Dolar (USD)
32.49
Euro (EUR)
34.86
Gram Altın
2434.44
BIST 100
9716.77
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

11 Kasım 2020

Kitap tahlili: 'Telgraftan tablete.'

Türkiye’nin kuşaklarını ela alan Telgraftan Tablete eserinin yazarı Evrim Kuran çok başarılı bir çalışmaya imza atmıştır. Kuşaklar arası çatışmalardan benzerliklere, ortak noktalardan ayrılıklara kadar, çağlar arasındaki imkanlardan, çağların birbirine üstünlüğüne kadar incelenen hususlar çok ciddi sosyolojik veriler sunmakla kalmamış, kuşak sosyolojisine dair ilmi ve bilimsel veriler sunmaktadır.

Jenerasyon farkından doğan aykırılıkların oluşturduğu tezat çağlar arasındaki ayrımın dışa vurumunu ifade etmektedir. Buna mukabil ‘‘Bir kuşağın diktiği ağacın gölgesinde öteki kuşaklar serinler’’ derken de aslında çağların içiçe geçişini ve birbirlerini beslediğini ifade etmektedir. Kitabın ana temasına dair İbn-i Haldun’nun Mukaddime’sinde kaleme aldığı şu söz çok değerli: ‘‘geçmişler gelece, suyun suya benzemesinden daha çok benzer’’ gibi bir tespit ortada iken, Marc Bloch: ‘‘İnsanlar babalarından çok yaşadığı çağa benzer’’ derken, çağlar arasındaki insan farklılığına işaret etmektedir. Kuşaklar arasındaki homojen ve heterojen özellikler aslında Şemsi Tebrizi’nin şu tespitiyle bize ufuk çizmektedir: ‘‘Kâinat yek vücut, tek varlıktır. Herşey ve herkes görünmez iplerle birbirine bağlıdır.’’

Evrim Kuran, eserinde kuşakları beş dilimde değerledirirken aslınca her kuşağın bir dönemi izah ettiğini vurgulamaktadır.. Yüzüncü yılına ulaşan Cumhuriyetimizin her yirmi yılda bir, toplam beş kuşak yetiştirdiğini, her kuşağın kendi döneminin siyasal, sosyal, ekonomik, teknolojik… yönünden etkilenerek kuşakların çağa ait bir ‘aidiyet’ etrafında şekillendiğini resmetmektedir. 1925-1944 kuşağını ‘‘Sessiz Kuşak’’ ve bu kuşağı sâdık, otoriteye bağlı, geleneksel olarak değerlendirir. 1945-1964 kuşağını ‘‘BB Kuşağı’’, idealist, güvenli olarak, 1965-1979 kuşağını ‘‘ X Kuşağı’’ şüpheci, parayla motive olan, 1980-1999 kuşağını ‘‘Y Kuşağı’’ olarak aciliyet ihtiyacı yüksek, aileye daha fazla değer veren ve 2000’den sonrasını ‘‘Z Kuşağı’’ olarak değerlendirmiştir. Bütün bu kuşakların telgraf, faks, bilgisayar, mobil, tablet etrafında şekillendiğini ve bu kuşakları bu teknolojik değişim ve dönüşümün insanı olarak gören ve bu aygıtların insan hayatını nasıl şekillendirerek değiştirdiğini vurgulamaktadır.

Çağların kendine has özelliklerine göre kimi çağın insanı tamamen hayattan ve bizatihi kendisinden izole ettiğini, bir diğer çağın insanını merkeze alarak onu aslında kendine bile yabancı kıldığını, bir diğer çağ herşey insan için derken aslında hiçbir şeyin insan için olmadığı şuursuzluğuna insanı ittiğini ifade etmektedir. Bir diğer çağda insan için, herşey var ama aslında hiçbir şey yok moduna insanı hapsederek aslında insanın ne olduğunu ifade ediyormuş gibi görünerek esasında ne olduğuna dair bilinmez bir girdaba yönelttiğini ifade etmektedir.

Yazar, kuşaklar arasındaki aykırılıklardan bahsederken, Anadolu’da ‘‘köylerin, şehirlerin, ağıtlardaki acıların, türküdeki sevdanın ismi değişir; ama bu toprakların hikayesinin değişmeyeceğini’’ belirtirken esasında Anadolu’nun ne denli bir merkez, ne denli insaniyetin ana nüvesine dair bir bileşkeyle şekillendiğinin ipucunu da vermektedir. Elbetteki Anadolu da çağa ve çağın beraberindek getirdiği jenerasyon çeşitliliğine marz kalmış olsa da yazarımıza katılıyorum.

X, Y, Z diye isimlendirilen kuşak karmaşası, kuşak kopukluğu veya kuşaklar arası farklılıkların derinliği her ne kadar âşikar olsa da bana göre Anadolu hâlâ Anadolu’dur ve hep Anadolu olacaktır. Çağa ve çağdaşı olduğumuz dünya milletlerinin aidiyetlerinin benzer olduğu tüketim, haz ve hız çılgınlığının ürünü olan Z kuşağı insanınn Anadolu’yu da Avustralya’daki bir benzerliğe hızla itse de, yine de Anadolu Anadolu olarak kalmak için çırpınacak ve aslına dair umdeleri unutmayacaktır.

