Dolar (USD)
32.33
Euro (EUR)
34.69
Gram Altın
2392.94
BIST 100
10276.88
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

19 Kasım 2012

Kusursuz sabotaj

AK Parti iktidarının on yılını geride bıraktık. Bu on yıl içerisinde hem AK Parti'de hem de toplumda ciddi değişimleri beraberce yaşadık. Hiç şüphesiz bunların olumlu ve olumsuz boyutlarını akl-ı selim ile ve bir "taraf"tarlık duygusu dışında tartışmak gerekiyor ve bu durum geleceğin Türkiye'sinin inşasında hayati bir öneme sahiptir. Çünkü yaşadığımızı sorunları halledebilme gücümüz bunlara bağlı görünüyor.

AK Parti iktidarının onuncu yılını iki aylık dergi kasım ayı kapak konusu yaptı. Bunlardan birisi Umran, diğeri de Birikim dergisi. İlki İslam, ikincisi de sosyalist hassasiyetli bir dergi olarak aralarındaki bakış açılarının farklarına değinmek doğrusu ilginç olacaktır. Her ikisinde de ortak olarak dile getirilen hususlar var. Bunların başında AK Parti'nin muhalefetsizliği ve ve giderek her şeyibelirleyen tek unsur haline gelmesi, Tayyip Erdoğan haline gelen AK Parti'nin giderek Tek akıl olması, AK Parti'nin devlet-sivil dengesinde biraz daha devlete yaklaşması gibi. Aralarındaki dikkat çekici farklılık, Umran dergisinin çözülme ve değerlerde erime diye gördüğü ve eleştirdiği noktaların, Birikim dergisinde bir tıkanıklık ve açılamama şeklinde okunmasıdır. Birikim dergisi, yeni bir sivil vesayetle Türkiye'nin karşı karşıya olduğunu düşünmektedir. Ancak Birikim dergisi yazarlarının sorun olarak Kürt ve Alevi konularının dışında değindikleri noktaların olmayışı (elbette bunlar halledilmesi gereken sorunlardır), benim için Türkiye solunun tıkanıklığına işaret ediyor. Zaten derginin yazarları da hem kurumsallaşmış anlamda CHP solunun, hem de entelektüel solun tıkanmışlığını dile getiriyorlar. Hatta Zaptçıoğlu'nun, Ak Parti döneminde İslamcıların solun bazı iddialarına sahip çıktığını ve bunun daha kolya bir biçimde yapıldığını dile getirmesi ilginçtir.

Ben aslında bir konu üzerinde yoğunlaşmak istiyorum. Osmanlı'nın son dönemlerinden bu yana sürekli muhalefet koşullarında kendisini ifade etmeye alışmış olan İslamcıların, giderek cılızlaşan sesleri ve AK Parti üzerinden devlete yaslanma posizyonunu benimsemeleri. Bu da onların bir noktadan sonra AK Parti'den bağımsızlaşarak, birincisi, kendi sivil bakış açılarını üret(e)memeleri; ikincisi de, inşai bir dille yeni durumda dünyaya neler önerebilecekleri üzerinde tartışmalar yapmamalarıdır. Burada gittikçe gelişen bir tehlikeye dikkat çekmek gerekiyor. O da yeniden bir takım meseleler üzerinde toplumda oluşan AK Parti ve muhalefeti kutuplaşması ile bunun ardından sivil olması gereken entelektüellerin kendi ideolojik angajmanlarınca bu kutuplardan birinde eleştirel aklı dışarıda bırakarak yer almalarıdır.

Şu anda medyada böyle bir dilin geliştiğini görüyoruz. Bu durum, temsil kabiliyetleri konusundaki tartışmaları dışarıda tuttuğumuzda, AK Parti merkezi ve çeperlerinde İslamcıların bir taraftar pozisyonu almaları, bir müddet sonra devlet aklı, hükümet aklının içselleştirerek, meselelere kendi zaviyesinden bakışı kaybetmek ve resmi görüşe eklemlenmek gibi bir zaafiyet içine düşmeleridir.

Bundan dolayı İslamcı entelektüelleri bekleyen acil görev, önce sivil siyasetin ve eleştirinin içine yeniden dahil olmaktır. Bu da en başta AK Parti iktidarından mesafe alarak bunun üzerine sivil ve eleştirel bir bakışı getirmekten geçmektedir. Şunu belirtmek lazımdır ki, iktidarlar gelip geçicidir. AK Parti de bunun bir istisnası değildir. İslamcılar AK Parti üzerinden bir iktidara yaslanmayı devam ettirirlerse, bu ancak konformizmin imkanlarını üretmeye yarayacak ve bir müddet sonra AK Parti iktidardan gittikten sonra kendi ayakları üzerinde durmakta zorlanacaklardır. Dolayısıyla varlık koşullarını kendi dinamiklerine dayandırmak zorundadırlar. Fakat önemli bir risk ortada durmaktadır. İslamcılar kendilerini var eden dinamiklere değil de, daha kolay olan resmi akıldan yana sürekli pozisyon alırlarsa, bu onların kendi elleriyle kendilerine düzenledikleri bir sabotajdan başka bir şey olmayacaktır.