Dolar (USD)
32.47
Euro (EUR)
34.73
Gram Altın
2440.77
BIST 100
9915.62
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE


Metafizikleşen iktidar(lar)

Foucault, iktidarın muhtelif işleyiş biçimlerini ele alan bir dizi çalışma yapmıştır: Kliniğin Doğuşu, Hapishanenin Doğuşu, Deliliğin Tarihi bunlardan başlıcalarıdır. Foucault'nun bilhassa iktidarın bilgiyi temellük eden işleyişine yaptığı vurgu dikkat çekicidir. Dolayısıyla ilişki bir kere oturduktan sonra üretilen bilgiler, iktidarın meşruiyet sınırlarını zorlamaksızın onu onaylamaya devam etmektedir. Bu ise, son kertede kendi kendini doğrulayan bir kehanete dönüşmektedir. "İktidar" der Foucault, "mümkün eylemler üzerinde işleyen bir eylemler kümesidir: Eyleyen öznelerin davranışlarının kaydolduğu imkan alanı üzerinde yer alır: kışkırtır, teşvik eder, baştan çıkarır, kolaylaştırır veya zorlaştırır, genişletir ya da sınırlar, aşağı yukarı muhtemel hale getirir; uç noktada kısıtlar ya da mutlak olarak engeller; ancak eylemde bulundukları ya da bulunabilecekleri ölçüde eyleyen özne ya da özneler üzerinde eylemde bulunma biçimidir." (Foucault, Özne ve İktidar, s. 72) Bu "baştan çıkarıcı" sürecin en büyük zaafiyeti de, insanın kendinden mesafe alarak kendisine bakamamasıdır. Dolayısıyla bu süreçte konjonktürellik ve konformizm de kronik virüsler olarak gündeme gelir.

"İktidar" kavramı en yaygın kullanımıyla merkezi büyük iktidar aygıtına ya da devlet erkini elinde bulunduranlara güçlü referanslarla işaret ediyorsa da, buradaki kullanımımız çok farklı düzey ve güçteki tüm iktidar biçimlerini kapsama alanına almaktadır: Aile, okul, sivil, toplum, devlet vb. Fakat diğer yandan Türkiye'de büyük iktidarın diğer düzeydekileri güçlü etkileme oranı, analizleri her seferinde üst iktidarla bağlantılandırma zorunluluğunu gündeme getirir. Fakat farklı düzeydeki işleyiş biçimleri itibarıyla iktidar, toplumun içindeki tüm bireylerin birebir hem uzun vadedeki taleplerini dillendirir hem de basit insan ilişkilerine kadar yayılır. Bu da onun işleyişini tüm gerilim ve çeşitliliği içerisinde daha da ilginç hale getirmektedir.

İktidarın kendini onaylayan dili, hayatlarını ona endekslemiş olan iktidar bağımlılarını kendilerinden mesafe alarak kendilerine bakmalarına engel olmakta; "şu an", "şimdi"nin baştan çıkarıcılığı her türlü "kendi denetimi" erteleyerek konformizmin tarifsiz hazlarına kapı açmaktadır. Mağduriyetten, "adalet" yerine "nimet" çıkarmaya çalışmak, tarihe bir "tekkerür" kaydı koymaktan öteye geçemeyecektir herhalde.

Dışarıdan kendisine dair alınan kararların epistemoloji temelli bir denetimle değil, grup ve aidiyet refleksleriyle değerlendirildiği; dolayısıyla "biz"den biri yaptığı zaman "hikmet", "öteki" yaptığı zaman "şer" aramayı yol edinmiş bir perspektifle davranmanın geleceği yegane yol, söylenenleri tekrar etmekten öteye geçemeyecektir. Bunun sonucu, erkek evlenip koca olunca, koca olarak kaldığı sürece, iktidarın kendisine sağladığı nimetten faydalanmasıdır. Müdürün, zaten daha önce çizilmiş bulunan "hakim" yönetim portresini sergilemesidir. Hasılı her türlü iktidar erkinin artık kendisinde ve "yönetim aklı"nda bir hikmet-i hükümet görmeye başlaması; kendisine dışarıdan bakamamasıdır. İktidar erkinin kendisine temellük ettiği geniş yığınlar da, bireysel akıllarını yürürlükte olan "iktidar aklı"na endeksleyerek zaten bu konjonktürellik ve konformizmi kanıksamışlardır. Bir başka deyişle, beden ve ruhlarına yapılacak her türlü temellük edilmenin yanındadırlar. Maalesef muhalefet edenlerin büyük çoğunluğu da, yanlışlardan bir "adalet" değil, gelecekte "iktidar" çıkarmayı planlamaktadırlar. Böylece tarih de tekerrür etmektedir.

Konjonktürellik, parçacılığın, istikrarsızlığın gelip geçiciliğin egemenliği olarak Türkiye'nin önemli bir yarasıdır. Kendisine nihai bir hedef belirleyememiş iktidar biçimlerinin içinde kaybolduğu karmaşık ilişkiler ağıdır. Türkiye siyasetinin aslında Tanzimat'tan bu yana Batı'ya endeksli gündemi, bu konjonktürelliği çok net bir şekilde gösterir. Konjonktürelliğin bir yaşam tarzı haline gelmesi ise, yığınların kimlik, kişilik ve hedeflerindeki çözülmelerde tezahürlerini göstermektedir. Çünkü gericilik, değerlerin de sürekliliğini çözündürür.

İşlerin muhtelif iktidar düzeylerinde hikmet-i hükümete dönüşmesi, bir yandan yöneticilerin iktidarı kendinden menkul bir güç olarak görerek hareket etmeleri, diğer yandan da yönetilenlerin her işte hikmet aramaları gibi karşılıklı bir konsensus içinde devam etmektedir. Kitleler kendileri adına düşünen ve eyleyen bir iktidara genel bir vekalet vererek konformizmin dayanılmaz cazibesi içinde kaybolmuş gorünmektedirler. Fakat bir ülkenin entelektüelleri de konformizmin ağları içinde işlevlerini giderek kaybediyorsa, orada iktidarın bilgi üzerindeki mutlak temellükü teyit edilmiş demektir.

Bacon'un "bilgi bir güçtür" önermesi, modern zamanlarda "güç" merkezli pratiklerin bir öncülü olmayı becermişti. Aslında bilginin bizdeki işleyiş biçimi güce yığınak yaptığı oranda Bacon'ı doğrulamaya devam etmektedir. Bu sirkülasyonu ise ancak paradigmal bir farklılık tersine döndürecektir.