Dolar (USD)
32.33
Euro (EUR)
34.69
Gram Altın
2392.94
BIST 100
10276.88
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

27 Şubat 2014

KÜÇÜK AĞANIN BÜYÜK YAZARI TARIK BUĞRA

Tarık Buğra'yla ilk olarak ortaokul yıllarında tanışmıştım. Onunla ilk tanışmam zannedersem Osmancık romanıyla oldu. Sonra bu roman senaryolaşarak TRT televizyonunda dizi film olmuştu. Bizleri de ekranlara kilitlemişti. O zamanlar diziyi net izleyebilmek için siyah-beyaz, ahşap kaplamalı televizyonlarımızı bir bu yana, bir o yana çeviriyorduk. Bazen de damın üstüne çıkıp antenleri biraz daha yukarıya kaldırıp, sağa-sola çevirip televizyonu daha doğrusu Osmancık dizisini net izleme telaşındaydık.

Benim için telaş biraz daha farklıydı. Çünkü Daha önce okuduğum romanın kahramanları hayal dünyamdan çıkıp gözümün önünde televizyondan izleyecektim. Televizyonda en çok merak ettiğim bölüm Osman Gazi'nin Şeyh Edebali ile tanışmasıydı. Çünkü romanın dönüm noktasını oluşturan bu bölümde cümleler, kelimeler hafızamdan silinmemişti. Gururu için yaşayan ve bu gururu kişilik arayışına dönüştürmek isteyen bir Osman Gazi vardı. Herkesin onun bu davranışlarına alıştığı sırada Osman Gazi, yazarın deyimiyle Osmancık değişir ve bambaşka bir yön tutmaya başlar. Bu olay tabii ki Şeyh Edebali ile tanışmasından sonra gerçekleşir. Bu Ahi şeyhi Osmancık'ı adeta büyülemişti. İlk karşılaşmaları Domaniç temmuz'unun birinde Sivrikaya'da gerçekleşir. Osmancık ufka dalıp dünyanın çok büyük olduğunu düşünürken yanına gelen Şeyh Edebali, ona çeşitli sözler söyler. Bu sözler ilk başta Osmancık'a bir şey ifade etmez. Ama daha sonra onda bir anlam kazanıyor ve Osmancık'ı değiştiriyordu: "Dünya'yı bize büyük gösteren bizim küçüklüğümüz oğul! Hırsımız, sabırsızlığımız, bencilliğimiz. Önce bu yüzden küçülüyor sonra da Dünya'yı çok büyük görüyoruz, der ve ilave eder: dünya bir ömür için, bir tek insan için büyüktür. Bir soy için değil; bir soyun benimseyeceği, bir soya benimsetilecek bir amaç, bir inanç, bir ülkü için değil!" İşte kitapta geçen bu bölüm ve daha sonra senaryo beni büyülemişti. Bunlarla Osmanlı'nın kuruluş felsefesini anlamış ve idrak etmiştim. Artık nazarımda Osmanlı'nın büyüklüğünü coğrafu00ee olarak değil felsefu00ee olarak da kabul etmiştim.

Osmancık Dizisiyle eskilerin mücerretten müşahhasa giden yol dedikleri bir idraki yaşadım. Osman Gazinin Şeyh Edebali ile tanışması, kendi gururu ve şöhreti için koşan bir gencin İslamu00ee terbiye ve ahlakla mücehhez olması nasıl bir şeydi. Şeyh Edebali kimdi, Osman Gazi kimdi, bu zevatla aramda birkaç metre mesafe kalmıştı. Sanki İstesem televizyonun içine girip onların zaman tüneline girecektim.

Osmancık romanı ve televizyona uyarlanan dizi maceramızdan sonra Tarık Buğra'nın Küçük Ağa romanını okumuştum. Bu romanı okuduğumda Ortaokul yıllarıydı. Kitabı elimde gören bir öğretmenim bana bazı nasihatlerde bulunmuştu. Ona göre romanın ve yazarın dilinin ağır olduğunu, bu romanın çocukları üzüntüye sevk ettiğini söylemişti. Ben, o yaşımda bu hocamızın dünya görüşünün ne olduğunu tahmin edebilmiştim. Çünkü bu hoca bize, küçük çocukların oruç tutamayacaklarını, bunun yaratılış felsefesine aykırı olduğunu söyleyip dururdu.

Bu öğretmenimize inat romanı bitirmiştim. Küçük Ağa ile Birinci Dünya Savaşını, Osmanlı Devleti'nin mağlubiyetini, ordunun dağıtılmasını ve sonrasından gelen düzensizlik, kaosu Tarık Buğra'nın gözüyle okumuş. Yöneticilerin, komutanların tutum ve davranışlarını sorgular hale gelmiştim. Bu nedenle okulda tartıştığımız tarih öğretmenimiz benim diğer öğrencilerden farklı bir şekilde olaya bakış açım açısından şaşırmıştı. Çünkü diğer öğrenciler, hocaya "Türk-Kürt-Arap" ilişkisinin ötesinden bir soru soramıyor. Hoca da "Kürtler yoktur, Araplar da bizi arkadan hançerledi" diyerek soğuk savaş döneminin edebiyatını yapıyordu.

