Dolar (USD)
32.38
Euro (EUR)
34.65
Gram Altın
2398.13
BIST 100
10208.65
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

31 Temmuz 2023

​"Namus" sofrası

Söz; namustur…

Hakikati savunmak; namustur…

Görevini hakkıyla yapmak; namustur…

Maarif müdürü bana kızgınmış. Ben köylülere Teşkilatı Esasiye Kanunu’nu anlatmıştım. Kadastro’da işi olan bir köylü bir istida vermiş, bir müddet sonra da cevap istemiş. Ne cevabı denince: “ Basbayağı cevap vereceksiniz! Mecbursunuz! Kanun var!” diye dayatmış. Sormuşlar araştırmışlar, kanunu benden öğrendiğini anlayınca maarif müdürüne şikâyet etmişler.” (Sabahattin ALİ, Asfalt Yol)

Hak aramak suç…

Şikâyet, ağlamak yasak…

“Serbest sıtma ve verem, mahpus gümrükte ilaç”

Balığın kavağa tırmandığı tarih, en muteber, en bilimsel tarih…

Farklılıklar, “rejimsel krizlere” yol açar, koruma ve kollama süreçlerini doğurur idi.

Demokrasi, hukuk ve çağdaşlık adına işlenen suçların hesabının sorulamadığı bir zeminde hayat nasıl devam edebilir?

“Şahsî menfaatlerini müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edenlerin” kurduğu bir sofra; Kurtlar Sofrası ya da Şeytan Sofrası’dır.

Halil İbrahim Sofrası’na Nemrutlar oturamazlar…

Tarihi, geçmişin masalı olmaktan kurtaran; ondan ibret alınmasıdır.

Çünkü Allah’ın kanunlarında değişiklik yoktur.

Bundan dolayı “Adalet mülkün temelidir.”

Bu “adalet” sadece mahkemelerle sınırlı değildir; hayatı kapsar.

Güneşin ve aynı yerden doğup batması, mevsimlerin birbirini takip etmesi, gezegenlerin aynı yörüngede belli bir hızda dönmesi, her nefsin ölümü tatması; adalettir.

Adalet, en büyük hakikattir ve varlığın sebebidir.

Şaşmaz…

Mutlaktır.

Yaşananlar, yaşanmışlıkların devamıdır.

Zaferler de ihanetler de…

Milletin mukadderatını sofralarına meze yapmaya kalkışanların taktikleri hiç değişmedi: Suret-i haktan görünmek…

İstiklâl Harbi’nin en büyük düşmanı, mandacılık değil miydi?

Gerekçeleri de “ Düşman güçlü. Biz bu savaşı kazanamayız. Boşuna kan dökülmesin. Himaye kabul edilsin.” idi.

İstiklâl Marşı, bu zihniyete karşı milletin direniş kalesidir.

12 Mart 1921’de kabul edildiğinde, Yunan, Ankara’ya dayanmıştı.

21 ay sonra Lozan görüşmeleri başladı.

24 Temmuz 1923’te Lozan Anlaşması imzalandığında kazanılan ve kaybedilenin muhasebesi yapılamadı.

Trabzon mebusu Ali Şükrü Bey’in 27 Mart 1923’te katledilmesi de muhasebe yapmak isteyenlere bir gözdağı idi.

Bugünkü, Suriye, Ege adaları, Kıbrıs gibi meselelerin temeli budur.

Her on yılda bir rutine dönüşen darbeler de buna dâhildir.

15 Temmuz’un arkasında da bu mandacı zihniyet var.

Lozan görüşmelerinde Musul, Kerkük, Adalar, Boğazlar çözüme kavuşturulamadı.

1571’de fethedilen, 1878’de Ali Suavi’nin Çırağan Darbe Girişimi hengâmesinde İngiltere’ye kiraya verilen ve 1914’te İngiltere’nin resmen çöktüğü Kıbrıs gündeme bile alınmadı.

Ama 1974’te şartlar, Kıbrıs Barış Harekâtı’nı mecburi hale getirdi.

Lozan’da Boğazlar, limanlar ve demiryollarının tasarrufu da Türkiye’ye verilmedi.

Ne kazanıldı?..

Bu vahamet, 13 yıl sonra Montrö ve Hatay anlaşmalarıyla, 46 Sonra (1959) Zürih ve Londra Anlaşmalarıyla telafi edilmeye çalışıldı.

Türkiye’yi Kıbrıs’ta garantör devlet yapan hükümetin başbakanı ve dışişleri bakanını asarak intikam alanlar, bugün de kurdukları “namus sofrasında” terör örgütleri ve ecnebilerle gizli-açık iş birliği yapmaya devam ediyorlar.

20 Temmuz ve 14 Ağustos 1974’te yapılan Kıbrıs Barış Harekâtı’na karşı olanların Barış Pınarı Harekâtına da karşı olmalarının, 15 Temmuz Zaferi’ni “tiyatro, kontrollü” diyerek küçümsemelerinin, yok saymalarının, perdelemelerinin, milletin iradesi üstünde irade aramalarının arka planında işte bu mandacılık vardır.

Fikir fahişelerinin namusu…