Dolar (USD)
32.32
Euro (EUR)
34.65
Gram Altın
2382.97
BIST 100
10276.88
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

29 Nisan 2023

Mimar Sinan ölmedi!..

Coğrafî açıdan önemli stratejik konuma sahip olan İstanbul; Asya, Avrupa ve Afrika gibi üç kıtanın kavşak noktasında yer alıyor. Aynı zamanda iki önemli kültür ve ticaret havzası olan Akdeniz ve Karadeniz’i birleştiren bir konumda bulunuyor. Üç imparatorluğa başkentlik yapan İstanbul, Roma, Bizans ve daha sonra Osmanlı dönemlerinde dünya siyasetine yön verdi. Kısacası Amerika kıtasının keşfinden önceki eski dünyanın siyaset, medeniyet ve ticaret havzası İstanbul merkezli bir konumdaydı.

Böyle önemli özelliklere sahip olmasından dolayı dünyanın gözü üzerinde olan İstanbul, İslâm dünyasının da gözünden kaçmamış, Hazret-i Peygamber tarafından mukaddes bir hedef olarak gösterilmiş; bu nedenle İstanbul değişik tarihlerde İslâm orduları tarafından kuşatılmıştı. Daha da önemlisi Kur’an-ı Kerim’de “ne güzel belde” anlamına gelen “BeldetunTayyibetun” (Sebe’ Sûresi, 15) ifadesinin ebced hesabı ile rakamsal karşılığı Hicri 857 (Miladi 1453) yılını işaret etmesi, ilahî bir referans olarak gösterilmiştir.

Dolayısıyla Osmanlı Devleti’nin muzaffer komutanı Fatih’in 1453 yılında İstanbul’u fethi, sadece Türk tarihi açısından değil, dünya tarihi açısından da büyük bir olaydır. Fetihten sonra başlayan siyasî ve idarî düzenlemelerin ardından İstanbul, imar hareketine sahne oldu. Özellikle Osmanlı mimarlık tarihinin en büyük külliyesi olan Fatih kompleksi yanında irili ufaklı camiler, medreseler, hanlar, hamamlar ve kapalı çarşıların inşası, şehir hayatına bir canlılık getirdi.

Yani İstanbul askerî olarak fethedildikten sonra, bir taraftan manevî fatihlerin desteğiyle İslâm Medeniyeti’ninihyâ hareketi başlatılmış, diğer taraftan ise Osmanlı’nın şaheser niteliğindeki eserleriyle şehrin dört bir tarafını süslenmiştir. İşte bu süsleme sanatının en önemli aktörlerinden birisi de dünya mimarlık tarihine ismini altın harflerle yazdırmış olan Mimar Sinan’ndır.

29 Mayıs 1489 tarihinde Kayseri’nin Ağırnas köyünde doğan ve 17 Temmuz 1588’de emaneti teslim eden Sinan, bıraktığı bunca zengin mimarî mirasa karşılık, kendi adını ve kişiliğini, hakkı olduğu halde, nedense hiçbir yerde ön plana çıkarmamıştır. Büyükçekmece Köprüsü hariç, eserleri üzerinde yer alan kitabelerin hiçbirinde kendi imzasını kullanmamıştır.

Türk mimarlık tarihi içinde bir güneş gibi parlayan Sinan, üstün başarıları ile tarihte kalıcı iz bırakmıştır. Vakfiyesinin girişinde onun için “seçkin mühendislerin gözü, kurucular erkânının süsü, zamane üstatlarının üstadı, dönemin bilge kişilerinin başı, imparatorluğun mirası ve hakanlığın hocası” sıfatları kullanılmıştır. Çağını aşan ve evrensel bir değer olan Sinan, böylece bütün zamanların en büyük mimarı ve mühendisi olmayı hak etmiştir.

***

Fatih Sultan Mehmed İstanbul’u fethederek “İslâm Medeniyeti”nin maddi ve manevi mührünü vurmuşsa; Sinan da mimari dehâsını ortaya koyarak çağları aşan sanatının eşsiz örneklerini dünyaya âdeta tablo gibi asmış. Öyle eşsiz, öyle nâdidetablolar ki, görenlerbakmaya doyamıyor.

Çıraklık eseri Şehzadebaşı’nda şefkati, kalfalık eseri Süleymaniye’de marifeti, ustalık eseri Selimiye’de ilahi aşkın tezahürünü görenler meftun olmuşçasına bir daha, bir daha, bir daha bakmaktan kendini alamıyor.Sanattan anlasın ya da anlamasın; mecnûn ya da velîolsun; müslim ya da gayrimüslim olsun fark etmiyor;insanlığın ortak diliyle Sinan’a teşekkür ediyor.

Sinan’ın eserlerine aşk ile bakmak kolay da; onun ilmek ilmek işlediği eserleri hakkıyla anlatmak, üzerinde kalem oynatmak ilim ister.

