Dolar (USD)
32.15
Euro (EUR)
34.91
Gram Altın
2470.76
BIST 100
0
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

27 Haziran 2015

Kürtler neden AK Parti'ye oy vermedi? 2

Burada ALGI ile ilgili zorunlu bir açıklama ihtiyacı doğdu. Çünkü bundan sonra sık sık tekrar edeceğim ve dört tarafı çizili kavramımız olan ALGI belirleyici oluyor. PKK ve medyasının ALGI konusunda çok başarılı oldukları bellidir.

Biliniyor ki vatandaş algıyı daha çok satın alıyor. Zira ALGI için düşünsel bir külfet gerekmiyor. Yani anlama ve anlamanın aşamaları olan kavrama, tahkik etme, mukayese kısacası tefekkür için yorucu bir düşünme ameliyesi gerek. Kaldı ki toplumun kaçta kaçı böyle düşünce ameliyesi ile olaylara, fikirlere yaklaşıyor ve/ya yaklaşabiliyor ki? Yalnız Kürtler değil, büyük oranda dünya böyle. ALGIya kapılma eğitim seviyesi ve muhakeme bilinciyle direkt alakalı bir durumdur.

İşte yıllar önceden gelen bu algı mühendisliği ile başlayan 2008 yılının sonbaharı en büyük duygusal kopuşa neden olacak gelişmelerle doluydu. Dönemin başbakanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın 2009 Mahalli seçimleri için gittiği her ilde tekrarladığı "Tek Vatan, Tek Devlet, Tek Bayrak, Tek Millet" söylemini PKK, DTP ve medyası "Erdoğan hepiniz Türksünüz, Kürt yoktur diyor" diyerek Sayın Erdoğan aleyhinde ciddi bir ALGI oluşturdu. (Aslında PKK ve sempatizanlarının en büyük hedefi Sayın Erdoğan'ı halk nezdinde itibarsızlaştırmaktı/r.) Biz tek milletten ne anlaşılması gerektiğini söylesek de sosyal hadiselerde, ama milliyetçilikle yeni tanışan Kürtler için ALGInın ne demek olduğunu bir kez daha bu sayede gördük. Zira sonraki bütün seçimlerde DTP-BDP-HDP Sayın Erdoğan'ın bu söylemini kullanarak toplumda gittikçe yüz tutan "Erdoğan biz Kürtlerin varlığını inkar ediyor" ALGIsınıpekiştirdi. İşin hazin tarafı Ak Partili Bölge siyasilerinden yine tık yok.

2005 konsepti hem PKK hem devletin derinliklerindeki unsurlar tarafından sabote edilip 2009 Mahalli seçimlerine girildiğinde, BDP'lilerce "Erdoğan Ya sev ya terk et dedi" diyerek yeni bir ALGI OPERASYONU başlatıldı. Oysa 2008 yazında hem asker anneleri hem de öldürülen PKK gençlerinin anneleri Diyarbakır'da buluşup çok önemli mesajlar vermişti. Dolayısıyla Pkk'lilerin oluşturmak istedikleri bu algı kırılabilirdi. Ne var ki gelişen olaylar bu yakınlaşmaya paralel cereyan etmiyordu.

14 Nisan 2009'da PKK en kapsamlı ateşkesi başlatmış, hükümet de buna olumlu baktığını açıklamıştı, Kİ;

16 Nisan 2009, yani Pkk'nin ateşkes kararından sadece 2 gün sonraEmniyet-yargı işbirliği ile sabaha karşı KCK Operasyonu adı altında bölgede KCK Sempatizanı olan, hatta olmayan sivil dinamikler gözaltına alınıp tutuklandı. Bu tutuklamalarda delil diye "telefonunda Kürtçe Şarkı kaydına rastlanmıştır"a varıncaya dek trajikomik gerekçeler türetildi. Daha sonra paralelcilerin "güven kopuşuna hazırlık olması için" başlattıkları bu tutuklamaların barışı sabote eden bir oyun olduğu anlaşılsa da iş işten geçmişti. Bu tutuklamalarla yetinmediler, seçilmiş Belediye Başkanlarını, STK yöneticilerini, öğrencileri, akademisyenleri KCK'lı diye dört duvar arasına tıktılar. Hatta hatta "masum insanlara uyduruk belgelerle gidip KCK'dan tutuklanacağı haberleri uçuruluyor, sonra bu montajlarla hazırladıkları sahte belgeleri! para karşılığında imha ederek sözde KCK ile bağları yok ediliyordu!"

