Dolar (USD)
32.39
Euro (EUR)
34.74
Gram Altın
2435.03
BIST 100
9988.8
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

03 Kasım 2023

Müslüman zihni ve felsefe

İslam, Arap kültürü içinde doğmuş bir dindir. Arap kültürü içinde doğan İslam’ın ilk şekillendiği Mekke ve Medine’de entelektüel, felsefi, sanatsal ve bilimsel bir faaliyet ve gelenek mevcut değildir. Arap toplumu, Yunanlılar, İranlılar ve Mısırlılar gibi ileri düzeyde bire entelektüel, bilimsel ve felsefi gelişmişliğe ve derinliğe sahip olmamışlardır.

Hz. Muhammed’in kişisel, sosyal ve siyasal hayatının felsefi bir niteliği yoktur. İlk Müslümanların hiçbir felsefi nitelikte bir düşünceye ve perspektife sahip değillerdi. Ebubekir, Ömer, Ali, Osman, Abdurrahman b. Avf, Zübeyir b. Avvam, Sad b. Ebi Vakkas, Ubeyde b. Cerrah Said b. Cübeyr başta olmak üzere ilk Müslümanların hiçbiri filozof ve entelektüel değillerdi. İslam’ın doğuşundan itibaren Müslümanları motive eden şeyin, bilim ve felsefe olmadığını, hakimiyet ve servetlerini genişletmek olduğunu söyleyebiliriz. Hz. Muhammed’in ölümünden itibaren başlayan Müslümanlar arası iktidar ve servet çatışmalarının bir felsefi temeli ve boyutu bulunmamaktadır.

İslam’ın başlangıcında ve gelişiminde felsefe yoktur. İslam ve Müslümanlar, Abbasiler döneminde Yunan felsefesiyle karşılaşmışlardır. Abbasiler döneminde Mısır’da, Suriye’de, İran’da ve diğer coğrafyalarda kadim kültürlerin entelektüel ve felsefi fikirleriyle ve geleneklerinden Müslümanlar, özellikle Süryani bilginlerin tercümeleri yoluyla haberdar olmuşlardır. Abbasiler döneminden itibaren felsefeyle karşılaşmalarına rağmen Müslüman toplumlar, felsefenin kendilerini etkilemesine hep kapalı olmuşlardır. Müslüman dünyasında, Yunanlılar, İngilizler, Almanlar, Fransızlar gibi felsefi etkiye açık bir toplum hiçbir zaman olmamıştır. Araplar, İranlılar, Türkler, Malaylar, Berberilerin hiçbirinin sosyal ve kültürel hayatında felsefe belirleyici bir role ve etkiye sahip değildir. Farabi, İbni Sina, Ebubekir er-Razi, İbn Rüşd, Kindi, İbn Haldun gibi bir elin sayısını geçmeyen kişi, felsefeyle uğraşmıştır. İslam dünyasında felsefeyle uğraşan bu kişiler, Müslüman olarak kabul edilmemiş, küfürle suçlanmışlardır. Felsefenin küfür olduğu ve küfre düşürdüğü şeklindeki anlayış, Müslüman geleneğinin her tarafına sinmiş durumdadır. Her an küfre düşme korkusu yaşayan bir Müslüman, özgürce, akıllıca ve felsefi olarak düşünemez.

İslam’ın tek başına insanlığı kurtuluşa ve aydınlığa götüren yol olduğu, felsefenin ise sapkınlığa ve küfre götürdüğü anlayışı, İslam ve felsefenin hiçbir zaman uzlaşmadığını, birarada olmadığını göstermektedir. İslam aydınlık, felsefe karanlık olarak gösterilmektedir. İslam gündüz, felsefe gece olarak düşünülmektedir. Müslüman kişinin, karanlık yola sapmamak ve inancını felsefi görüşlerin sapkınlığına karşı korumak için sınırlı ölçüde felsefeyi öğrenebilmesine izin vardır. İnsanların, felsefenin karanlık ve saptırıcı gecelerinin baştan çıkarıcılığından ve saptırıcılığından kendilerini korumaları dini görev ve sorumluluk olarak kabul edilmektedir.

Abbasiler döneminden itibaren yabancı kültürlerin astronomi, tıp, matematik, coğrafya, kimya alanlarındaki bilgilerini alan Müslümanlar, Yunan felsefesine karşı olmuşlardır. Batı’nın bilim ve teknolojisini alıp medeniyet ve felsefesini reddetmeyi esas alan günümüzdeki anlayışın Müslüman tarihinde karşılığı vardır. Müslümanlar, Yunan felsefesini dinlerinin inanç esaslarıyla zıt bulmuşlar, dini savunmak için felsefeyi reddetmişlerdir. Müslüman zihni, felsefeyi İslam için sürekli olarak yabancı, tehlikeli ve öteki olaran konumlamış ve kurgulamıştır. İslam felsefesi diye bir faaliyet yoktur, İslam’a rağmen Müslüman kültürüne mensup bazı kişilerin veya grupların yaptığı felsefi çalışmalar vardır.

Müslüman toplumların kendi tecrübelerinden kaynaklanarak ortaya koydukları bir felsefeleri yoktur. Müslümanların dinleri vardır ve bu onlara yetmektedir. İslam’a sahip olmak, felsefe dahil hiçbir şeye ihtiyaç duymamak anlamına gelmektedir. Kur’an’ı yeterli gören Müslüman anlayış, aklı ve felsefeyi gereksiz görmekte, aklın ve felsefenin Kur’an’a tabi olmasını şart koşmaktadır. Bugün dünyadaki hiçbir felsefe akımı, Müslüman dünyada doğmamış ve gelişmemiştir. Müslüman zihninde felsefe yoktur.

Müslüman dünyasından hiçbir zaman bir Kant, Voltaire, Hegel, Nietzsche, Marx, Freud, Aristo, Plato çıkmayacaktır. Müslüman dünyasında belirleyici olan bilim ve felsefe değil, fıkıh ve menkıbeciliktir. Ariflerin, Sahabilerin ve velilerin menkıbeleri, Müslüman zihnini belirleyen ana kaynaktır. İnsanlar, hayatlarının en detay konularında bile fıkhın hangi kuralı koyup koymadığını öğrenmeye çalışmakta ve merak etmektedirler. Menkıbe anlatıcılarının en etkili din bilginlerine dönüştüğü günümüzde insanlar teknolojik imkanları kullanarak sordukları sorulara fıkhi cevaplar istemektedir. Fıkıh ve menkıbeciliğin hakim olduğu Müslüman dünyada sahici anlamda hiçbir felsefi faaliyet bulunmadığı gibi, ciddi nitelikte bir felsefi tartışmada yapılmamaktadır. Orucu, namazı neyin bozduğunu, Ramazan’da neyin yenip yenmeyeceğini soran Müslümanlar, varlık, değer ve bilgi alanlarında hiçbir felsefi soru sormamakta ve felsefeye de ihtiyaç duymamaktadırlar.

İslam, dün olduğu gibi, bugünde felsefeyi reddetmektedir. Felsefe’yi İslam’ın ötekisi ve düşmanı olarak gören anlayışda köklü bir değişiklik olmamıştır. İslam’ın varlığı, felsefenin yokluğunu gerektirmektedir. Müslüman zihni, varlığını İslam’ın varlığına armağan eden bir felsefeye kısmen onay verebilir.