Dolar (USD)
32.83
Euro (EUR)
35.23
Gram Altın
2445.41
BIST 100
10471.32
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

26 May 2024

Okurken çalışmak!

Ortaokulda okurken, bizim oralardaki “mobilya-döşeme” atölyelerine gider, işleri çok yoğun ustalara, kalfalara yardım ederdim.

Yarım zamanlı çıraklık gibi bir şey.

O zamanlar, yüzleri eskiyip “kolon”ları gevşeyince, kaldırılıp atılmazdı evdeki koltuklar....

Döşemecide gevşeyen yerleri sıkılaştırılır, eskiyen yüzleri değiştirilirdi.

Ben öylesine giderdim, vakit geçsin diye, biraz da çekiç tutmasını, kolan-astar çekmesini, kabara çakmasını öğreneyim diye…

Oralarda ailelerinin maddi durumları kötü çıraklar tanıdım, onlarla arkadaşlık yaptım, birlikte yemek yedim.

Evlerine gittiğimde hayatlarını gördüm.

Birinin annesi evden kaçmış, dört yaşındaki kardeşi ve bir büyük mağazada “hamal” olarak çalışan babasıyla birlikte hayata tutunmaya çalışıyorlardı.

Halime şükrettim.

Hayatı oralarda tanıdım.

Şükrü oralarda öğrendim.

Okulda anlatılmıyordu bunlar.

Alın terinin ne demek olduğunu, iş hayatında öğreniyorsunuz.

x

Getir götür işlerine yardımcı olmamdan, çıraklara verilen işlerden bir bölümünü “ısrar ederek” yapmamdan dolayı bana harçlık da verirlerdi bazen.

O küçücük paraları harcarken çok dikkatliydim, zira, emeğimin karşılığıydı ve kolay kazanmamıştım.

Oralarda, ne hayat hikâyeleri vardı.

Ben o hikâyelerin dinleyerek, yaşayarak büyüdüm.

Geçtiğimiz günlerde bir bölümünü paylaştığım hayat hikâyemdeki zorluklardan dolayı şükrediyorum; “ortalama”nın üstünde dirençli olmamı sağladı her bir sıkıntı, acı.

Büyüdüğümüz yerlerde, ailelerinin maddi durumları çok iyi çocuklar da vardı.

Bisikletin en güzeli onlara alınıyordu, bakkal veresiye defterine istedikleri kadar yazdırma "hakkına" sahiptiler.

O yaşlarda marka takılıyorlardı.

“İthal” ürünlerin yasaklı olduğu dönemlerde, yabancı markaları el altından satan “esnaf”lara gidip, alış veriş yapıyorlardı.

Kot pantolon, tişört, spor ayakkabısı, hep en pahalı markalardandı.

“Orijinal Livaysss” filan…

Ne var ki, aileleri yaptıkları "yatırımların" karşılığını pek alamadı onlardan.

Geniş imkânlar denizinde yüzdürülen çocukların, okul ve iş hayatlarında pek de başarılı olamadıklarını gördük.

Evlerine sürekli olarak “özel öğretmen” getirilmesine rağmen, üniversite sınavlarında anne-babalarının istedikleri yerleri “tutturamadılar”, işlerinde onlar kadar başarılı olamadılar.

Aileleri, bol imkânlar sunmak yerine, yaz tatillerinde bir yerde çırak olarak verseydi ve onlardan “harçlıklarını” çıkartmalarını isteseydi, sonuçlar nasıl olurdu acaba?

Rahatlıkta zahmet, zahmette rahatlık var.

Bu devrin çocuklarının, gençlerinin önemli bir bölümünün en büyük sıkıntısı, “sıkıntı çekmemek” olabilir mi?

Ben, “dedemlerin” maddi durumları çok çok iyi olduğu halde, pazarlarda, hastane bahçelerinde otuz iki dişe keman çaldıran buz gibi sulardan satar, oyuncaklarımı, kitaplarımı oralardan gelen paralarla satın alırdım.

Ne günlerdi o günler…

O vakitler, bütün harcamalarımıza dikkat ederdik.

Evlerde boşa ışık yanmazdı mesela; her bir şeye, her bir kaleme dikkat ederdik.

Çukurpazar’daki esnaftan “kırık yumurta” alırdık; hafif kırık, biraz ucuz.

Evlerimiz odunla ısınırdı, kışa hazırlık için alınan yakacakları biz, kendimiz, mahalledeki arkadaşlar, hep birlikte taşırdık.

Evlerden birine odun geldiği zaman, mahallede şenlik olurdu.

