Dolar (USD)
32.18
Euro (EUR)
35.00
Gram Altın
2499.16
BIST 100
10643.58
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

04 Mart 2019

Neden ''BEKA'' Meselesi?

Dünya büyük bir fırtınanın arefesinde…

Peki, bunu hangi argümanlara dayanarak söylüyorum?

1929 Büyük Buhran sonrası dünya genelinde milliyetçilik akımları artış göstermiştir.

1930’lu ve 1940’lı yıllarda Mussolini, Hitler, Stalin gibi milliyetçi liderler ülkelerin başında iken süreç İkinci Dünya Savaşı ile neticelenmişti.

Cephelere bakıldığı zaman Doğu Avrupa, Kuzey Afrika ve Güney Asya’da büyük savaşlar ve katliamlar yaşanmıştı.

Devamında ise ABD ve SSCB gibi iki büyük güç kalmış ve Soğuk Savaş adı verilen iki kutuplu hegemonik güç dönemi başlamıştı.

Bugüne baktığımız zaman sürecin o döneme çok benzediğini görüyoruz.

90’lı yılların sonu 2000’lerin başında başkan seçilen Putin, şirketokrasiyi ülkesinden büyük ölçüde temizlemiş ve küresel dönüşüm sürecinin adeta fitilini ateşlemiştir.

2000’li yılların başında başlayan şirketokrasi ve ulus devletler arasındaki güç mücadelesi 2008 küresel finans krizinin ardından etkisini artırmıştır.

2008 krizi sonrasında korumacı politikalar artmış, ekonomik milliyetçilik siyasi milliyetçiliğe doğru evrilmiştir.

Obama sonrasında “Tekrar Büyük Amerika” sloganıyla milliyetçi cepheden Trump ABD’nin başkanı seçilmiş ve milliyetçi cephede yerini almıştır.

Çin’de Şi Cinping’in söylemleri küreselci, liberal gibi görünse de izlediği politikalar Çin’in çıkarlarını önceleyen politikalar olmuştur.

Avrupa’ya baktığımızda 2017 yılında gerçekleşen seçimlerde milliyetçi söylemlerin hızla yükseldiğini görmüş ve yaşamıştık.

BREXIT süreci de yine milliyetçilik akımının bir sonucu olarak önümüzde durmaktadır.

İtalyan Başbakan Yardımcısı’nın Sarı Yelekliler hareketinin liderleriyle buluşmasının ardından Fransa'nın İtalya Büyükelçisi'ni geri çağırması da bu akımın bir sonucudur.

Bir süredir ekonomik, diplomatik, teknolojik savaşların yanında terörle mücadele kapsamında askeri çatışmalar yaşanırken bugün ülkeler karşı karşıya gelmeye başladı.

Pakistan ve Hindistan’ı karşı karşıya getiren gerilimin altında yatan nedenlere bakarsak, son dönemdeki küresel değişim ve dönüşüm sürecini görürüz.

Günümüzdeki cephelere baktığımız zaman İkinci Dünya Savaşı’nda olduğu gibi Doğu Avrupa (Ukrayna krizi), Kuzey Afrika – Ortadoğu (Suriye, Irak, Doğu Akdeniz), Güney Asya (Güney Çin Denizi, Keşmir, Wakhan Vadisi) neredeyse aynı cepheleri görüyoruz.

Türkiye

“Hedef 2023” açıklamasının ardından Türkiye’ye karşı başlatılan örtülü operasyonlar, son yıllarda örtülü olmaktan çıkıp açık bir hal aldı. Dünyanın ilk 10 ülkesi arasına girme hedefi koyan Türkiye, özellikle 2013 yılından itibaren sistematik bir şekilde saldırılara maruz kalmaya başladı.

Saldırıların en şiddetlisini 15 Temmuz hain darbe girişimiyle yaşayan Türkiye’de yeni bir dönem başladığını görüyoruz.

Bir yandan savunma sanayinde yerlileşme oranı hızla artırılırken sert ve yumuşak güç unsurları birlikte kullanılarak akıllı güç hamleleri gerçekleştiriliyor.

İkinci Dünya Savaşı ile aynı konjontürel durumu yaşayan küresel sistem için stratejik öneme sahip noktalardan biri de şüphesiz ki Türkiye’dir.

Coğrafi konumu dolayısıyla “Tek Kuşak Tek Yol” projesi gibi oluşturulacak yeni ticaret yollarının merkezinde yer alan Türkiye, diğer taraftan da dünya doğal gaz rezervinin %47’sini içinde barındıran Doğu Akdeniz’in hemen yanı başında yer alıyor.

Nitekim Türkiye’nin son dönemde askeri kapasitesindeki artışı da bu bağlamda düşünmek yararlı olacaktır.

İçimizdeki hainlerin temizlenmesi, terörle mücadelede büyük başarı sağlanması, ülke güvenliğimizin sınır ötesine taşınmasını da yine bu kapsamda düşünebiliriz.

Askeri anlamda zayıflatılamayan Türkiye, ekonomik anlamda zayıflatılıp dönüştürülmeye çalışılsa da büyük direniş gösterdiğimizi söyleyebiliriz.

Yazının başında ifade ettiğim gibi dünya büyük bir savaşa doğru hızla ilerlerken Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Devlet Bahçeli’nin beka söylemlerinin daha iyi bir şekilde anlaşılması gerekiyor.

31 Mart yerel seçimler sonrasında yaklaşık 4,5 yıllık seçimsiz dönemde ülke olarak ekonomik meselelere odaklanarak ekonomik güvenliğimizi artırmak ile uğraşmalıyız.

Küresel sistem değişirken Türkiye’nin ekonomik, teknolojik, askeri her anlamda güçlü olması gerekiyor.

Birinci Dünya Savaşı sonrasında Osmanlı Devleti’ni parçalara ayırıp nasıl küçük bir alana sıkıştırdılarsa, bugün güçlü olmadığımız takdirde tamamen bölüşüp yok etmeye çalışacaklardır.

İşte “BEKA” denildiğinde kastedilen de tam olarak budur.

Satranç tahtasının üstündeki herhangi bir taş değil masada güçlü bir oyuncu olmamız gerekiyor.

Sadece savaş anında değil, barışta da güçlü olmak için ekonomik, teknolojik, askeri ve zirai kapasitelerimizi artırmalı ve bunun için çalışmalıyız.