Dolar (USD)
32.34
Euro (EUR)
34.74
Gram Altın
2454.33
BIST 100
10218.58
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

10 Şubat 2022

Merhametten maraz...

İnsan, hasletlerinden (kişinin yaradılışından gelen özelliği, huyu) müteşekkil bir varlıktır. İyi ve kötü davranışların geneli insan ruhunda paket bir şekilde bulunmaktadır. Ruhun aynası olan zihin dış dünyaya hangi hasleti yansıtırsa insan o yönüyle tanınır. İyiliğin de kötülüğün de kaynağı insanın kendisidir. Hangisini dışa vuracağına ise iradesi ile karar verir. İrade sahibi olduğumuz için de diğer varlıklardan üstün olarak yaratıldık ve bununla beraber de imtihansal sorumluluğu yüklendik. Her ne kadar bazılarımız bu gerçeği inkâr etmeye kalkışsa da hakikatin sorumluluğundan kurtulmuş olmaz.

Doğumun hakikatine inandığımız gibi ölümün de hakikatine inanırız, lakin bu dünyada ise hiç ölmeyecekmiş gibi yaşarız. Dünyaya çivi çakıp ebedi kalacağımızı düşünerek yapıp ettiklerimizden hesaba çekileceğimizi unutur olduk. Maalesef ki, unutkanlık sorgu hakikatinin karşısında geçerli bir mazeret değildir. Öğrenci sınava çalışmayıp sınavı unuttuğunu iddia ederse o sınavdan muaf olamayacağı gibi bu imtihan dünyasının sorumluluklarından da unutkanlık bahanesiyle kurtulmamız mümkün değildir.

İnsanların hasletlerinden yani diğer anlamıyla huylarından yola çıkarak şu kısa ömrümüzde başımıza gelenlerin yapıp ettiklerimizden dolayı olduğunu biliriz. Çünkü insan hayattaki tercihlerini kendi iradesiyle seçer. Tabi köle değilse… Genel olarak kimse yaptığı şeyi bir başkasının zoruyla yaptığını iddia edemez.

Ruhunda var olan iyiliği de kötülüğü de insan, düşünce aynasıyla dışarıya yani topluma yansıtır. Bu ayna da onun iyi veya kötü biri olduğuna karar vermemizde bizim için bir ölçüt olur. Hepimiz Pamuk Prenses hikâyesindeki cadının sihirli olan aynaya sorduğu soruyu hatırlarız. Aslında işin sihri de büyüsü de aynada değil, kalbimizde ve zihnimizdedir. Güzel veya çirkin, doğru veya yanlış olduğumuzu gördüğümüz ayna aslında bizim kalbimiz ve düşüncelerimizdir. İnsan nasıl biri olduğunu görmek istiyorsa kendi zihnine ve kalbine baksın. Kendi gerçeğini orada muhakkak bulacaktır. Bunlar asla yalan söylemez ve yanılmaz. Bunları yönlendiren şey de iradedir.

İradesini yok sayıp, kendisine lütfedilen nimetlere duyarsız kalan kişi en büyük nankördür. Bu nankörlüğümüzü ise Yüce Allah, “Kahrolası insan; ne kadar da nankördür o!” (Abese Suresi, 17. Ayet), “Gerçekten insan Rabbine karşı çok nankördür.” (Âdiyât Suresi, 6. Ayet) ayetlerinde açık bir dille bize bildirmiştir. Yine çoğumuzun bildiği Rahman Suresinde defaetle tekrar edilen “Febi-eyyi âlâ-i rabbikumâ tukeżżibân(i) (O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?)ayeti bu kötü hasletimizi yüzümüze açık bir şekilde vurmaktadır.

Nimeti verene nankörlük eden kuluna mı nankörlük etmez? İnsan sadece Rabbine karşı değil, aynı zamanda insanlara karşı da nankördür.

Bilerek veya bilmeyerek çevremizdeki insanlara karşı nankörlük ediyoruz. Bunun en büyük nedenlerinden birisi ise bize nimet olarak sunulan iyi insanların yanımızda olmasıdır. Çünkü nankörlük eylemi genelde iyiliklere karşı yapılır.

İyi insanların merhameti onların en zayıf noktası olarak görülür. Ancak en büyük yanılgı buradadır. Merhametli insan kandırılamaz, aldatılamaz, sadece sabırlıdır ve her şeyin farkındadır. Onu kandırdığını düşünen kişi esasında kendini kandırmıştır. Merhametli insan kaybetmez, kaybedilir. Eğer bir kişi nankör veya yalancı ise karşısındaki insanı ancak bir defa kandırabilir. Ancak kendini her gün ve her an kandırır ve bu anlamda en büyük nankörlüğü ise kendine karşı yapmış olur.

Merhametli insanlar hepimizin hayatında muhakkak vardır ve bu insanların kıymetini bilmemiz gerekir. Bu insanlar, asla enayi değildir, bilakis sabırlıdır. Ruhunda iyi hasletler kalp ve düşünce aynalarından bize yansır. Bu güzelliğin kıymetini bilmeliyiz. Aksi takdirde nankörlük, onlara pek bir şey kaybettirmez, ancak nankör insanın kaybedecek çok şeyi olur.

Unutmayalım ki, merhametten maraz doğarsa bu marazdan en büyük zararı marazı çıkaran görür.