Dolar (USD)
32.34
Euro (EUR)
34.82
Gram Altın
2392.33
BIST 100
10276.88
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

02 Eylül 2019

Milli Savunma Bakanlığı’nda değişim

Kurtuluş Savaşı ile temelleri atılan devletimizin kurumlarının kodlarıyla oynama vakti geldi de geçiyor bile. Yıllar yılı Özel Harp Dairesi adı altında NATO-ABD-İsrail çıkarlarına hizmet eden istihbarat teşkilatının Millileşerek yurt dışında da operasyonel güç haline gelmesi zorunluluğu gibi, Milli Savunma Bakanlığı’nın da isminin değiştirilmesinin vaktinin geçtiğini düşünüyorum.

İnsanlar-Toplumlar kelimelerle konuşurlar, düşünürler, hayal ederler ve geleceklerini kurgularlar. İnsana veya kuruma verdiğiniz isim o kurumun misyonu ve vizyonunu ya sınırlıyor veya ufkunu açıyor. Türkiye Cumhuriyeti hariç hiçbir Türk devleti kendi eli ve ayağını savunma konsepti ile bağlamamıştır. Beyazıt Meydanında dolaşanlar İstanbul Üniversitesi’nin tarihi kapısına baktığında Osmanlı armasının altında Fetih suresinin başlangıç ayetleri ve Dairetül Umuru Askeriye, (Askeri işler dairesi) yazısını görürler yani şimdiki karşılığı Genel Kurmay Başkanlığı. Bizim Milli Savunma Bakanlığı dediğimiz bakanlığın ismi ise Harbiye Nazırlığı idi. Bu hatırlatmayı Askeri teşkilatımızı ve devletin konseptini savunma esasına oturttuğumuzu göstermek için hatırlattım. Oysa bizim askeri varlığımızın mevcudiyetinin sebebi ‘Fetih’tir.

Dünyanın merkezi, Payitaht İstanbul’un siluetine bakanlar, devletin üstünde yükseldiği üç temeli görürler. Topkapı sarayındaki Adalet kulesi ve saray kapısındaki ‘Bütün mazlumların sığınağı’ yazısı ile adalet ve mülkiye teşkilatının hedeflerini, Sultanahmet camii ile ilmiye ve sosyal dokunun ulaşması gerektiği hedefleri, Fetih camii olan ve fethin sembolü Ayasofya ile de Askeri teşkilatın kuruluşunun ruhunun savunma değil fetih kapıları olduğunu idrak ederler. Türkiye devleti dünyadaki bütün mazlumlara kucak açarak mazlumların sığınağı olduğunu gösterdi. Ancak, Essultan Zillullahi Fil Arz yazısı eksik kalıyor. Mazlumları zulmedenleri zillete düşürecek olan bu devlet ordusunu da zalimleri zillete düşürecek konseptte teşkilatlandırmalıdır. Milli savunma bakanlığı Fetih ruhuyla yeniden yapılandırılmalıdır.

1920’lerin şartlarıyla Türk insanına giydirilen deli gömleği artık vücuda dar gelmeye başlamış, Türkiye’nin barış eksenli kardeşleriyle genişleme girişimi ise, emperyalist bir proje ile sonlandırılmak istenmiştir. Kendini savunma konsepti ile sınırlayan Türk devleti kurulduğu günden beri ekonomik, siyasi, ve askeri yerine geçecek 6. Kol faaliyeti olan terör saldırılarıyla sürekli mücadele zorunda kalmıştır. Ancak terör ihraç eden ülkelere karşı hiçbir hamleyi düşünmemiş, sadece haklılığını dünya kamuoyuna anlatmakla yetinmiştir.

40 yıldır PKK terör örgütüyle uğraşıyoruz. Bu terörün asıl sebebinin Ermenilerin Türkiye’den toprak talepleri olduğunu bilmeyen var mı? Terörle mücadele konseptimiz Türkiye beka sorunuyla karşılaştığında değişebildi. Yani terörü yerinde imha et. Kandil fiziki olarak Irak toprağı olsa da oradan Türkiye’ye karşı bir saldırı gerçekleşiyorsa ben savunma değil bu saldırıyı ancak saldırıyla bertaraf ederim mantığına ancak gelebildik. Son olarak Ermeni kökenli ABD vatandaşları Kaliforniya Eyaleti Bölge İdare Mahkemesinde Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile Merkez Bankası ve Ziraat Bankası aleyhinde açtıkları davaların ne anlama geldiği hakkında kamuoyu yeterince bilgi sahibi mi? Bu davalara ve batının Ermeni tezlerini bizim önümüze sürmesi karşısında, tek bir Allahın kulu, Erevan’ın Türk toprağı olduğunu, Revan Hanlığı toprakları üzerine bugün Ermeni devletinin kurulduğunu ve bu topraklarda hak sahibi olduğumuzu söyleyebiliyor mu?

Bağımsız bir devletle Siyonist zulmünden kurtulacağına inanan Filistinlilere en çok hatırlatılan, Osmanlı’nın öldüğü ve bir daha bu topraklara gelmeyeceği, bu topraklarda Türk-İslam adaletinin bir daha yeşermeyeceği propagandası oluyor. Dün Türkiye’nin sınır ötesi harekatlarına karşı çıkanların, Erzurum’un savunmasının Tiflis ve Bakü’den, Diyarbakır’ın savunmasının Musul-Kerkük’ten, Antep’in savunmasının ise Deyrizor-Halep’ten başlayacağı gerçeğini kamuoyundan saklıyorlar. Kıbrıs’ta sözüm ona Türkiye’yi yalnız barıkmak isteyenlerin, Akdeniz’de Anadolu’nun kaderinin, Libya, Mısır, Filistin, Lübnan ve Suriye ile ortak olduğu gerçeğini çarptırıyorlar. En önemlisi de iç kamuoyunda Atatürk-Abdülhamit ikileminde Türk kurumlarındaki değişim ihtiyacını ötelemeye çalışıyorlar. Askerlik sisteminde yapılan zorunlu değişiklik gibi Milli Savunma Bakanlığı’nda da bir an önce zihinsel değişim gerçekleştirilerek, kendisinden iki dönem önce mezun olan bir ismin komutasını hazmedemeyen tiplemeler, yerine her halukarda devlete hizmet etmeye adanmış subayların yetişeceği bir yapı kurulmalıdır.

Son söz, Suriye’de beka sorunumuzu ne ABD ile ne de Rusya ile çözebiliriz. Rusya’nın İdlib’de sözde ateşkes ilanının hemen ardından, muhaliflerin toplantı yaptığı alanın ABD uçakları tarafından vurulması, bölgede barış ve güvenliği sağlayacak yegane unsurun Türk ordusu olduğu, bölge halkının Türkiye’ye güvenini yok etmeye yönelik bu eylemlere karşı Türkiye, Hem İdlib hem de Fırat’ın doğusuna gözlemci statüsü dışında girerek adaleti tesis etmesi gerektiği hakikati ortada duruyor. Biz adaleti tesis edemezsek ABD, subayları Türk subaylar ile helikopter turu atarken, binlerce TIR’lık mühimmatı PKK/YPG’ye taşımasının bir anlamı vardır her halde.