Dolar (USD)
32.47
Euro (EUR)
34.73
Gram Altın
2440.77
BIST 100
9915.62
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

24 Temmuz 2014

Kitap ve Okur

Emekli bir sınıf öğretmeni ziyaretime geldiydi. Kendisinin yıllarca biriktirdiği kitapları ve dergileri olduğunu bunları bir yere bağışlamak için benden kendisine yardımcı olmamı istemişti.

Yaklaşık yirmi yıldır emekli olan bu hocamızın evinde üç binin üzerinde kitap,dergi ve doküman varmış. Sağlığı yerinde olan bu hocamıza kitapları neden elden çıkarmak istediğini sorduğumda şu cevabı almıştım. Güya üniversite okumuş ve belli bir mesleği elinde bulunduran iki çocuğu ona, evde artık kitaplarını istemediği, aradıkları bilgiyi bilgisayar ve internet ortamında bulabileceklerini söylemişlerdi. Hocamız da bu gerekçeyle kitapları bağışlamak istediğini söylemişti.

Bu mevzuya ilşkin ilgimin olduğunu, işin içine kitap girince çok hassalaştığımı ve eğer vaktiniz var ise biraz sohbet etmek istediğimi söylemiştim. Kendisinin vakti çoktu. Konuştuk.. Kitaplardan, dergilerden, gazetelerden, yazarlardan şairlerden bahsettik. Onun bazı anlattıklarını notlarıma ekledim.

Bu hocamız emekli olmadan önce yani vazifeli olduğu zamanlarda çevresinde ideal olarak tanımlanan bir öğretmen tipini temsil ediyordu. Her gün bir gazete alıp köşe yazarlarını okuyor. Öğretmen evinde arkadaşlarıyla bu yazılar ve yazarlar üzerinde değerlendirmelerde bulunuyordu. O zamanki memleketin hal-i pür melali hakkında yorum geliştiriyor ve böylece kanaatlerini beyan ediyordu. Ayrıca her ay abonesi olduğu Tübitak'ın çıkardığı Bilim teknik dergisini alır ve okurdu. Dergideki güzel makaleleri kopya eder, okulda örencileriyle paylaşır, böylelikle eğitim ve öğretimin kalitesini de yükseltiyordu.

Bu hocamıza neden Bilim Teknik diye sormama gerek kalmadan kendisi dergiyle ilgili bazı izahatta bulundu. "Bu dergi, okur kitlesine popüler bilimi eğlenceli bir şekilde vermeyi amaçlayan dergi olduğu için takip ediyordum. Okulda sınıf öğretmeni olmamdan ötürü çocukları da bir tarih öncesine yolculuğa çıkartıyordum. Aslında dergide tarih oyunu gibi bölümler de vardı. Bunlar ders anlatırken farklı kaynakları taramak adına çok iyi geliyordu. Böylelikle dergiden de yardım alıyordum. Özellikle derginin verdiği bilim-çocuk kartları öğrencilere ideal bilgileri vermek, onları yarınlara hazırlamak adına çok zevkliydi. İnsan yaşına başına bakmayıp sırf bu kartları biriktirmek için bile bu dergiyi alır." Diyordu.

Emekli hocamız için kitapları da birer evlat idi. Ama bir tenakuz, bir çelişki vardı ortada. Evlat evladı istemiyordu. Üzüldüm, büzüldüm, çare yoktu. O, her kitabı eline aldığında ne zaman ve nerede aldığını, ilk okuduğunda neler hissettiğini, kitapla ilgili tuttuğu notlardan bahsederken duygulanıyordu. Kelimeler boğazında düğümleniyordu.