Bir yandan Habur Süreci, öbür yandan KCK süreci Kürtlerin aklını karıştırmıştı. Mardinli bir kanaat önderinin (Mehmet Timurağaoğlu) ifadesiyle "Bizler ne olup bittiğini çok iyi biliyorduk, lakin kurşun ve kelepçe sesleri avazımızdan daha gür çıktığı için bütün söylediklerimiz oluşturulan ALGI için kıymetsiz ve yetersizdi."Bu süreçte bizim gibi düşünenlere hükümet de, hükümete yakın medya adeta kör-sağır-dilsiz kalmış, bölgeyi çapsız ve de dezenformasyonculara bırakmıştı.

KCK süreci beraberinde yeni bir "dil yasağı" sorununu da gündeme taşıdı. KCK'lıların anadilde savunma yapmalarına Paralelci yargı mensupları izin vermeyince ALGI MÜHENDİSLERİ "işte bakın en iyileri AKP diyordunuz o da dil yasağı getiriyor" diyerek "kopuş" için gerekli malzemeyi topluyordu. (Şimdi "iyi ama bu yasakları Ak Parti kaldırdı" dediğinizi duyar gibiyim. Haklısınız, evet, bu yasakları da Ak Parti kaldırdı, lakin ALGIcılar bunu "biz söke söke bu yasağı da kaldırttık" diyerek ikinci kez prim yaptılar.) KCK ile ilgili tartışmalar derin bir uçuruma yol açmıştı. Bu süreç 2010'da zirve yaparak Türkiye'yi maalesef yeniden çatışmalı döneme soktu. Burada bir konuya değinmek istiyorum.

Bingöl'de 7 ilden temsilcilerle gerçekleştirdiğimiz toplantıda genel kanaat şuydu:

"Sorunun bu kerteye gelmemesi için 2005'ten sonra çırpınan biz bölgede yaşayan dindarlara devlet-hükümet tarafından zerre-i miskal kadar imkan tanınmadı. Mesela Habur sürecinde yapılan şenliklere yenilen barışın (Milli Birlik Süreci) yeniden yol alması için başlattığımız girişimleri yine bölge siyasetinde etkili olan Ak Partililer engelledi. Adeta 'bölgede dindarlar ön plana çıkmasın da kan akar ise varsın aksın' diyen bölge siyasetinde söz sahibi olan Ak Partililerdi. (Aslında AKP'li siyasilerdi demek daha doğru olur.) Bağırdık, çağırdık ama önümüze konan bariyerleri aşamadık. Böylece, 'biz çok uğraştık lakin kalın duvarları aşamadık' diyenleri daha iyi anlamış olduk."

Düşünebiliyor musunuz?

Biz dindarlar bu konuda çeşitli eylemsellikler arefesindeyiz, başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan televizyona çıkıp bizleri aldığımız kararlardan dolayı tebrik ediyor, ama Ak Partili siyasetçiler bizim kararlarımızı hayata geçirmemizi engellemek için dönemin valilerini seferber ediyor. Baskılara dayanamayan bizler de planladığımız konularda muvaffak olamadık.

Batman, Bingöl, Diyarbakır'dan görüştüğümüz kanaat önderlerinin "2010'a geldiğimizde Kürtler, 'AKP samimi değil, bir ileri iki geri gidiyor' diyenlerin yarattıkları ALGI ile iyice bunaldılar. Zaten 2009 Mahalli Seçimleri ile birlikte BDP'liler halka 'AKP Bölgeyi bize bıraktığı için bölgede düşük profilli adaylarla seçimlere giriyor' diyerek başka bir ikna ve ALGI oluşturdular. Anlayacağınız bölge siyasetinin en belirleyici unsuru artık ALGI olmuştu. İşin garip tarafı Ak Partili yerel aktörler yaygınlaşan bu algının farkında oldukları halde bu algıyı kırmak için kılını kıpırdatmadılar. Hatta bu konuda çırpınan dindar STK'ları susturmak isteyenler de yine Ak Partili siyasetçilerdi. Bunlar anlamadığımız sebeplerden dolayı! İşi STK'ların çabalarını karartma basitliğine kadar vardırmışlardı" tespitleri aslında her şeyi ortaya sermeye yeterliydi.

