Dolar (USD)
32.40
Euro (EUR)
34.76
Gram Altın
2398.69
BIST 100
10208.65
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

18 May 2023

​Merhamet, menfaatten beridir!

Acı, acıya değdiğinde dengini bulur. Acıyı anlamak için onu evvela yaşamak gerekir. Aksi takdirde mesele havanda şu dövmekten öteye gitmez. Nasreddin Hocaya atfedilen ‘Bana damdan düşeni getirin’ hikâyesi, durumu özetler niteliktedir.

Nasreddin Hoca bir yaz gecesi damda yatarken, nasıl olduysa damdan aşağı düşüvermiş. Gürültüye toplanan halk, Hoca’nın başında toplaşıvermiş. Herkes durumla ilgili yorum yapıp, olayın nasıl olduğunu sorgulayıp durunca, yerde yatan ve canı acıyan Hoca, bakmış ki, kimse kendiyle ilgilenmiyor. Düştüğü yerden doğrularak; “Bana damdan düşen birini getirin. Hâlimden ancak o anlar!” Dilimize pelesenk olan “Damdan düşenin halinden, damdan düşen anlar.” sözü de buradan gelmektedir.

Özelde ise on bir şehrimizi, genelde ise bütün ülkeyi etkileyen 6 Şubat tarihli Kahramanmaraş ve Hatay merkezli depremler nedeniyle ortaya çıkan manzara içler acısıydı. Acıyı tarif etmekte dahi zorluk çekiyorduk. Hatta diğer şehirlerden ve dahi yurt dışından arayan dostlarımıza acımızı nasıl anlatabileceğimizi bilemiyorduk. Çünkü yaşanan acı ne anlatılabilecek ne de anlatılınca anlaşılabilecek bir acıydı. Bu yaşıma kadar böyle bir acıya şahit olmamıştım. Hele ki gece art arda yaşanan depremin canlı tanığı olarak, yaşadığım sarsıntıyı kelimelerle ifade etmekte hala zorlanıyorum. Depremin üzerinden üç ay geçmiş olmasına rağmen hala zihnimde ve ruhumda o sarsıntının etkilerini ara ara hissediyorum.

Amacım, burada meseleyi dramatikleştirmek değil, durum tahlilinde bulunmaktır. Yaşanan bu acı sonrasında başta kendi ülkemizin vatandaşları olmak üzere dünyanın dört bir yanından yardımlar deprem bölgelerine ulaştırıldı. Hatta birçok arkadaşımız da deprem bölgesinde gönüllü olarak yardım faaliyetlerinde yer aldı.

Depremin ertesinde ise hayat devam ediyordu ve ülkenin bir seçim gerçeği vardı. Her ne kadar olaya duygusal bakıp gündemin depremden seçime kaydırılmasına ince sitemler edip odak noktasının deprem olması gerektiğini vurgulamaya çalışsak da mevcut gerçekleri yadsımanın imkânsızlığının farkındaydık.

Nihayetinde dünya sadece bizden ibaret değildi. Hayatın gerekliliği kapsamında depremin gölgesinde de olsa Türkiye bir seçime gidiyordu. Bu, demokratik bir ülke olmanın gereğiydi. Bu vesileyle ülke olarak 14 Mayısta sandığa gidildi.

Seçimlerin kazanan ve kaybedenleri muhakkak olur. Ancak seçim, sandıkta olur ve sandığın iradesi tecelli ettikten sonra kazananın bütün ülke olması ümit edilir. Olması gereken de budur. Herkesin oyu önemlidir ve daha da önemlisi eşittir. Hiç kimsenin, bir başkasının fikrine ipotek koyma hakkı da, yetkisi de yoktur. Tek tek oylar ile demokrasinin yasama ve yürütme organları tahsis edilir. Demokrasinin tecellisinde birileri kazanıp birileri kaybetse de nihayetinde kazanan millet ve ülke olmalıdır.

Ancak seçim sonuçlarına bakarak toplumu yaftalamaya çalışmak, ötekileştirip, ayrıştırmak kimsenin hakkı da haddi de değildir. Benden olunca muhteşem, benden değilse bin sitem akla da, ruha da, topluma da zarardır. Meseleyi kin ve öfke boyutuna taşımak apayrı bir hezeyandır.

Seçim sonuçları netleşmeye başlayınca deprem bölgesindeki oy oranlarına bakarak kendinden olmayanın tercih edilmesine, birilerinin gösterdiği tepki kabul edilebilir ve insanlığa yakışır bir durum değildir.

Konu gündemi ziyadesiyle meşgul ettiği için örneklemelerle meseleyi eşelemek yerine insanların yaralarına tuz basmanın yanlışlığının kabul edilebilir bir tarafı olmadığına değinmekle yetinmek istiyorum.

Hepimiz insan olarak zaman zaman öfke patlaması yaşıyoruz. Öfkelendiğimiz zaman fevri çıkışlar yerine sükûnetle davranmak her zaman yerinde bir karar olacaktır.

Söz uçuyor, ancak yazı kalıyor. Sosyal medyada yazılanlar da birilerinin canını acıtıyor. Acıya ortak olmayı beceremeyenler en azından susmalılar. Çünkü acıya ortak olmayı beceremeyenlerin yapabileceği en doğru eylem susmak olur.

İyilikler karşılıksız olunca anlamlı ve kıymetlidir. Bir yara gördüğümüz zaman onu sarmaya çalışmak, birinin derdine derman olmak, insanî olarak en ulvi değerlerimizdendir. Bu değere sahip çıkmak, insan olarak hepimizin görevidir.

Şayet bir iyilik yaptığımız zaman onun karşılığını bekliyorsak iyilik yapmış olmamızın bir anlamı kalmıyor. Bu halimizi de Cemil Meriç ne güzel özetlemiş:

“İyilik yapan, mükâfat beklediği an tefecidir.”

Bir canlıya iyilik yapmak, yürek toprağında büyüyen merhamet adlı filizi sulamaktır. Aksi, Üstadın da dediği gibi tefecilik olur. Allah, kimseyi tefeci olacak kadar acizleştirmesin.

Ayrıca, Rabbim kimseye o depremler gibi bir acı yaşatmasın. Biz yaşadık, başkaları yaşamasın.