Hocamızın hatıralarının canlandığını, duygulu anlar yaşadığını görünce sözü biraz yazar-okur merkezli bir alana çekmek istedim. "Yıllarca okuma yaptınız sizi en çok etkileyen bir kitaptan bahseder misiniz." Diye bir soru sormuştum. Bana "Tüfek, Mikrop ve Çelik" adlı bir kitaptan bahsetti. Kitap hakkında konuştuk. Kaliforniya Üniversitesine Coğrafya ve Fizyoloji profesörü olan Jared Diamond'un 1997'de yazdığı bir kitap. Kitapla ilgili şu bilgileri veriyor hocamız: Kitapta "tüfek, mikrop ve çelik" sırasıyla, tarımla uğraşan toplumların diğerlerini zapt etmesi ve onlara hükmetmesi, sayıca bazen üstün olmamalarına rağmen üstün silahları sayesinde askeri güç elde etmelerine (tüfek); Avrasya kökenli hastalıkların bu hastalıklara karşı bağışıklığı olmayan yerel nüfusu zayıflatıp azaltması ve dolayısıyla üzerilerindeki kontrolü kolaylaştırmasına (mikrop), ve merkezi hükümetin milliyetçiliği ve güçlü askeri birlikleri desteklemesi (çelik), referans içerir. Kitap aynı zamanda coğrafyayı da kullanarak Avrupalıların nasıl üstün bir askeri teknoloji geliştirdiklerini ve Avrupa ve Asyalıların nasıl bazı hastalıklara karşı bağışıklık kazandıklarını, aynı zamanda bu hastalıkların Amerika'daki yerel halkla kurulan ilk iletişimden sonra salgın şeklinde o halkları nasıl harap ettiğini de gösteriyor.

Hocamıza okuduğunuz kitabın çok ilginç olduğunu, eğer duruyorsa ben de onu okumak istediğimi ifade ettim. Fakat merakımı bağışlaması için neden yerel kaynaklardan, yazarlardan beslenmediğini söylemiştim. Kendisi bana itiraz etti. Bilakis yerli kaynaklardan beslendiğini, okuduğu yazarlar içinde Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Refik Halit Karay ve diğerleri demişti. Bunlar arasında daha çok Yaşar Kemal'in dilinin şiirsel olduğunu ve kendisini etkilediğini söylemişti. Şiirsel olarak Yaşar kemal değil de Ahmet Haşim'in yazılarının bu meyanda yazıldığını söyleyip Ahmet Haşim mecrasına neden girmediniz diye bir soru daha sorduğumda hocamız da kendince haklı bir çıkarsamada bulunmuştu. "Ama Ahmet Haşim'in kelimelerini anlamıyoruz. Bu yüzden okuyamıyoruz." Demişti.

Ben, hocamıza birazcık farklı bir misal getirmek için masamda kalın bir İngilizce kitabı kaldırıp gösterdim. Dedim ki bakınız bu kitabın bilmem kaçıncı okuyucusuyum. Bu kitaba başlarken pek fazla içindeki kelimeleri bilmiyordum. Ama sonuna doğru geldiğimde artık kelimelere vakıf bir şekilde kitabı okuyabiliyorum. Etrafımdaki sözlükler bunun bir şahidi demiştim. Siz, kitabı okuduğunuz da siz kelime dağarcığınızı geliştirip iç dünyanızı zenginleştirmek mi yoksa macera peşinde koşmak istiyorsunuz. Ayrıca Yaşar Kemal, ortaokul-lise yıllarımızda bizim için bir şeydi. Ama Üniversite ve sonrasında açıkça bir çeşni alamadığımı belirtmek istiyorum, demiştim.

Hocamızı dinleyip görülen manzarayı da biraz daha tasvire kalkıştığımda karşıma Cumhuriyet ideolojisinin yetiştirdiği bir aydın profili çıkıyordu. O dönemde aydın olmak, kitap okumak, dergiye abone olmak. İyi bir öğretmen olmak, takdir görmek teşekkürle iltifatlanmak güzel bir şey elbetu2026 Bir babanın en iyi öğrencisi evladı değil midir? Ama bu gün kitaplarını kabul etmiyor. Sonrasında okuduğunuz kitapları kabul etmeyen bir nesil. Ya da çok kitap okuyorsunuz ama az yazar çıkaran bir toplum profili var ortada. Sizin bir sonraki nesliniz sizin değerlerinizi kabul etmiyor. Tamam, gelinen çağ belki bunu gerektiriyor. Vizyon bunu gerektiriyor. Ama en azından ekol dediğimiz, misyon değimiz değerler kalmalı değil mi? Yani birileri "Vay Babasının Oğlu!" demeyecek mi?

Son söz. Artık okumalarımızda nicelikten ziyade nitelik aramalıyız.