Dolar (USD)
32.37
Euro (EUR)
34.77
Gram Altın
2392.71
BIST 100
10257.01
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

31 May 2022

MANİ-siz-FESTO

Kafidir üzüldüğümüz.

“Dağlardan indim şehre. Şehir beni üzdü.” Bu bir şarkı sözü müydü? Hatırlayan var mı? Yok sanırım. Zaten şarkı sözü de değil. Yazıya, konuya girerken eğlenceli gireyim istedim.

Çünkü ağır mevzuların kaldıracı oluyor nükte. Biraz neşe hüznün tahterevallisi oluyor, dengemizi buluyoruz.

Kırk katın kırkıncısına çıktım. Fiziki olarak. Şehir ayaklarımın altında kalmıştı. İnsanların baş üstüne koyulmuş gibiydik. Sırtüstünde. Sanki kitleler hamallıktaydı da biz durduk yere yüktük. Ürkmüştüm. İçimden böylesi mimariye küfredesim geldi. Ama küfür bilmem. Öğretmeye değer görmemiş ailem. En baştan yasaklamış inancım. Küfre karşı sert eleştirilerim hep var. Onun yerine böylesi bir mimariye hiçbir zaman inanmayacağıma ant içtim. Bir şehre medeniyet getireceğine dair güvenmeyeceğime... Bu dip dikey mimari yükseklik insana aşağılık hisleri arsızca teklif eden bir tarz. Şahsen yerdelen dediğimiz undergrand hayata yerleştirseydiniz kendinizi. Merdiven altına alt gelirli insancıkları istif eden ve kibirli yaşama isteğinin bir yansıması olarak göğü delik deşik eden bir tarz bizim tarzımız olamaz, olmamalı. Hadi olmuş olan. Yükseğe, yüksek bir konuma veya temsilen aya çıkan insan kendine inse keşke. Bizim kültürümüzde dağa çıkan şehre, halka iner, kendine inerken bir yandan. Zeytin’e, Sina’ya, Hira’ya çıkanlar hep şehre indiler. Düzlükte insani bir sistem kurma çabası içinde olarak… Dağ rüzgarını, has özgürlüğü şehre indirgemeye çalıştılar. Siz şimdi neden böyle yapıyorsunuz? Siz -yoksa- artık emirleri aldığınız başka dağlara mı yaslanıyorsunuz?

Birden Hakkari’ye sinema akademisi söyleşisi-workshopu nedeniyle gittiğimde penceremin ağırladığı görkemli dağı hatırladım. O dağ beni tutup uzandığım yerden çok yükseğe kaldırıyordu. Ertesi gün benim vesilemle sinemasever, sanatsever gençleri kaldırıyordu.

Fiziki yükselişimiz yozlaşmışlığa çakılmayla eşleşmemeli, demeye çalışıyorum yarım saattir. Edebiyat sakince, konuyu konuya tatlılıkla bağlamak da oluyor biraz.

Tamam konuya giriyorum. Buyurun lütfen:

Bence herkesin bir dağı olmalı. Yükseldiği bir düş mekânı. Bir kitap sayfası. Sayfaları… Hayret albümü… Olayları… İnsanları, dostları… Kütüphanesi… Kendini bildiği bir mektebi olmalı.Bir deniz sakinliği. Bir teras kat(en fazla beşinci) belki bir bodrum kat. Fakat illaki düşünce ile yükselişi. İlla ki yürüyüşü içine içine. Ve en dışına. En yukarısına! En, en…

Bir toprak üstü veya karıncaların ayak sesinin duyulabildiği... Fakat muhakkak düşünerek çıkabileceği... Miraç huylu basamakları sakinlikle veya koşar adım bir inip bir çıkabilmesi lazım. Herkesin heyecanlı bir sarplığı, merdivenli bir göğü olmalı.Herkesin bir Sina’sı, Zeytin dağı, bir Hira'sı olmalı şu dünyada...

….

Böyle diye diye inanç dağıma çıktım. İman büyük, en büyük güvense -ki ben öyle olduğunu düşünüyorum- güven dağıma çıktım.

Oradan baktım. Gördüğüm şuydu: Bizim (o bizi biz belirlemiyoruz, siz de olabilirsiniz ve herkes te…) imanımızın yarısı isyan! Hatta yarıdan fazlası... O kadar çok şeye “la/ hayır “ deriz ki geriye sadece Yaratan'a evet demek kalır.

Öyle ilk gördüğümüz filozofa, profesöre, bilim ilim adamına, şeyhe, hacı hocaya tapınmayız. Son gördüğümüze de… Saygıyla yararlanır, sorgularız. Ki eğer bilinçliyseler onlar da öyle ister. Mesela peygamber (sevgimiz selamımız ona) “bir insanım” hatırlatması yapar ve yüceltilmesini onaylamaz. Yüceltilmesine engel olacak açıklamalarda bulunur ve tutumlar sergiler.

Essah bir Tanrı'sı olmayanlar gibi öyle hiçbir kişi ve nesne, neyse ne tanrısallaştırılmaz. Araçlar amaçlaştırılmaz. Yani iman ilkelerimiz aslen bu anlamdadır.

Daha ilk gördüğümüz ideolojide sarsılıp Yaratan'ı, doğal değişmez ilkeleri es geçmeyiz. Toyken karşılaştığımız, gönlümüzü kaptırdığımız ideolojilerde yıllarca öylece durup, onları sorgulamadan tam bir ömür inatla savunmayız. Savunmamalıyız.

Din nefretiyle, ezber bir şımarıklıkla var oluş kaynağımıza küstahlık yapmayız. Yapmamalıyız.

İdeoloji kurucularını peygamber edinmeyiz. Edinmemeliyiz.

Peygamber aklı ve mantığı imanın o tam bilinmeyen sürprizli büyük kapısına çağırır. Allah'la yalnız buluşursun, istersen özleşirsin. İstemezsen özünden kaçabilirsin. Kaçabildigin yere kadar...

Düşündürücü bir Kitap’la sadece teklif eder. İkna etmek ister. Sen bilirsin. Biz biliriz. Keskin birkaç temel kural dışında çok özgür koca bir bahçe gibidir bu yaşam biçimi. Onu daraltan dincilik yapan dar kafalı tiplerin keyfi tutumlarıdır. Hangi din veya ideoloji insan elinde yozlaşmamıştır ki...

Salak, aptal, entelektüel seviyesiz, başı sağa yatmış, burun delikleri balonlar gibi mistisizmle şişmiş, bir yandan kapitalizmi koklayan, içine çekip sarhoş olan, boşluğa bakıp duran ve halkı Hak adına aldatan din tüccarları, din sermayecileri asla bizim inancımızı temsil etmez, edemez!

Hal böyleyken:

Dinin kötü temsillerini bahane kılıp kaynağı safça okumayan, düşünmeyen sürününkaderi kendi gayretsizliğine, yine kötü temsiller bahanesiyle Allah’ı, saf ve temiz Müslümanları ötekileştiren ve kininden geberenlerin de kaderi de kendi kinine, öfkesine gömülsün...

Kâfidir üzüldüğümüz.