Dolar (USD)
32.34
Euro (EUR)
34.91
Gram Altın
2396.59
BIST 100
10210.05
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

09 May 2019

Meşruiyeti ve itibarı korumak

Hayatın hiç de göründüğü gibi olmadığını, görüntünün altında bambaşka bir gerçekliğin olduğunu, olabileceğini söyleyenler şüphesiz çok haklılar. Hayata ilişkin bir dikkat, bir titizlik çağrısının dile geldiği bu söylem bazı dönemlerde de maalesef manipülatif bir şekilde işe koşulur. Gözümüzün önünde cereyan edenlerin çarpıtılması, anlamsızlaştırılması, bir tür kulak ardı edilmesi için kullanılabilen bu söyleme ilişkin uyanık olmakta fayda var o halde. Evet, hayata ilişkin dikkat ve titizliğimiz olsun. Yani gözümüzün önünde cereyan eden şeylerden ibaret görmeyelim her şeyi. Görüntünün altında nelerin döndüğünü görecek zekâmız, olgunluğumuz olsun. Aynı zamanda görüntünün perdelediği karanlık alana bizi çekip her anlattıklarını gerçek diye yutturmaya çalışanlara karşı da pür dikkat ve titizlik göstermeliyiz. Hayat çok karmaşık, çok girift! Ancak bazen de her şey çok yalın, çok sade, gözünüzün önünde yaşanandan ibaret de olabiliyor.

Bunlar biraz gerçekte ne olduğu ile ilgili hususlar. Çok önemli bir boyut bu! İşin bir de bundan sonraki faslı var. Ne olduğu, nasıl olduğu ve neden olduğu gibi tüm anlamlandırma süreçlerinin ardından bizim neyi ne kadar yapıp yapamayacağımız hususu. Yani işin bizimle, bizim eylem sınırlarımız ile ilgili kısmı. Çoğunlukla işin birinci kısmına yönelik yapılan aşırı tahkimat eylem sınırlarımızı dönüştürmeye dönük bir amaç içindir. Yani gözümüzün önünde cereyan eden şeyin gerçekte şu anlama geldiğini bize söyleyenler, bu söylem eşliğinde bir pozisyon almamızı da salık veriyorlar. Eylem sınırlarımızı zorlamayı hatta normalde kabul etmeyeceğimiz veya razı gelmeyeceğimiz iş ve işlemlere ses çıkarmamamızı, normalde kabul etmeyeceğimiz şeyi meşrulaştırmamızı, Derida’nın ifadesiyle hoş görmediğimiz, hoş göremeyeceğimiz şeyi hoş görmemizi istiyorlar. Örneğin birileri MEB bünyesinde yürütülen ‘Toplumsal Cinsiyet Projesi aile yapımızı hedef almaktadır’ dediğinde bu proje karşısında dikkatli olmamızı, toplumsal cinsiyet, aile, cinsiyet rolleri vs. alanlarda ona göre pozisyon almamızı istemektedirler. Veya son YSK kararı ile iptal edilen İstanbul BŞB Başkanlığı seçimlerine ilişkin ‘hile karıştı, sandık kurulu başkanları operasyon yaptı’ şeklindeki gerekçeler söylendiğinde doğal olarak bunlara uygun tavır ve tutum takınmamız gerektiği dile getirilmektedir. Ancak yaşadığımız hayatta bir uyum aparatı olmaktan öte bir anlamımız ve işlevimiz söz konusu ise her söylenenin gereğini yapmak yerine bizi biz yapan akıl, duygu, düşünce, inanç her ne ise onun gereği olarak belirli bir muhakemeyi, gelenekle, görenekle, ahlakla bezenmiş bir eylem çerçevesini yani makul ve meşru alanı muhafaza etmekle yükümlüyüz.

O halde birinci hususta yanı gerçekte ne olmakta mevzusuna ilişkin dikkatli ve titiz olacağız. Basiretimiz, ferasetimiz olacak. Hayata ilişkin derinlikli bir bakışımız olacak. Diğer taraftan birinci hususta ne olup bittiği veya olup bitene ilişkin anlamlandırmamızın ne olduğu şüphesiz eylem alanımızı tayin edecektir. Ancak bu tayinin de sınırsız olamayacağı, olmaması gerektiği izahtan varestedir. Düşünsel, ahlaki meşruiyetimize halel gelmemesi için titizlenmenin yanında makuliyetimizin ve meşruiyetimizin güçlenmesi, güçlü durması için de dikkat göstermeliyiz. Bu bireysel olarak gözetmemiz gereken bir husus olduğu gibi ayrıca ait olduğumuz toplumsal kesimin de gözetmesi gereken bir husus. Aynı zamanda organizasyonu ve işleyişi ile hem sahip olduğu imkân ve araçlar hem de yüksek etki düzeyi nedeniyle devletin mutlak surette makuliyeti ve meşruiyeti gözetmesi gerekmektedir. Makuliyetin ve meşruiyetin gözetilmesini gündelik gereksinimlerimize bağlı şekilde oynak hale getirirsek ne kendimizi, ne içinde yer aldığımız ilişkiyi ne de bizi yarınlara sağlam şekilde taşıması için oluşturduğumuz yapıyı anlamlı bir şekilde sürdürebiliriz. Makuliyetimizi ve meşruiyetimizi muhafaza için oluşturulan kuralları ve sınırları kamu vicdanının, yerleşik teamüllerin kabul etmeyeceği şekilde çekiştirmek kendimize operasyon çekmektir. Bu tarz anlık hesaplar üzerinden razı geldiğimiz iş ve işlemler varlığımızı yaralamakta, itibarımıza ve meşruiyetimize halel getirmektedir. Bu açıdan yanlıştan, yanlış yapılan işten bizi hayır gelmeyeceğini bilelim. İlkesel anlamda doğru davranmak zorunda olduğumuz gibi Türkiye’nin ve dünyanın konjonktürel vaziyeti pragmatik açıdan da bize doğru davranmayı zorunlu kılmaktadır. Dolayısıyla aidiyetimiz, inancımız gereği doğru işleri doğru şekilde yapmalıyız ki varlığımızın bir anlamı olsun. İkincisi yerleşik küresel düzen, güç ilişkileri ve ilişki ağı ancak doğru işleri doğru şekilde yaparsak görece etki düzeyi yüksek varlık olabileceğimizi göstermektedir. Diğer taraftan meşruiyetimiz ve itibarımız kalmadıktan sonra zaten hangi işi yaptığımızın, hangi pozisyonda olduğumuzun ya da hangi güce eriştiğimizin bir anlamı olmaz.