Dolar (USD)
32.34
Euro (EUR)
34.80
Gram Altın
2404.06
BIST 100
0
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

26 Ağustos 2019

Küre Isınıyor, Yürekler Yanıyor

Küresel ısınma falan derken kış, yaz, ilkbahar, sonbahar birbirine karıştı. Her ne kadar ağustosun son günlerini yaşıyor olsak da sonbahar bir anda girdi içeri. Yağmur, sel, fırtına derken birçok şehir görülmemiş bir yoğunlukta yağmura teslim oldu. Takvim olmasa yanımızda, tarihi gösterecek her türlü teknoloji uzağımızda olsa hangi mevsimde olduğumuzu bile şaşıracağımız günler yaşıyoruz. Mevsimlerle birlikte aklımız da karışıyor.

Kutuplardaki buzların parça parça eriyip kaybolduğunu görünce dünyanın 40-50 yıl içinde çölleşeceğini söyleyen bilim adamlarına kulak vermek gerekiyor. Elimizden gelen bir şey var mı diye düşünsek bir süre; herhalde cevabımız “yok” olacaktır. Hızla çölleşiyoruz, mevsimler birbirine karışıyor. Yaşam dediğimiz keşmekeş tatsız tuzsuz bir hâl alıyor. Bizleri teslim alan seller bile kurtaramayacak içimizin çölleşmesine.

Sait Faik Abasıyanık o meşhur “Son Kuşlar” hikâyesinde yıllar öncesinden sanki bugünleri görmüş gibi o zamanın çocuklarına seslenir: “Dünya değişiyor dostlarım. Günün birinde gökyüzünde güz mevsiminde artık esmer lekeler göremeyeceksiniz. Günün birinde yol kenarlarında toprak anamızın koyu yeşil saçlarını da göremeyeceksiniz. Bizim için değil ama çocuklar, sizin için kötü olacak. Biz kuşları ve yeşillikleri çok gördük. Sizin için kötü olacak. Benden hikâyesi.”

Büyük yazar elli yılı aşmış bir zamandan seslenir bize. Bugünün ağacını, kuşunu, yazını, baharını görünce o zamanın nasıl bir halde olduğunu bile düşünemez duruma geliyor insan. Sanayi tam anlamıyla gelişmemişken, çevre kirliliği diye bir kavram insanların gündemine oturmamışken Sait Faik gelecek için umutsuz cümleler kurabilmektedir. Acaba büyük usta bugünleri görseydi halimizi anlatmak için nasıl bir öykü yazardı ya da öykü falan yazmayı bırakıp çeker gider miydi bulduğu bir balıkçı kasabasına?

İşin daha vahimi yüzyıllar öncesinden Mevlana’nın sözlerinde karşılar bizi. Mevlana’nın iki meşhur sözü aradan geçen zamanı düşününce günümüz için hiçbir iyi niyet habercisi olmuyor. Mevlana der ki; “Gençlerde saygı, görgü kalmadı, ne olacak bu gençlerin hali?” Aradan geçen zamana bakınca bugünün gençleri için hiçbir söz söylemeye bile gerek kalmıyor. Çünkü söylenen bütün sözler Mevlana’nın yaşadığı dönem düşünülünce boşa sarf edilmiş sözlerden öteye geçmeyecektir. Yaşadığımız hâl-ü pür melâlimize şöyle sağlam bir zihinle dönüp bakınca hiçbir şey söylememenin daha doğru olacağı kanaatine varıyor insan.

Mevlana bir kez daha der ki; “ Yeni şeyler söylemek lazım.” Şimdi Mevlana böyle bir istekle doluysa bizlerin tekrara düşmemesi, aynı yerde dönüp durmaması imkânsız bir noktadadır. Mevlana yeni bir şeyler söylemenin ardına düşmüşse bundan 800 yıl önce, bizim ne gibi bir söz ışığının ardına düşmemiz gerekir, bu da düşünülmesi gereken bir durumdur.

Elbette umut hep yanı başımızda. Yaşadıklarımıza bakınca tutunacak bir dal arayanlar için en büyük imdat eli umutlardır. Dün elden gitmişken, bugünü nasıl olduğunu bile anlamadan yaşıyorken tek umut yarınlarda kalıyor. “Tekrar ayağa kalkmalıyız, direnmeliyiz, var olmak için dik durmalıyız.” gibi ruhu okşayan cümleler kurarak yaşamı kendimiz için daha anlamlı hale getirmeye çalışıyoruz. Eğer bunlar da olmasa nasıl durabilir bir insan ayakta?

Zihnimiz rahat değil. Düşünüyoruz ve düşündükçe içimizin acıdığını hissediyoruz. Buna bile sevinir olduk. Duymak, hissetmek, bir yanımızın ağrısıyla sızlamak böyle eğreti bir çağda duruşumuzu anlamlı kılmak için bir nebze olsun içimize umut oluyor. En azından bir şey yapamazsak da bu gidişâta üzüldüğümüz için, sessiz dualar ettiğimiz için kendimizi ayrıcalıklı görüyoruz. Güler misin ağlar mısın gibi bir durumla karşı karşıyayız.

Şehrin eski sokaklarına doğru gidip, beni kimsenin tanımadığı yerlerde dolaşıp her yanım şehrin havası ile dolana kadar yürümeliyim. Etrafım ne kadar kalabalıksa o kadar çoğalıyor başımdaki duman. Gecekondu semtlerine doğru gitmeliyim. Derme çatma evlerin arasında yırtılmış yerlerime yamalar yapmalıyım.

Ormanlar yanıyor dört bir yanda. Sistemli bir operasyon gibi ciğerlerimiz yanıyor. Nefes almakta zorlanıyoruz. Ayaklarımız iyice gömülüyor küllere. Evler, ağaçlar, kuşlar, böcekler de yitip gidiyor. Küre mi ısınıyor, yürekler mi yanıyor anlamak zor.

Kendimi doğanın koynuna bırakıyorum. Huzur ülkesi gibi sığınıyorum ağaçların gölgesine. İlerisi dağ bayır. Çıkabilir miyim diye bakıyorum. Gözüm kesmiyor. Geriye bakıyorum. Epeyce yol yürümüşüm. Geriye dönmeye de mecâlim kalmadı. Bir tarlanın ortasında ne yana gideceğini kestiremeyen bir adam olarak bir ağacın dibine çöküyorum. Yavaş yavaş ısınıyor ayaklarım. Bu içimi acıtıyor.

Gözlerim kapanmaya başlıyor, bu güzel mi tam kestiremiyorum. Aklımdan geçip duruyor; okul, ev, öğrenciler, kalabalık caddeler, okuduğum kitaplar, bir kadının ölürkenki haykırışı, bir çocuğun annesine feryadı, yanıp giden ağaçlar, yarım kalmış kitaplar, yarım kalmış şiirler…. İyice ısınıyor vücudum.

Beni öpüp uyandıracak bir melek bekliyorum.