Dolar (USD)
32.33
Euro (EUR)
34.69
Gram Altın
2392.94
BIST 100
10276.88
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

05 Haziran 2020

Koronadan sonra edebiyat (5)

Bu süreçte dinlenen masallardan, okunan roman ve hikayelerden, söylenen şiirlerden ziyade sosyal medyada yapılan sörflerin çok daha yoğun olduğuna şahitlik yaptık. Kaldı ki birinciler bile ikincilerin imkanlarına tabi olarak varlıklarını sürdürebildi. Çocuklarını ve aile üyelerini dijitalitenin hışmından korumak için kendini yiyip bitiren aileler bile “eba”lar, “weba”lar, yutublar ile zumların kurbanı olmanın yanı sıra sürece eklemlendi, adapte oldu ve cam ile deri bir daha ayrılmamak üzere ahbaba dönüştü.

Bedene ve ruha dair bütün direnç noktalarına panoptikon üzerinden girildiği için, insana yönelen her edebi hamle onu besleyip büyütmenin, geliştirmenin, hayata tutundurmanın, hayatın gramerine yaklaştırmanın aracı olmaktan çıkararak kendisi için hazırlanmış her bir cümlenin ilgili yere, yönlendirildiği konuma giderek orada tam da değişmesi istenen duygu ve davranışların kontrolünü sağlayan kollukçu bir kimliğe büründürüyor. Böylece yaklaşık bir asırdır cam ekranlar üzerinden “ehlileştirilip” küresel çiftliğe uygun hale getirilen insan zaten başlangıçta düşünülen yere, tek tip dünyanın, tek tip inancın, tek tip ahlakın, tek tip yönetim anlayışlarının, tek rengin, tek biçimin izole edilmiş odalarına “hapsedilmiş” oluyor. Çoktan beridir edebi türlerin hepsine dijital elbiseler giydirildi, yüzleri dijital renge büründü, tekdüzeliğe aykırılık taşımasın diye çoğu türün üsluplarına dudak dolgusu yapıldı. Edebiyat da burada artık bütün çağlar boyunca üstlendiği iki temel işlevinden taviz vermek şöyle dursun, burnu kırılarak, vazgeçmek zorunda bırakılıyor: Bireysel anlamda ruhu beslemek ve zenginleştirmek, kalbi yumuşatmak suretiyle kabalıklardan arındırarak insan doğmuşluğu insan olmuşluk ile birleştirmek; toplumsal anlamda ise kolektif kötülüğe meydan okumak… Öyle görülüyor ki dijital çağın korona sonrası aşamasından itibaren artık edebiyat tek tipliliğin en önemli ajanı olarak boy gösterecek ve başlangıç aşamasındaki üretimden başlayarak son aşamadaki tüketime kadarki yolculuğunda tek bir amacı olacak: İnsana özgü her türlü farklılığı zımparalamak, yontmak, insanı hiçbir noktası karanlıkta kalmamış “tamamen” bilinir bir varlığa dönüştürmek. Çünkü ancak tamamen bilinir bir varlık tamamen kontrol altında tutulabilir. Çünkü ancak tamamen bilinir bir varlık; derin yapısı ile yüzey yapısı aynı optik düzlemde birleştirilmiş, gölgesi alınmış, inançtan başlayarak sanat ve edebiyata kadar uzanan sayısız sarmalı kurutularak tamamen şeffaflaşmış bir birey robotlarla ilişki kurabilir, onların halinden anlayabilir, onlar tarafından anlaşılabilir.

Bir zamanlar insanlar yan yana gelince aynı bedenmişçesine, mutlak bir mezcoluşla sarılıyor, tokalaşıyor, öpüşüyor, hasret gideriyor, her karşılaşmada ötekinin gözünün içine bakarak, kendini ötekinin gözünden seyrediyordu. Bu aynı zamanda varoluşunu öteki üzerinden temellendirmek, görüntü alanını ötekinin retina tabakasını da devreye sokarak oluşturmaktı. Modernleşme ilişkileri biraz gevşetti, göz temasını belli bir hesaba kitaba uydurdu. Postmodern sürecin önemli aşamalarından biri olan dijitalite ve ona bağlı korona süreci ise artık yüzü tamamen silikleştirmenin, insan bir kitapsa, kapaksız kitapların silinmiş sayfalarında gezinmenin etkinlik alanına dönüştürdü her karşılaşmayı, her yolculuğu, her ilişkiyi... Tokalaşmanın yasaklandığı, hapşırığın kabalık sayıldığı, el uzatanın elinin havada asılı kaldığı, hapşıranın kaba ilan edilip hemen yanından uzaklaşıldığı yeni bir ilişki biçimi, bu ilişki biçimi taşmasının oluşturduğu yeni bir yaşam tarzı geliyor. Artık güvenlik bir cam korunak olarak bütün dostlukları, bütün arkadaşlıkları, insana dair bütün muhabbeti soğurup alacak. Yaşama içgüdüsü, adam gibi yaşamanın, insanca yaşamanın bütün imkanlarını elinden alacak. Bir anlamda karikatüre dönüşecek hayatlarımız. Sonuna kadar steril, sonuna kadar planlanmış, sonuna kadar kontrollü ve tekdüze bir yaşam alanı bekliyor bundan gayrı bizi. İçinden kader anlayışının, tesadüfün, rastgeleliğin, olduğu gibi davranmanın, doğaya ve doğala dokunmanın tamamen çekilip alındığı, onun yerine öncesi, esnası ve sonrasının planlandığı proje hayatlar vuku bulacak artık.

Ve elbette bir mahremiyet yıkıcısı olarak ortaya çıkan Batı düşüncesi son mahremiyet kalesi olan edebiyatı da görünür kıldığında artık kötülük ile mücadelenin zuladaki araçlarından biri daha yok olmuş olacak. Yok olmak değil belki ama asli işlevini yitirdikten sonra kötülüğe yönelik her hamlesi zehirli ağacın gövdesine vurulan kör bıçaktan hiçbir farkı kalmayacak. Yazık ki böyle olacak. Tanrı’nın cümlesi olan insan cümlenin Tanrısı olmaya soyununca cümle varoluşun hışmına uğradı ne yazık ki. Ne yazık ki cümleler birbirine benzeyerek kendilerini kıymetsizleştirenler cümle insandan öç alıyor bu süreçte.