Hep birlikte taşır ve dizilip emek karşılığı “harçlık”larımızı alırdık.

Ben, Cuma Pazarı’nda bir “maydanozcu” amcaya yardım ederdim.

İhtiyaç için tezgâh başından ayrıldığında, bütün satış bana kalırdı.

Önlüğümde biriken bir dolu parayı avuç avuç verirdim kendisine, içinden “tek kuruş” almayacağımı çok iyi bilirdi ve mesaim bittiğinde harçlığımı eksiksiz alırdım.

“Maydanozlar her eve lâzım!” diye bağırırdım, melodisiyle.

İnsan bir yerlerde çalışınca, toplum önünde bağırıp, konuşunca çekingenliğini aşıyor.

Cep telefonlarıyla büyütülmüş çocuklar, medeni cesareti nereden alacak?

Bizleri olgunlaştıran, özgüvenimizi arttıran, sokaktaki oyunlarımızdı.

Oralarda ne çekişmeler yaşanır, ne kavgalar çıkar, ne ittifaklar kurulurdu…

Sokaklarda hayatı öğrenirdik biz.

Hakkını yedirmemek için icabında kavga etmeyi göze alırdık.

MECBURİ EĞİTİM .. LİSE GİBİ ÜNİVERSİTELER

Şimdilerde, “cep telefonu” ile büyütmeler var.

Anneler babalar için büyük kolaylık, ver eline telefonu, bak işine!..

Okula kadar öyle, okuldan sonra da 25’ine kadar, sınav, vize, final habire…

Ve bomboş geçen tatiller, ara tatiller!

Mecburi eğitim tam 12 sene, ardından da, adeta mecburi hale gelmiş 4-5 yıllık üniversite hayatı var.

Nüfusu 10 milyona yaklaşan üniversite öğrencilerimizin kahir ekseriyeti, “mesleksiz” vaziyette mezun oluyor.

Birçoğu da “hem okuyup hem çalışmayı” düşünmüyor.

Genç isterse çalışabilir mi?

Hem okumak hem çalışmak mümkün değil mi?

Çoğu yerde imkânlar kısıtlı ama buna rağmen ikisini bir arada götürenler var.

İletişim fakültelerinden birinde, gençlerle sohbet ederken, kaçının hem okuyup hem çalıştığını sordum.

Oradakilerin onda bir kadarı bunu yapıyormuş.

Diğerleri, “piyasada iş olmadığını” söyledi, içlerinden birkaçı, “eğitime ağırlık verdiğinden” bahsetti.

“Piyasada iş olmadığını” söyleyenlere nerelere başvurduklarını sordum.

Birkaç müracaatları olmuş, sağa sola haber salmışlar ama sonuç çıkmamış.

x

Üniversite öğrencileriyle konuşmayı biraz daha uzattığınızda, büyük bir bölümünün “Devlet’e kapak atmayı” hedeflediğini görüyorsunuz.

Ya memuriyetten ya da yurt dışında yaşama-çalışma hayalinden bahsediyor, epeyce bir kısmı.

Yurt dışına gitme hayalini kuranlardan ne kadarı, elindeki imkânları kullanarak “yabancı dil” öğrenmek için çaba sarf ediyordur acaba?

Ya da yurt dışına gitmek istemese de…

“Şu üniversite hayatında yabancı dil meselesini halledeyim” diyenlerin ve bunun için yapılması gerekenleri yapanların oranı nedir?

İnternet dünyası, yabancı dil öğrenmek için sınırsız ve önemli bir bölümü de ücretsiz imkânlar sunuyor ama gençlerin dilinde hep “Bizim okullarda öğretilmiyor ki abi!” söylemi var.

“Her gün yarım saatini ayır düzenli olarak, bak gör ne oluyor?” desek mi demesek mi?

Dedik ya…

Devlete kapak atma arzusu çok yaygın.

Gençler, “toplu sözleşme, garanti maaş, garanti iş, garanti izin, iş garantisi, sosyal haklar” gibi cümlelerle izah ediyor bu arzuya yol açan sebepleri.

Onlara karşı çıkacak durumumuz yok.

Özel sektör gerçekten çok daha sıkıntılı.

Devlete kapak atma arzusu bu kadar yaygınsa, dönüp kendimize bakmalıyız.

x

Bugünkü modelden, “lise” benzeri üniversite dünyamızdan çok da ümitli olmadığımı bilirsiniz.

”Kişisel” çözümler teklif ediyorum hepinize.

Her genç, okurken iş hayatının bir yerinden tutmalı. Hayatı "orta yaşlara" kadar ertelememeli!