Yani özellikle 2008 ve sonrasında ilçe ilçe, köy köy, mahalle mahalle gezerek Ak Parti iktidarını hakaretlerle küçük düşüren, Ak Parti liderini karalayan, 80 yıllık red, inkar ve asimilasyona son veren hükümetin aleyhinde akıl almaz ALGIlar oluşturan DTP-BDP'li siyasilere ve Medya'sına karşı bölge siyasetinde yer alan Ak Partililerin elle tutulur hiçbir aktivitesine şahit olmadık. Böylece halka aşılanan "bölge BDP'ye bırakılıyor" dezenformasyonu Ak Partili yerel siyasetçilerin gözlerinin önünde gün be gün tuttu.

2011 seçim sürecine girildiğinde ise 2009'da başlayan "AKP Bölgeyi BDP'ye bırakıyor" yaygarası tutmuş ve artık hiç kimse Ak Partinin bölgeyi kazanmak istediğine inancı kalmamıştı. Bölgenin pek çok ilinde öyle adaylar gösterilmişti ki bölge insanı "ne oluyoruz? Biz bunu nasıl hak ettik" diye sorgulamaya başlamıştı.

Örneğin Diyarbakır, Diyarbakır "Mürşid Şehir" idi. Diyarbakır'ın siyasi hinterlandının Avrupa Kürtlerini, bölge ülkelerinde yaşayan Kürtleri kapsadığını, nüfuzunun kıtalar aşırı olduğunu biliyoruz. Bunu bilmemize rağmen Ak Parti tarihinin en düşük profilli milletvekili adayları ile seçime start verince bölge insanında var olan "demek doğruymuş, Ak Parti bölgeyi BDP'ye bırakıyor" algısı pekişti. Buna inanan halkın ne yapacağını herkesin anlaması lazımdı. Bu algının hiçbir şekilde doğru olmadığına inanan azınlıktaki bizlerin çabaları ise yalnız kaldığımız için yine sonuç vermemişti. Neticede 2007 seçimlerinde % 42 oy alan Ak Parti, 2011 seçimlerinde oy oranını 10 puan düşürerek % 32'ye düşmüştü de bunun neden ve niçinini sor(uştur)an olmamıştı. Aslında her seçimde ciddi oranda yaşanan oy kaybı hiçbir zaman soruşturulmadı, sadece seçimlerin en MASUMu, ama aynı zamanda genel merkez nezdinde en suçlusu ilan edilen il başkanları görevden alınıyordu o kadar.

Diyarbakır Memur-Sen yetkilisinin ifade ettiği gibi"Ak Parti öncelikle Diyarbakır'ı kaybetmemeyi esas almalıydı. Çünkü diğer bütün şehirlerde yaşayan Kürtlerin gözü kulağı Diyarbakır'dadır. Diyarbakır siyasi duruşu ve tercihi ile nasıl bir tutum geliştirir ise diğer iller de bu tavrı kopy-past yapacak kadar Diyarbakır'ı 'Mürşid Şehir' biliyor. Ama maalesef Ak Partililer bu konuda Diyarbakır'ı kaybetmek için bütün gücüyle seferbermiş gibi bir görüntü verdi."

Aslında yetkililer de bu durumun farkındaydı. Anlaşıldı ki birileri ülkenin geleceğini, bölgenin ve şehrin geleceğini kendi geleceklerine feda etmiş ve bunu başarmak için de her türlü hileyi denemişti. Allah var, bu hileleri de hep tutmuştu. Ne var ki millet artık bu üçüncü sınıf siyasi hilelerden bıkmış, usanmıştı.

Yoksa en basitinden 100 yıllık sorunu baldıran zehrini içerek bitirmeyi göze alan başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan'a destek için de olsa bu şehirde ve çevre illerde onlarca panel, konferans, çalıştay düzenlenemez miydi? Çözüm sürecinin üzerinden 18 ay geçtikten sonra 6 Haziran 2014'te Diyarbakır'da Sayın Ekrem Erdem'in öncülüğündeki Ak Parti Genel Merkez AR-GE Başkanlığı bir çalıştay düzenledi, o kadar.

Teşkilatlar başlığında detayıyla yazacağımız gibi Ak Parti kendi hizmetlerini anlatmadı, anlatamadı. Ak Parti kendisinin aleyhine oluşturulan ALGIYA MANİ OLMAK İÇİN HİÇ BİR ŞEY YAPMADI. Sükut-ikrar ilkesi burada da işledi.

Devamı Çarşamba'yau2026