Dolar (USD)
32.33
Euro (EUR)
34.69
Gram Altın
2392.94
BIST 100
10276.88
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE


Koronadan sonra edebiyat (3)

Onca maceranın ardından edebiyat, yirminci yüzyıl boyunca kendini bilimin bir parçası olmaktan çıkararak bağımsızlığını ilan etmek için çaresizce çırpınıp durdu. Bilimi kendine ram edemediği gibi kendisi de o anaforun içine girdi, onun bir parçası olarak kendine özgü sayısız değerden vazgeçmek zorunda kaldı.

Varılan noktada edebiyatın hem kendini hem de kendine inanmış olanları ve hatta bu kabilden olmak üzere insan ile insana özgü her şeyi kurtarmasının tek bir yolu kalmıştır: Bilimi ikna etmek… Sanki insanlığın bile tek şansı bu gibi görünüyor: Edebiyatın bilimi ikna edemediği her kulvar, her süreç, her bağlam, bilimin insanın altını biraz daha oyması, bilim maharetiyle insana özgü meziyetlerin her gün biraz daha törpülenmesi ve yakın bir gelecekte insanın yerine bilimin yarattığı cyborg benzeri yeni bir yarı insan modelin gelmesi anlamını taşımaktadır. Bunun anlamı ise insanın zahiren ve dış hatlarıyla varlığını sürdürüyor gibi görünmesine karşın içe ve içeriğe özgü sayısız birikimin devre dışı kalması, görmezden gelinmesi hatta büsbütün yok olmasıdır. Bugün, ne yazık ki temsil noktasındaki meslekler içinde insanı bütünüyle ve canlı olarak savunan yalnızca edebiyat kalmıştır.

Modernden postmoderne geçiş biraz da insanın bütünlüğünü yitirerek bilimden belli bazı montajları alması, doğasının parçalanmasıdır. Elbette bilimin Tanrılaştırıldığı ve güncel yaşamı dönüştürdüğü bu süreçte edebiyat da ciddi bir savrulma yaşamış, insandan koparak mekanikleşmiş, temsil noktasında da insan bütünü yerine onun bazı vasıflarını dile getirecek bir noktaya çekilmiştir. Bu vakitten sonra edebiyatın tek çaresi vardır: Bilimi ikna ederek yoluna devam etmek. Diyelim edebiyat bilimi ikna edemedi. O zaman bir uzlaşı arayacak. Her ikisinin katı umdelerinden taviz verdiği ortak bir noktada buluşacaklar. Tıpkı klasik dönemlerde olduğu gibi… Bilgi edebiyatın nesnesine dönüşecek, edebiyat bilgiyi insandan insana, nesilden nesle aktarma görevini üstlenecek. Edebiyat bilimin, bilim edebiyatın varlığını kabul edecek. Sonuçta bilim insanı da bir insan ve onun da duyguları var. Sonuçta laboratuarda ürettikleriyle insanlığın sonunu getirmek ile ona yeni ufuklar açma arasındaki farkı edebiyat fısıldayacak bilim öznesine.

İşte tam da bu süreçte postmodern sürecin yeni bir aşaması, kendini bir virüsle ortaya koydu: Korona. Virüs, önce sokağını elinden aldı insanın. Darbe dönemlerinde bile sokağını elinden almaya çalışanlara direnen, hayatı pahasına sokağı kolluk güçlerine terk etmeyen insanlık, korona sürecinde, kendiliğinden, bile isteye virüslere ve onun gerisindeki zihniyetlere terk etti. Sokaklar artık insanların değil. Sokakların kapısı aralanarak gidilen açık alanlar da. Doğa, dolayısıyla dünya, insanın elinden çekile çekile alındı. Hem de ironik biçimde, bütün darbelerin söylediği “halka rağmen halk için” söylemine koşut biçimde. İyiliğiniz, hayatınız için sokağı terk edin dedi virüsler ve virüslü zihniyetler, iyilikleri için değil hayatlarını korumak için terk etti insanlar. Şimdi artık bunun nereye varacağını sadece süreci üretenler ve yönlendirenler biliyor. Öyle veya böyle, şimdi artık dünya “herkesin” değil; sadece birilerinin olacak; öyle veya böyle güneş, gökyüzü, ay, yıldızlar, bağlar, bahçeler karneye tabi olacak; otoriter, totaliter veya sürecin yeni çıkaracağı siyaset paradigmaları Tanrı’nın doğarken insana hediye ettiği sayısız doğal güzelliğe el koydu. Ve el koyanlar, el koyduklarının kökünü kurutmadan ellerini çekmez.