Tarık Buğra, Küçük Ağa romanıyla Kurtuluş Savaşı'na merkezden değil, bir kasabadan baktığı yakın tarihe resmi tarih anlayışının dışına çıkan bir yorum getirmişti. Onun hem kendisinin hem de Nasreddin Hoca'nın da memleketi olan Akşehir'den dünyaya bakışı aslında bizim de dünyaya bakışımızı sabitlemişti.

Akşehir o dönem, cephelere savaşa gidenlerin boşalttığı bir şehir ve geceleri bir mezar sessizliğine bürünen yaslı bir şehir. Ama Akşehir'in Gavur Mahallesi'ndeki Yorgo'nun, Minas'ın meyhanelerinden gelen kahkahalar, naralar, şarkı, gitar ve ud sesleri bu sessizliği delik deşik eder. Aynı manzara Urfa'da, Antep'te, Maraş'ta da öyleydi. Hatta buraları Ermeni çeteleri Fransızlarla işbirliği yaparak işgal etmişti.

Burada en önemli portre Salih karakteridir. O, Arabistan cephesinden Akşehir'e ilk gelenlerdendir. Sağ kolunu, sağ kulağını ve sağ yanağını orada bırakmıştır. Trenden inip evine yönelince Yemen Türküsünün iki mısraı gelip geçer içinden. Ona göre keşke gelmek olmasaydı, böyle yarım yamalak gelmektense...

Onu ilk karşılayan çocukluk arkadaşı Niko'dur. Savaşla birlikte diğer Rum ve Ermeniler gibi Niko da değişmiş. Neden Niko, onu karşılıyor. Çocukluk arkadaşı. Bu arada Niko, Osmanlı değil, Rum olduğunun şuuruna varmış ve tam bir ihanet içinde davasının adamı olmuştur. Salih'e yakınlık göstermesi sadece çocukluk arkadaşlığı değildir. Meyhaneci garsonu sever ama damadını sevdiği gibi değil hesabı. Maksadı onu kendisine bağlamak, çocukluk ve ilk gençlik yıllarında hep kendisinden üstün olan Salih'i ezip böylece ondan intikam almaktır.

Bandın koptuğu nokta tam burasıdır. Rum arkadaş Niko, çocukluk arkadaşı Salih'i giydirir, kuşatır. Salih'in onda gördüğü ilgi ve alaka onu her gece Niko'nun babasının meyhanesine götürecektir. Salih'in mekanı artık camii, mescid değil meyhanedir. Sabahlara kadar içerler. Salih çökmüş ruhunun, yarım kalmış vücudunun tesellisini kökünden kopmakta, inkarda ve arsızlıkta bulunmuştur. Köylülerin gözünde tiksinilen bir soysuzdur. Salih'i cepheden o perişan haliyle dönmüş gören anası, onun şimdiki durumuna daha çok üzülmektediru2026

Salih'in bu durumu karşısında Neden Mehmet Akif Arsoy'un sürgüne gittiğini, neden İskilipli Atıf Efendi'nin idam edildiğini çok iyi anlıyorum. Onlar Salih gibi olmak istemediklerindendir ki sürgün yemişler, bu dünyadan sürgün gitmişler.

Osmanlı'yı Tarık Buğra'yla yorumlamak ne güzel. Merhum yazarımızın vefatının yirminci yıl dönümü. Bizlere; edebi, ahlakı, şeref ve haysiyeti eserleriyle öğreten, Küçük Ağa ve Osmancık'ın yazarı Tarık Buğra'yı bu ölüm yıldönümünde saygıyla anıyoruz. Onun nazarında Osmanlıya bakışımız ve Osmanlı'dan şu dersi aldım.

Vücut yorgun düştüğünde bütün hastalıklarımız ayyuka çıkar. Bu nedenle kendimizi boş yere yormayalım.

* Bu gün Fatih Andı Hocamızı aradım. Kendisiyle Tarık Buğra hakkında konuşacaktım. Kendisi Akşehir'de Tarık Buğra'nın 20. Ölüm yıl dönümünde konuşma yapacakmış. Güzel bir tevafuk.

*Yazımın isim babası Eskader başkanı Mehmet Nuri Yardım Hocamıza teşekkürler. Perşembe günü Timaş'ta Tarık Buğrayı anacaklar.

*Şanlıurfa İl Müftülüğü, Türkiye Yazarlar Birliği ile ortaklaşa "Camideki Hoca Nasreddin hoca" programı yapacak. Programın konuğu şair-yazar Şaban Abak. Peşembe günü saat 15.oo Dergah Camiinde.