Dolar (USD)
32.33
Euro (EUR)
34.69
Gram Altın
2392.94
BIST 100
10276.88
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

03 Haziran 2020

Koronadan Sonra Edebiyat-4

Korona sonrasında nasıl bir dünyada yaşayacağız? Bu soru, birçok başka soruyu da beraberinde getiriyor. Nasıl bir insan? Nasıl bir birey ve devlet anlayışı? Nasıl bir ilişkiler ağı? Nasıl bir sosyal yapı, nasıl bir devlet? Ve bütün bunların ortasında, bütün bunların değişmez öğesi olan nasıl bir değerler sistemi? İnsan son aşamada kıymet hükmü taşıyan en önemli varlık olduğuna göre artık o soruyu da sorabiliriz: Varılan noktada insanın iç dünyası nasıl, hangi değerlerle doldurulacak? İnsanlık, olduğundan daha inançlı, daha akıllı, daha becerikli, daha duygusal mı olacak yoksa daha nobran, daha alık, daha beceriksiz, daha mekanik mi? Geçmişte olduğu ve uzun süre devam ettiği gibi sanat ve edebiyat onun özünün bir parçası olarak mı varlığını sürdürecek yoksa günümüze yaklaştıkça özünden dışarıya yönelen bütün bir estetik oradan kendini büsbütün kopararak dışa ait bir öğe, temas kurulmadığı sürece varlığından haber olunmayacak bir nesneye dönüşerek mi? Olduğundan daha yakından bakış her zaman belli bulanıklıkları ve körlükleri de beraberinde getirir ama yine de meselenin ana hatlarını görmek çok da zor değil. Büyük ve ciddi bir toparlanma olmaz, yeni yollar seçeneğe dönüştürülmez, insanın nesne karşısındaki değer yitimi aynı hızla devam eder ve gökten yere yönelen değerler sistemi bu hızla yere çakılırsa elbette insan özündeki dağılmanın aynını sanat ve edebiyatta da göreceğiz. Modernleşme bütünü parçalayarak insan ile sanatın da içinde bulunduğu değerler sistemi arasında ciddi çatlaklar oluşturdu; postmodernizm o çatlaklardan içeri girip “parçaları” toplayarak genelleştirdi, büyüttü, çoğalttı ve parçaların her birini kutsayıp büsbütün unutturmak suretiyle, montajlar üzerinden “bütünü” gizleye çalıştı; dijital dünya ise değerlerin özünü soğurup onu ruhsuzlaştırarak, hakikatlerinin yerine onun tıpkısı taklitler yerleştirerek bütünü tamamen görünmezleştirmenin hesaplarını yapıyor. Masallar kutsal metinler gibi kanımızda dolaşıyordu, romanlar bilimsel keşifler gibi tenimize dokunuyordu; anlatılar cümleleri yüzümüze kırbaç gibi vuruyor, rastladığı her yere çizikler açarak bizi uyandırmış gibi yaparak tahrip ediyordu. Bunların hepsinde de öyle veya böyle insan ile edebiyat arasında bir temas söz konusuydu. Kiminde cümleler insanı, kiminde insanlar cümleyi yerinden kımıldatarak ortada bir yerde telaki gerçekleşiyordu. Ancak dijital yazılardan püsküren görüntü o kadar ayartıcı, iradeyi öylesine “dondurucu” bir özelliğe sahip ki ne şekilde olursa olsun edebiyata dair şifreler daha görüntü yolculuğuna çıkar çıkmaz varoluşumuzu bulunduğu yere kilitliyor. Üstelik erillik ve dişillik başta olmak üzere bütün karşıtlıklar yok edildiği için “iktidarını yitirmiş insan doğası”nın dij(ş)ital ayartmaya cevap verecek kudreti de çoktan elinden alınmış durumda. Bu artık bir büyülenme, bilgilenme, etkilenme, şoka uğrama değil, kelimenin gerçek anlamıyla esir alınmadır. Çünkü birincilerin neredeyse hepsinde duygusal bir kımıltı söz konusu iken esarette dışarıdan kıskıvrak yakalanmış olmanın, dışarıya açılan gözeneklerin her birinin bile isteye ve profesyonelce tıkanmasının sayısız izdüşümü var.

Dijital dünyada edebiyat, bütün uçları keşfedildiğine inanılan insanın hem bedenine hem de ruhunun bütün köşelerine “susturucu” takılmış güzel görünümlü, oyuncak kisvesi giydirilmiş bir silah olarak yöneliyor. Muhatabının sadece dokunduğu yerini değil, bütün varoluşunu, sadece bedenini değil ruhunu da “donduran”; üstelik postmodern süreçte estetik dokular anesteziyle buluşturulduğundan uyuşturur, dondurur, sertleştirir, odunlaştırır ve kurutup yok ederken her hangi bir acı hissi de oluşturmayan tuhaf bir dijital metinler ağıyla karşılaşacağız bundan böyle. Tıpkı ne vakittir tüketilen fabrik ürünlerin tamamında olduğu gibi, ihtiyaca binaen ve talebe göre arzı yapılan, seri üretime tabi, yazarı belli olmayan, yazarının da okuyucusunu tanımayacağı, amacı sadece üretilen ve tüketilen bir nesne dolaşımı olan yeni bir edebiyat hayatımız olacak. Edebiyat da ruh gibi derinlik yitimine uğradığı için herkesin yazar, herkesin okuyucu, herkesin eleştirmen olduğu yeni bir dünyaya giriyoruz artık sosyal medya üzerinden. Korona bir bakıma, doğadan, şehirden, sokaktan insanı alarak insanla buluşturmak yerine ekranla buluşturmanın ve onun yüzünü mutlak anlamda ekran ile eşleştirmesinin pratik zemini oldu. Hangimizin gözleri ev içi muhatabına bakarken onun gerisindeki ekrana kilitlenmedi ki? Sana gülümsediğini zannettiğin kişinin gerideki insanla kesişen yüzüne şahit olmaktan daha sarsıcı ne vardır?