Dolar (USD)
32.36
Euro (EUR)
34.62
Gram Altın
2392.34
BIST 100
10154.65
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

01 Aralık 2023

​Nietzsche sonsuza kadar haklı çıkacak.

Friedrich Nietzsche, “Putların Alacakaranlığı” kitabında, herkesin bildiği bir gerçeği şöyle ifade eder: “Yaşam hakkında, tüm zamanlarda en bilgeler hep aynı yargıya varmışlardır: d e ğ m e z …”

Hayatımız inanılmaz bir hızla ilerliyor. Hırslarımızın peşinde koşmak için ne kadar gayret sarf ettiğimizi, rüzgârın terli bedenlerimize çarpmasıyla ancak anlayabiliyoruz. Bu alelade durum, bazen hayatın tam ortasında oturup soluklanmak ve bir bardak su içme ihtiyacı hissettiriyor. Fakat insan, su içerken ve soluklanırken dahi elde edeceği kazançları düşünüyor. Bu düşünceden neşet eden koşu, hayatın bütününü kaplamışken, soluklanma ve su içme fillerini fizyolojik ihtiyacın karşılandığı küçük bir zaman dilimine hapsedebiliyoruz.

Belki de bir insanın kendine yapabileceği en büyük haksızlığı yapıyor; kendimize düşünme fırsatı vermek istemiyoruz. Çünkü biliyoruz ki aklı selim her düşünce, bu hızlı koşunun yaşamamız gereken hayatın kendisi olmadığının itirafını insan yüzüne çarpmak için fırsat kolluyor. Fakat kimse bu fırsatın, ‘değmez’ denilen dünyanın peşinde koşan bedenin susamasıyla ve ruhun soluklanmak istemesiyle tomurcuklanacağını düşünmek istemiyor. Şehrin bilboardlarından içimize işleyen ‘hadi yap’ sloganları, ‘değmez’ dediğimiz her şeyi en değerlimiz haline getirerek koşunun niteliği ve niceliği hakkında bizi bizden daha çok ikna edici olabiliyor. Bu nedenle ‘hadi yap’ bedenin, ‘değmez’ ise ruhun en klişe cevaplarından biri haline geliyor.

Görünenin aksine buradaki mesele, ruh ve bedenin bu koşuda nasıl beraber yol alabileceğiyle ilgili değil; bedenin arzularının esiri haline getirilmiş ruhun yanlış yolda olduğuna kendisini ve sahibi olduğu bedeni nasıl ikna edebileceği meselesidir. İşlerin karıştığı nokta da tam olarak burasıdır: Beden nasıl ki ruhun dünyada beş para etmez işlerine (!) ve isteklerine hayıflanıyorsa, ruh da bedene bakıp “kendi çıkarı için bana her türlü muameleyi reva gördü” diyerek aynı şekilde hayıflanmaktadır. Bu durumda hangi tarafın galip geleceğine, kişinin dünyaya geliş ve var olma amacını idrak edebilme kabiliyeti karar verecektir.

İşte Nietzsche’nin söylediği sözle gelinen yol ayrımı da tam olarak burasıdır. Ruhun, dünya gözüyle para etmeyen ihtiyaçlarını gidermek için bir yürüyüşe çıkmak mı? Yoksa bedenin sınırsız haz ve zevklerine yetişebilmek için bir koşucu olmak mı?

Birinci seçeneği seçenlerin etrafında onu anlayacak pek az insan olacak ve bu durum insanı, münzevileşen bir hayatın tam ortasında bırakacak. Fakat düşünülenin aksine bu yeni mekân insana, bedeni ihtiyaçlar için oldukça kalabalık bir yerde bulunanların farkına varmadığı bir fırsatı; ‘ruhun ruhunu’ dinleme fırsatını verecek.

İkinci seçenekte ‘herkes birbirini anlıyor’ dedirtecek kadar çok insan etrafı sarmış olsa da bu durum insanı, izdiham yaşanacak bir hayatın tam ortasında yapayalnız bırakacak. Fakat düşünülenin aksine bu yeni mekân insana, ruhi ihtiyaçlar için oldukça tenha bir yerde bulunanların farkına varamadığı bir fırsatı; bedenlerin çığlığını dinleme fırsatını verecek.

İki ihtimalde de ruh ile bedeninin ancak çapraz sorguda ancak ortaya çıkartılabilecek tutarsızlıkları, ilahi olarak görevlendirilen meleklerce zapturapt altına alınmaya devam edecek. Fakat ne yazık ki ruhu doyurmak üzere kurgulanmamış olan sistem yine galip gelecek. Sonuç olarak Nietzsche yine haklı çıkacak; d e ğ m e z!