İslamiyet oku dediği, Kuran zaten kitap anlamına geldiği için başlangıçtan beri zaten mücadele kitaba sahip olanlar ile olmayanlar arasındaydı. Başlangıçtan beri zaten ehl-i kitap ile kitap ehilleri bir tarafta, kitabı olmayanlar öteki tarafta duruyordu ve yine ehl-i kitap ile biricik kitap arasında kıyasıya bir mücadele vardı. Burada belki de tuhaf olan şudur: Kitab’ı olanların kitap okumaması, kitabı olmayanların, ona inanmayanların kitap okuması ve üstelik okuyanların okumayı ortadan kaldırmaya yönelik çabası...

Aynı durum edebiyat için de geçerli. Edebiyata en büyük darbeyi, edebiyat dünyasının üyeleri, edebiyat eleştirmenleri vurdu bu süreçte. Edebiyatı önce insanın muhatabı olmaktan çıkararak parçalamaya tabi tutan, ardından her bir parçayı mekanik ilişkiyle bütüne bağlayan sayısız teori gelişti modernleşme sürecinde. Klasik dönemde insanın insan ile kurduğu ilişkinin aracı olan edebiyat modern dönemde insandan yalıtılarak fazlasıyla eşyayı yakınlaştıran, zumlayan, nesneye yakından bakışın ürünü olarak kendini gösterdi.

Bundan böyle bütünüyle dijital dünyanın bombardımanı altında edebiyat. Zaten ekranla buluştuğu an, güç ve irtifa kaybetmeye başlamıştı. Resimden başlayarak fotoğrafa ve oradan cam ekrana geçişin bütün aşamaları edebiyat ile insan arasındaki bağı koparmanın stratejilerine dönüştü. Haddizatında burada amansız bir yürek göz karşılaşması var. Kaynağını yürekten alan cümleler ile kaynağını gözden alan görüntüler arasındaki kavga biraz da bu. Yürekten başlayan nem kaybı göze vardığında artık tamamen kuruluğun egemenliğine girdi. Varılan noktada, bırakın romantik metinleri, kim natüralist bir romanın bile bir çizgi filmden, bir animasyondan, sosyal medyada her gün karşılaştığımız görüntülerden daha az duygu barındırdığını söyleyebilir ki? Cümlenin yürek ile fıtri bir sözleşmesi var, görüntünün değil ama. Cümlenin kurulduğu yer ile görüntünün otağ kurduğu yer arasında, kalbe uzaklık bakımından bir hayli mesafe ve bu onların insanı etkileme gücünün de varlık sebebi. Sesin görüntüden daha ayartıcı oluşunun asıl sebebi doğrudan yüreğe inmesidir, zihni bile dolaşmadan zihne inmesidir. Bu, anlamını bilmediğimiz ama şetaretine kendimizi kaptırdığımız Kutsal metinlerin neden ve nasıl olup da yüreğimizi içeriden ve dışarıdan yokladığını, bilgisinden yüzde yüz emin olduğumuz halde bir düşüncenin, görüntülerinin bütün uçlarına hakim olduğumuz halde resmin aynı şiddetle yüreğe dokunmasından anlaşılıyor.

Klasik edebiyat büyülenen insanın hayata şarkı söylemesi, modern edebiyat o şarkının yerine bilgi vermeye başlaması, dijital edebiyat ise bilginin kölesi olmasıdır. Burada artık bir bağlanma söz konusudur. Buradan da anlaşıldığı gibi her zihniyet kendi yaşam tarzını, her yaşam tarzı kendi edebiyatını kuruyor, yayıyor, yönlendiriyor. Korona, dijital dünyanın ürünüdür. Dijital sürecin aşamalarından, kırılma noktalarından biridir. Korona sonrası dünya elbette dijitalin buyurduğu biçimde şekillenecek. Yaşam tarzı itibariyle de sanat ve edebiyat anlayışı yönüyle de… Fakat ne olursa olsun yukarıdan insanın kucağına düşen sözü insan tutamamış, yere düşürmüş, edebiyat da büyük bir çatırtıyla yere çakılmış, darmadağın olmuştur. Yeni süreçte bizi bekleyen en büyük felaket belki de “büyünün bozumunun” ağır faturasının “bozulmuş olanın” büyüsüne dönüşmesidir.