Dolar (USD)
32.51
Euro (EUR)
34.63
Gram Altın
2476.45
BIST 100
9530.47
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE


Öğretmen yetiştirme

GEÇEN hafta, yaklaşık 100 yılı aşkın bir zamandır zekâ tarlalarımızın nasıl heder olduğunu yazmış ve zayi olmanın önüne geçmenin ipucunu vermiştik.

Öğretmenlik, sadece senenin bir günü veya her günü dile dolanan ve dolandıkça doğranan bir meslek değildir.

Muallimlik, yaşam boyu gelişim ve öğrenme terbiye sürecimizin ve kâmil insan olma durumumuzun ebeveynden sonra en önemli, bazen de ebeveynden de önemli bir mesleğidir.

13 yıla ilaveten 4 yılı da göz ardı etmezsek hayat serüvenimizin en anlamlı yıllarına mührünü basan ve yaş betona kazınmış izler gibi ömür boyu unutamadığımız bu mesleği galiba dünyada bizim kadar hırpalayan çok az toplum vardır.

Öğretmen yetiştirme zihniyetimizin ve planlamamızın bir standardının olması gerekir. Bu bağlamda şimdiye kadar gelmiş olan bu zihniyet ve planlama, ters yüz edilerek ve geçmiş tecrübeleri de kendine rehber edinerek yeniden yapılandırılmalıdır.

Öğretmenlik mesleğinin cevherinin kıymetlendirilmesi gerekir. Arazlarının giderilmesi ve zatî değerlerinin yereli koruyarak evrensel değerlere ulaşması hedef alınmalıdır.

Bu bağlamda öğretmenlik mesleği topyekûn bir yeniden yapılandırmayla cemiyetin ihtiyacına ve medeniyet tasavvurumuzun canlandırılmasına bu coğrafyada huzur ve adaletin yeniden sağlanmasına en büyük katkıyı sağlayacak şekilde oluşturulmalıdır. Bu gayeler için de aşağıdaki önerilerin makul ve iyilik değerli olduğunu düşünüyorum.

Evvela, eğitim fakültelerinin konumlandırılması yeniden yapılandırılmalıdır. Ülkemizde yükseköğrenimdeki kuram merkezi olan eğitim fakültelerinin akademik zihniyet ve insan kaynaklarının durumu ile anaokulundan liseye kadar olan uygulama eğitim merkezlerindeki öğretmen kadrosunun zihniyet ve gelişim süreçleri arasında ciddi farkların olduğuna inanıyorum. Akademisyenlerin olanca varlığıyla okullardaki uygulamalardan uzak olduğunu öğretmenlerin de olanca varlığıyla kuramlardan uzak kaldığını düşünüyorum. Bu yaman çelişki ve yetersizliğin maliyetini öğrenciler ödüyor.

Çözümün acilen kuram ile uygulama arasındaki farkın ortadan kaldırılmasıyla gerçekleşeceğini düşünüyorum. Bu bağlamda Eğitim fakültelerinin YÖK’ten ayrılıp tamamen MEB’in bünyesine verilmesini ya da her ikisinden uzak bir otonom sistemiyle yönetilmesinin bu eksikliği gidereceğini düşünüyorum. İnsanı merkeze alan değerlerimizi koruyan geleneğimizi geleceğe aktaran evrensel bir eğitim yapılanması ancak aradaki bu farkı acilen giderebilir.

Bu anlayış merkezli yapılanmada asıl merkezde öğretmen olmalıdır. Terbiye ve marifetin yani eğitim ve öğrenmenin müşterek olduğu Öğretmen Yetiştirme Üniversiteleri kurulmalıdır. Eğitim bilimlerinin tahakküm ve tasallutundan kurtulmuş lakin iyiliklerinden faydalanır olmuş bir yapılanma olmalıdır. Sağlık Bilimleri üniversitelerinde olduğu gibi.

Günümüz öğretmen yetiştirme durumu analiz edildiğinde YÖK ile MEB’in ayrı iki kurummuş ve birbirinden habersiz birçok uygulamalara imza atan konum ve yetkide kendilerini konumlamış olduğunu görüyoruz.

Her ikisinin de birbirinin yetki ve sorumluluk alanına müdahil olduğunu görmekteyiz. Hakikatte ise Öğretmen Yetiştirme Üniversitelerinin tam yetki ve sorumlulukta öğretmen yetiştirmesi Eğitim Bakanlığının ise tamamen öğretmenlerin idari koordinasyonu ve özlük haklarını iyileştiren bir merkez konumunda olması gerekir.

İkinci olarak, Öğretmen Yetiştirme Üniversitelerinin acilen yüzde birlik bir dilim, hatta ülkenin en yetenekli çocuklarından oluşan bir girdiden teşekkül etmesi gerektir. Bu gerçekleşim için devlet tarafından verilecek burslar ve öğretmenliğin statülenmesinin cemiyet içindeki karşılığının yüceltilmesi ve bu mesleğin gerçek hüviyet ve konumuna kavuşturulması için bütün paradigmal zihniyet oluşumu toplumun herkesimi tarafından yapılmalıdır.

Üçüncüsü, öğretmenlik mesleğine sadece öğretmenlik girdisi ile hak kazanmış ve öğretmen olmak için bütün bu süreci doğru tamamlamış adaylar atanmalıdır.

Milli ve evrensel bir dava gibi görülen öğretmenlik mesleğinin yeterliliği her türlü gündelik çatışmalardan ve popülist yaklaşımlardan uzak tutulmalıdır.

Meslek erbaplarının varlığının nisbî hakikati mesleğe atanacak kişilerin öğretmenlik formasyon cevheri ve toplumun değerleri üzerine bina edilmelidir.

Dördüncüsü ise, en az diğerleri kadar kıymetli olan bir parametredir. Öğretmenlik mesleğine atanan adayların meslekte devam etme yeterliliğinin veya mesleği bırakma yetersizliğinin kendi hür iradeleri ve vicdanî muhasebeleri neticesinde oluşmasıdır. Ne kanunun yeter demesine, ne de eğitimle alakalı olmayan şartların zorunlu devam demesine fırsat vermeden öğretmenin kendisinin mesleği sonlandırmasına sebep olacak bir donanımda olması gerekir.

Beşincisi ise, öğretmenlik mesleğine girenlerin her türlü sendikal yapılanmalardan ve örgütlenme oluşumlarından uzak kalmasıdır.

Mesleğin kutsallığı ve sorumluluğu aynı zamanda sürekli yeterli olma durumu öğretmen adayını bu tarz yapılanmalara muhtaç bırakmayacaktır.

Devletin öğretmene sağladığı idari ve mali özerklik durumları ve ulaşmaları gereken hakları süreç içinde gecikmeksizin vermesi ise bu tarz bir oluşuma öğretmenlerin dahil olmasını gönüllü engelleyecektir.

Netice itibariyle öğretmenlik mesleği için bu önerilerimiz ne bir fantezi, ne de ütopik bir hayaldir. Günümüz dünyasında gelişmişlik çizgisinde görülen ülkelerin çoktan beri uyguladıkları hakikatlerdir.

Haftaya da öğretmenlerin değerliliğini yazmak istiyorum.