Aslında kuşaklar arası geçiş ve kuşakların yaşadığı tecrübeler ne kadar harmanlansa kuşaklar arası geçişin o kadar daha az sancılı olduğunu iafade etmektedir yazar. Mevcut beş kuşağın dönemleri ve bu dönemlerde yaşanan toplumsal olaylar, olayların dönüştürdüğü sosyoloji, sosyolojinin hazırlıksız yakalandığı teknoloji bu sancının ne kadar da acılı olduğu göstermektedir.

Bazı kuşaklar her şartta ayakta kalmayı öğütlese de bunu öğretemiyor; çünkü iletişim ve ilişki ayrımını kuramamak insana ‘‘başarılı olursan mutlu olursun’’ diye tembih ediyor, doğal olarak ‘‘başarılı olursan mutlu olursun’’ bakış açısı hayatın hakikatine dair bir öğreti olmaktan uzak kalıyor.

Kuşaklarımızın en büyük eksikliklerinden biri gençlerimizin hayal kurmayı bilmeyişidir. Bunu elbette nedenlere bağlarız ama çağ, tüketim, haz, hız, insanı üretmekten düşünmekten, hayal kurmaktan uzaklara itiyor. Özellikle tablet çağının çocukları hayal kurmayı, hayaline koşma yolundaki çakıl taşlarını temizlemeyi ve bu uğurda sabretmeyi bilmiyor. Sabra dair bir fikri olmayan bir çağın insanının tabletle imtahanını yaşıyor kuşaklar. Daha doğrusu tablet çağının güzelliklerinden çok, zararlarına maruz kalmanın da önünde duramıyor nesiller ve yeni jenerasyon.

X, Y ve Z kuşağı, özellikle markalarla insanlara duygu hamallığını yaşatıyor. Sahiciliği ortadan kaldırıp, hasbi olmayı, harbi olmayı, kendi olmayı, içli ve hisli olmayı tamamen ortadan kaldırıp, kuşakları kendinden çok, egosunun tatminsiz derin sularına hazırlıksız itiyor.

Kitabın dikkat çektiği bir diğer vurucu husus şu ki, aynı jenerasyonun bireylerinin yaşadığı tezatlık. Dünyanın özellikle de batının çocuklarının asra dair yetkinliklerini tamamlarken, dünyanın geri kalanında özellikle de dünyanın doğusunda çocuklara kıyılıyor oluşu. 2014 Aralık’ında Suriye’deki Atma mülteci kampında fotoğraf sanatçısı Osman Sağırlı’nın fotoğrafını çektiği 4 yaşındaki Hüma’nın makinenın telensini görünce silah sanıp ellerini teslim olur vaziyette kaldırması. İşte dünya ve dünyalı bu çifte standart içinde kuşaklara bu adil olmayan düzeni yaşatıyor oluşu, dünyanın karşı karşıya kaldığı çıkmaza işaret etmektedir.

Telgraftan tablete doğru nesillerin muhatap kaldığı kuşak izahatı gösteriyor ki nesillerin kalbine gitgide simsiyah tohumlar ekilmektedir. Gençlerin ‘‘hayalim yok’’ demesi ne büyük dram, ne dönülmez bir uçurum. Yetişkinlerin kendi gerçekleşmemiş hayallerine yeni kuşakları esir etmeye gayretleri bir diğer garabettir.

Yeni kuşaklar çocukluğa dair çocukça yaşamayı, çocukluğun getirdiği hayatı yaşamayı, ‘‘yaşama gücünün tükenmez hazinesi’’ olan ‘‘sonsuz çocukluğu’’ yaşamayı hak etmektedir. Çocukların çocukluğunu yaşamasıyla kuşaklar olması gerken rayda yürüyecek, istikamet fıtrat üzre olacaktır. ‘‘Kendimizi sevdiğimiz, başkalarını anlamanın kapılarını araladığımız sonsuz okul olan dünyayı’’ yani çocukluğa dair bir ümitle yaşamalı dünyayı.

Aslında yeni nesilleri dürüstlüğün kantininde eğitmeli. Nedir dürüstlüğün kantini, çocukların okul kantininden aldıklarının kaşılığını para kasasına bırakıp, çoğu zaman para üstünü almadan kantinin her zamankinden daha çok ciro yaptığı durumu uygulanabilir kıldığımız zaman, nesiller ‘‘KUŞAK’’ profili yaptırımına maruz kalmayacaktır. İşte bu durumda, hayat olması gereken istikamette yürüyecek, özgür, bir diğerine karşı anlayışlı, hak ettiğinden başka hiçbir şeye tenezzül etmeyecek, dürüstlüğün tüm ilkelerini kendine şiar edineceklerle geleceğe dair yürünebilecektir.