Dolar (USD)
32.18
Euro (EUR)
35.00
Gram Altın
2499.16
BIST 100
10643.58
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

11 Mart 2019

Olan Biteni Anlamak İçin…

Küresel ekonomi gittikçe daha karmaşık hale geliyor.

ABD gibi liberal ekonominin baş aktörü bir ülke milliyetçi politikalar uygularken Çin gibi sosyalist yönetime sahip olan bir ülke küreselleşmenin en büyük savunucusu haline gelmiş durumda.

Roller değişirken liberal ekonomik politikalar da geçerliliğini kaybediyor.

Adam Smith’in Mutlak Üstünlükler Teorisi, David Ricardo’nun Karşılaştırmalı Üstünlükler Teorisi çerçevesinde hareket eden ve diğer ülkelere de bu yönde politika uygulatan kapitalist “Batı” dünyası kendisi dışındaki ülkelere düşük katma değerli ürünleri ürettirip kendisi yüksek katma değerli ürünleri üretmiş ve gittikçe daha zengin hale gelmişti.

Ancak diğer ülkelere sürekli “Gelişmeniz için bizim dediklerimizi yapmanız gerekiyor. Eğer dediklerimizi yaparsanız siz de bizim gibi gelişmiş ülke konumuna gelebilirsiniz” diyerek sürekli umut pompaladı.

Bugün geldiğimiz noktada küresel gelir, belli bir grubun elinde toplanırken gelir dağılımı adaletsizliği hızla artıyor.

Bir dönem hard power (sert güç) kullanarak ülkeleri sömüren kapitalist “Batı” dünyası, soğuk savaş sonrasında soft power (yumuşak güç) unsurlarıyla yeni formatıyla sömürüye devam etti.

Önceden doğrudan sömürürken sonrasında dolaylı yollardan sömürmeyi sürdürdü.

Dolaylı sömürünün en önemli silahı da şüphesiz ki faizdi…

Kendisi dışındakileri gelişmekte veya az gelişmiş ülke olarak sınıflayan “Batı” dünyası sürekli yeni teoriler ile kendisini yeniden üretmeye devam etti.

Kalkınmanız için sanayileşmeye, sanayileşmek için yatırımlara, yatırımlar için tasarruflara ihtiyacınız var ancak sizin tasarruflarınız olmadığı için bizden kredi almalısınız” diyerek yüksek faizli krediler üzerinden yeni nesil sömürü sistemine geçilmişti.

Bir yandan basın, medya, sinema, sivil toplum kuruluşları aracılığı ile refah(!) dolu bir hayat vaat ederek zihni dönüşümü sağlayan “Batı” dünyası diğer taraftan oluşturdukları sûni krizler ile faiz oranlarını sebepsiz yere yükseltmeye devam etti. Böylece kendisi dışındaki ülkeler bir yandan daha fazla çalışmaya zorlanırken diğer taraftan sonu gelmeyen hayaller peşinde koşturmaya devam etti.

Türkiye

Yıllarca “siz yüksek katma değerli ürün üretmeyin. Biz üretip size satalım, siz de tarımsal ürünler üretin, bizim markalarımız için tekstil ürünleri üretin, bize satın” denilerek Türkiye’nin de içinde olduğu birçok ülkenin bir üst lige çıkması engellendi.

Bu engel sadece dışarıdan olmadı. Bu mantıkla yetiştirilen eğitim sistemi ile içeriden de bu düşüncenin desteklenmesi sağlandı.

Türkiye bu döngüyü yıkmak için son yıllarda büyük bir adım attı. Savunma sanayinde yerlileşme yönünde önemli projeler gerçekleştirildi. Artık yüksek katma değerli üretim yapmayı öğrenmeye başladığımız ortaya çıktı. Daha sonra 2018 yılı mayıs ayında 135 milyar TL’lik teşvik paketi açıklandı. Yüksek katma değerli üretimin savunma sanayiden diğer sektörlere yayılması için büyük bir adımdı.

Ancak Türkiye ne zaman stratejik bir hamle yapsa hemen operasyonlarla karşılaştı.

2013 yılında IMF’e borcunu sıfırlayarak bu mengeneden çıkmak üzere önemli bir hamle yaptı. Ancak hemen ardından “Gezi olayları” ile faiz oranları yükseldi… Daha sonra 17/25 Aralık emniyet ve yargı darbe girişimi, Kobani olayları, canlı bombalar, hendek-barikat terörü, 15 Temmuz darbe girişimi ve finansal saldırılar…

Bugün yaşadığımız süreç adeta bir doğum sancısı.

Yıllarca üretmeyip dışarıdan aldığımız ürünleri artık kendimiz üreteceğiz. İşte bu hamle kapitalizmin çarkına çomak sokulmasıdır.

Dışarıdan ithal ederek düşürdüğümüz enflasyon ithalatın azalmasıyla yükselişe geçti. Cari açık azalırken büyüme oranları da düşmeye başladı.

Ancak bu durum ekonomideki yerlileşme dönüşümüyle birlikte yeniden düzelecektir.

Dışarıdan yabancı yatırımlar ile Türkiye’de sadece montajının yapılması değil yerli üreticilerle yerli imkânlarla üretilecek yüksek katma değerli ürünler Türkiye’nin son yıllarda içine düştüğü orta gelir tuzağından da çıkmasını sağlayacaktır.

Ancak bu dönüşüm sadece belli birkaç kişinin çabasıyla değil milletçe topyekûn mücadele ile daha hızlı başarılacaktır.

Bunun için de bizim önce kendimizi sonra çevremizdekileri geliştirmek zorundayız.