olayım. Akabinde gelen “Damat Bey” adlı öykü de “İsimsiz”in tamamlayıcısı. Bir önceki öyküde genç kızın perspektifinden takip ettiğimiz silsileyi annesi üzerinden okuyoruz bu defa. İki farklı başlık altındaki iki ayrı çalışmanın aynı denize akması, hayli sıra dışı…

Kitap ağırlıklı olarak durum öykülerinden oluşuyor. Yazarın izlenimleri, çağrışım dünyasının zenginliği hikâyeleri ucu açık bırakıyor. Örneğin sadece birkaç sayfada anlatılan vapur yolcuğu “Eskide Kalan” adıyla musikinin, resmin, Orhan Veli, Yahya Kemal ve yazıcının sahip olduğu denizin ve şimdinin motiflerini taşıyor okur zihnine.

Taşların Fısıldadığı, uzunca bir mekân öyküsüyle yapıyor kapanışını; terk edildiği hâlde dönülen bir şehrin, his yordamıyla yoklanan binaların, bir terzi dükkânının, bir dikiş makinasının ve bir iç hesaplaşmanın öyküsü; “Yabancı”. İnsanın bir gün terk edeceği hiç bir insanı sevmemesi gerektiğini fısıldıyor.

Kitabı okuduktan hemen sonra, Ayşe hanımın ilk baskısını 2021’de gerçekleştiren Yol Yorgunu isimli eserini elime aldım ve kitapları kronolojik bir sıra takibi yapmadan okumaya başladığımı fark ettim. 168 sayfalık Yol Yorgunu, diğer esere nazaran daha uzun öykülerden oluşuyor. O kadar ki adını aldığı ilk öykü “Yol Yorgunu” onun üçte birlik kısmını ihtiva ediyor ve bu hacimde bir kitaba yedi öykü sığdırılmış. Taşların Fısıldadığı’ndan önce çıkmış olmasına rağmen bu kitabı da onun kadar başarılı bulduğumu söylemek isterim. “Yol Yorgunu” Nihal’in, siyah passatın ve Kerim’in bakış açısını içeren üç boyutlu bir yolculuğun sözcülüğünü yapıyor. Bir aşkın, ikilemin ve kaçışın öyküsünde insanla nesne arasında kurulan rabıta hayli dikkat çekici. Pek çok mesaj taşıyan bu merak uyandırıcı çalışma her şeyin er geç hak ettiğinin yanında yer aldığı üzerinde düşündürüyor. “Pelit Ağacı” ile köyden şehre göçen ve avlusu geniş iki odalı bir haneyi Konya’nın en gözde evlerinden biri hâline dönüştüren Vahit Bey’le Şerife hanımın ibretlik serüveni konu alınıyor. Öykünün ilk yarısında ana karakter olduğu düşünülen azimli ve çalışkan Vahit Bey’in ağırlığı ikinci yarıda yerini vakarıyla, sabrıyla, sükûtuyla Şerife Hanım’a bırakıyor. “Teslime”de zorlu bir çocukluk ve ilk gençlik döneminin ardından mutlu zamanlar yaşayan bir köy kadınının duyguları, “Akrep Kavanozu”nda bir fabrika işçisi olan Gülsemin’in dünyası, duyguları ve eşiğinde durduğu hayat, “Tablo”da ataması gerçekleşen sanatkâr bir ruhun zihniyetlere olan bakışı, “Dönüş” te 67 yaşında geçirdiği kaza sonucu hastane odasında yaşam savaşı veren kadının mücadelesi bilinç akışı tekniğiyle yazılıyor.

Selam ile.