Dolar (USD)
32.21
Euro (EUR)
34.75
Gram Altın
2421.05
BIST 100
10055.98
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

28 Eylül 2022

Müslümanlar paradigmal bakabildi mi?

İnsanlık tarihine bakıldığında, medeniyetler dolayımıyla paradigmalar arası alışverişlerin yapıldığını görmek mümkündür. Bu bağlamda düşünüldüğünde içinde yaşadığımız çağda mevcut tüm birikimlerin bu etkileşimin içinden süzülüp geldiğini; dolayısıyla bugün durduğumuz noktada tüm insanlığın katkısının bulunduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.

Fakat dünyada yeni bir atılım yapan medeniyet dairesinin oluşturduğu formların içerimi kendisine ait paradigma ile onu besleyen parametreleri saklamaktadır. Doğrusu bu atılımın en temel özelliği paradigmanın dünyaya bir sözünün olması, kendi içinde bütünlük taşımasıdır. Paradigmayı Thomas Kuhn bilimin gelişim süreciyle bağlantılı bir içerikle tanımlamıştı. Biz ise çok daha geniş bir bütünlüğe atıflar yapmaktayız.

Müslümanlar tarihsel süreçte bugünü besleyen üç önemli kırılma noktası yaşadılar. Birincisi, ilmi ve düşünsel olarak İbn Haldun’dan sonra ciddi bir duraklama ve gerilemeyi tecrübe ettiler. Öyle ki bugün dünyayı karşılayacak ilmi ve düşünsel altyapıdan yoksunlar. Hatta 2000’li yıllara kadar kendisini az çok gösteren entelektüel filizlenme önemli oranda dumura uğramış görünmektedir. İkincisi, dünya ölçeğinde varolan siyasi güçlerini de kaybettiler. Üçüncüsü de, yeni bir paradigma olarak ortaya çıkan modernite karşısında varlık gösteremedikleri gibi cevaplar üretmekten de uzak oldular. Belki tam da bu sebeple şu anda Batı modernitesinin paradigmasını kabullenmiş görünmektedirler. Kimi zaman gençlerimizin inançlar konusunda yaşadığı söylenen buhranı da bu noktalarda aramak lazımdır. Hatta öyle ki, geçmişte yoğun İslami söylem sahipleri de birer birer teslimiyet içerisine girmiş tavırlar göstermektedirler.

Doğrusu müslümanların önünde iki yol bulunmaktadır. Birincisi, Batı post/modernitesine kesin bir telim olmuşlukla, Batı’nın paradigmalarını kabul edeceklerdir. Belirttiğimiz üzere arayışlardan yoğun düşen bir takım kimseler zaten bu tavırları göstermektedirler. İkincisi, dünyayı mevcut bunalımdan ve travmadan çıkarmak üzere paradigmal boyutlu tekliflerde bulunacaklardır. Tabii bunun gerçekleşebilmesi için öncelikle İbn Haldun’dan bu yana devam ettirdikleri uykularından uyanmaları gerekmektedir.

Tam da bu sebeple atılımın ilmi boyuttan başlaması gerekmektedir. Batı medeniyetinin atılım sürecine bakıldığında (aslında her türlü atılımın niteliği budur) felsefeden astronomiye fizikten tabiat ve sosyal bilimlere kadar paradigmayı temeline yerleştirdiği bir bakış açısıyla karşılaşırız. Söz gelimi; Descartes ile başlayan kırılma Tanrı-insan ve evren ilişkisinde paradigma bir yeni durumu ifade etmektedir. Bundan dolayı belki de Hegel Descartes’ı ilk modern insan olarak nitelemiştir. Ayrıca modern zamanlarda bir dizi felsefeci, sosyal bilimci ve düşünürü de dikkatle hatırlamak lazımdır.

Müslümanların Batı’nın bu mevcut birikimini değerlendirmeleri üzerlerine vaciptir. Ancak aynı oranda vacip olan bir şey daha varsa, tüm insani birikimleri üzerine yerleştirecekleri paradigmalarını iyi yazmalarıdır. Bu aynı zamanda kendi birikimlerini de iyi okumaktan geçmektedir.

Söz gelimi; hala tanımlarda insan ihtiyaçlarının sınırsız olduğu paradigmal bir zemin olarak tekrar edilmekte ve onaylanmaktadır. Halbuki sınırsız olan ihtiyaçlar değil, insanın arzularıdır. Peygamberler insanlara dünya ile irtibatlarını nasıl tutacaklarını ve arzularını nasıl kontrol edeceklerini insanlara öğretirler.

Tüketimin bir yaşam tarzı haline geldiği, tüm kimliklenmelerin tüketim üzerinden yapıldığı, dünya kaynaklarının sınırsızca heba edildiği tüketime müslümanların paradigmal düzeyde bir itirazları olmayacak mı? Gelinen noktada tüketime “yeşil boya” atılıp yola devam etmekten başka yapılan bir şey var mı?