*

(Osmanlı sanatı ve Osmanlı’nın hem Doğu hem Batı kültürüyle etkileşimi üzerine gerçekleştirdiği çalışmalarla tanınan Harvard Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Gülru Necipoğlu’nun buram buram emek kokan, dillere destan “Sinan Çağı: Osmanlı İmparatorluğu’nda Mimarî Kültür” isimli eseri kaleme almış, 2013 yılında ilk baskısı İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları tarafından okuyucudan ziyâde kitap koleksiyonerleriylebuluşturulmuştu. Kimbilir, belki de entelektüel bakış açısıyla eseri “avâma düşürmemek” için böyle bir politika izlenmiştir.)

*

Her yıl 9 Nisan’da kutlanan “Mimar Sinan’ı Anma ve Mimarlar Günü”nü vesile ederekOsmanlı Devleti’nin her köşesinde yaşayan, “taşlara can veren” Sinan’a vefa adına yola çıkan İstanbul Valiliği, “İstanbul ve Mimar Sinan” isimli eseri okuyucuyla buluşturarak, tek dileği “hayırla yâd edilmek” olanSinan’ın ruhunu şâd etti.

Takdim bölümünde, “bu fâni dünyadan bir Sinan geçti” ifadeleriyle her nefisin ölümü tadacağını hatırlatan İstanbul ValisiAli Yerlikaya, unutulmamanın sırlarını veriyor. Yunus misâli, “Ölen hayvan imiş âşıklar ölmez”inne mânâya geldiğini öyle bir anlatıyor ki, Sinan yine, yeniden, bir kez daha cana geliyor.

Türkçe ve İngilizce olarak kaleme alınan eseri, ömrünü Mimar Sinan’a adayan, Osmanlı mimarlığının klasik çağı, şehir ve medeniyet, geleneksel Türk evi üzerine araştırmalar yapan Kerküklü Prof. Dr. Suphi Saatçi kaleme almış. Kerküklü deyince yanlış anlaşılmasın, şu bizim Kerkük...1926 Ankara Antlaşması ile aramıza sınır çizilen, gönül coğrafyamızın kalbi Kerkük...Saatçi’nin doğduğu, emeklediği, çocukluğunda sokaklarında koşuşturduğu ammavelâkin hep hasret kaldığı beldenin adıdır Kerkük.

Kitap yazımıyla olduğu kadar fotoğraflarıyla da okuyucuya “kadîmhazinelerimiz”in izini sürme imkânı sunuyor.M. Tayfun Karabağ’ın çektiği birbirinden güzel fotoğraf karesi âdeta kitaptan çıkıp okuyucunun ruhunda canlıbir mekâna dönüşüyor. Bilgi ve görsel şölen eşliğinde sayfaları çevirdikçe “Vakıf Medeniyetimiz”in,“insanı yaşat ki, devlet yaşasın” şiarının izleri kendini derinden hissettiriyor.

*

Kitapta, yarım asır boyunca Osmanlı Devleti’ne mimarbaşılık yapan, taşlara hükmeden, kubbeleri semaya taşıyan, azgın azgın çağlayan sulara köprülerle gem vuran, susuz beldelere kemerlerle su taşıyan, yuvasız kuşlara ev yapan, dünyaya hükmeden Cihan Sultanlarına huzur içinde yatacakları ebedi istirahatgâhlar inşa eden, nice ulu mâbedin harcını alın teriyle karan, dahası 3 kıtada yaşayan Kayseri-AğırnaslıKoca Sinan’a dair çok az bilinenlere yer veriliyor. Bizim gördüklerimiz, farkında olduklarımız okyanustan bir katreymiş meğer.Medeniyetimizin baş tâcı, dünyanın en güzel şehirlerinden İstanbul’a mührünü vuran bir insan ancak bu kadar güzel anlatılır.

Kitapta ayrıca Sinan’ın İstanbul’da bulunan birbirinden nâdide şaheserlerinin yanında Sâî Mustafa Çelebi’ye yazdırdığı Tezkiretü’l-Bünyanve Tezküratü’lEbniye(Yapılar Kitabı) isimli eserlere de yer verilmiş.

İstanbul ve Mimar Sinan” isimli böyle bir eser ancak azîz İstanbul’u Türk milletine armağan ederek dünya tarihinin akışını değiştiren Fatih Sultan Mehmed Han ve kahraman ordusuna, bu şehri dünyanın başkenti yapan Yavuz Sultan Selim Han ve oğlu Kanûnî Sultan Süleyman Han’a, İstanbul’u gelinlik kızmisâli süsleyen mimarların pirî Koca Sinan’a ithaf edilirdi.İstanbul Valiliği’de öyle yapmış.

Sözün özü; Mimar Sinan ölmedi, eserlerinde yaşıyor.