Dolar (USD)
32.18
Euro (EUR)
35.00
Gram Altın
2499.16
BIST 100
10643.58
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

18 Haziran 2023

Meriç'in hatırlayın!

Cemil Meriç'in hayat hikayesi geliyor sürekli aklıma. Rahmetlinin daha Antakya Sultanisi' ndeyken (o günün Galatasaray Sultani' sine denk müthiş bir liseydi) ortaya çıkan akıl almaz yeteneği, Yüsekokul'un daha ilk senesinde hocalarına "sana burda öğretecebileceğimiz bir şey yok" diyecek seviyeye getirmişti. Böylesine bir entellektüel seviyeye ulamak, üstelik hem dilde, hem edebiyatta hem de sosyolojide yani farklı disiplinlerde bu zirvelere tırmanmak, tüm bunları da daha henüz 30 yaşına bile gelmeden başarmak akıl almaz bir durumdu.


Fakat kader öyle garip bir sürprizlerle karşısına çıktı ki, bu büyük insan müziğin efsanesi Sebastian Beethoven'ın sağır olmasına benzer bir yazgı ile gözlerini kaybetti. Üstelik sadece 38 yaşındaydı.

Yılmadı tabiki. Baş başka bir zirve çıkmıştı karşısına fethedilecek. Gözleri olmadan neler yapabileceğini göstererek tarihe adına kaydettirmeyi başaracaktı.

Her gün saatlerce eşi, öğrencileri, kızı ona okuma yaptılar. İnsan üstü bir yükleme yapıldı kulaklarından zihnini. Neticesi de insan üstü oldu tabiki. Efsanevi eserler çıktı ortaya. Meriç gerçekten adını tarihe silinmez harflerle yazdırdı.

İmkansızlıkların içinde neler başarılacağını, insanın aslında tahayyulümüzün ne kadar ötesinde bir varlık olduğunu, başımıza ne gelirse gelsin. cephenin asla terk edilmemesi gerektiğini, cephe terk edildikten sonra anlamlandırılması mümkün olmayan bir hayatın hiçliğin ve gereksizliği gösterdi...

Bu topraklarda yaşayan milyonlarca Türk gencinden biri olarak özellikle "Bu Ülke" isimli başyapıtı ile bu coğrafyanın başat aktörü olan milletimize büyük bir miras bıraktı, vazifesini insanüstü bir gayretle zirvede tamamlayıp, 1987 yılında aramızdan en yüksek onurla ayrıldı.

Her birimizin sırtında kişisel veya toplumsal meselelerimizden kaynaklanan bazı yükler var. Fakat gündelik hayatımızı düzenleyen bu yüklerin haricinde hepimizin milletimize, tarihimize, bayrağımıza, coğrafyamızın ve insanlığa karşı da ödevlerimiz var.

Bin yıldır bu topraklarda tutunmak adına verdiğimiz mücadele dünya tarih kitaplarının yarısından fazlasında en başta bizim adımızın geçmesine neden olmuş durumda. Efsanevi bir direnişin başrolüyüz Anadolu'da. Bizden öncekileri kıskandıracak derecede özdeileştik bu topraklarla. Ama bu tutunmanın bir bedeli var. Bazen "Çanakkale" kadar büyük olarak karşımıza çıkan bedeller bunlar. Öderken destan yazdığımız bu bedellerin temelinde hep ekonomik meseleler var. Düşmanı Çanakkale'ye getiren de, gelmelerine engel olamamamızın da temelinde ekonomi var.

Osmanlı'nın son 50 yılık ekonomik durumunu TV'lerde şurda burda hikaye anlatan medya seyyarlarından değil doğru akademik kaynaklardan okursanız tüm meselenin ekonomik gelişmelere ayak uyduramamamızdan ve bunun farkında olan birilerinin savunamayacak durumda olduğumuzu bildikleri kaynaklarımızı sömürüp bizi köle etme isteklerinden kaynaklandığını kolayca kavrayacaksınız.

Aradan geçen bunca zamana rağmen kavgada değişen bişey yok. Hala yanı güçler bizi sömürüp köle etmeye çalışıyor. Sömürü ve köleliğin formu değiştiği için başardıklarını anlayamıyoruz artık, orası ayrı. Diğer yandan biz de hala ekonomik açıdan güçlü değiliz. Küresel ekonominin %1'lik kısmına sahip olarak yerimizde sayıp duruyoruz. İlerleyemiyoruz...

İlerlemenin formülü açık. Üniversiteler Şirketlerin argesi ve insan kaynakları gibi çalışacak. Bilim ve kalifiye insan yetiştirecek. Şirketlere bakış açısı değişecek ve ortaklık, sermaye eksikliği nedeniyle bir zorunluluk değil bir fırsat kapısı, bir kültür gerekliliği, bir güç birliği olarak algılanacak, gelişmiş ekonomilerin kendilerinin maliyetlerden ötürü yapmadıkları üretimler için bize pasladıkları işlerden elde edilen gelirler biriktirilecek, harcanmayacak, israf edilmeyecek, servet haline getirilip kapital oluşturulacak.

Bu servet ve ulaşılan kredi kaynakları yatlara, katlara, lüks arabalara değil üretime, argeye, alt yapıya kanalize edilecek ve teknoloji transferi ile az kazançlı katmadeğersiz üretim tıpkı gelişmiş ülkelerin yaptığı gibi daha ucuza üretecek ülkelere yönlendirilir içeride katma değerli üretim ve markalaşma gerçekleştirilecek,servet büyüyecek, büyüdükçe daha çok yatırıma ve istihdama dönüşecek....

Kolay değil, biliyorum. Zaten o yüzden rahmetli Meriç'in hikayesi ile başladım. 38 yaşında gözlerini kaybeden, öncesinde de hep görme problemi yaşayan bir münevverin nasıl dünyayı salladığından bu sebeple bahsettim. Aksi halde emek, zahmet, sabır ve irade olmadan daha yüzyıllarca bedel ödemeye ve bu coğrafyada tutunmak için güçsüz halimize rağmen en zor sınavlarla karşı karşıya kalmaya devam edeceğiz.

Kerameti ekonomi politikalarında değil kendimizde aramalıyız. İhtiyaç-ihtiras kavramlarını birbirine karıştırıp durmadan borçlanan, sermaye oluşturmak yerine lükse harcayan, başka milletlerin sermayesi ile iş yapıp çok kazanmaya çalışan bizler aynaya bakıp "acaba doğru mu yapıyorum? " diyerek düşünmeliyiz. Aksi takdirde bizi ne ortodoks kurtarır ne heterodoks.

Bizi kurtaracak olan aklımız ve sabrımız.







Telefonumdan gönderildi