Dolar (USD)
32.44
Euro (EUR)
34.76
Gram Altın
2433.57
BIST 100
10082.77
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

24 Ağustos 2015

ÖLÜM ÇILGINLIĞI DEĞİL, YAŞAM KÜLTÜRÜ LAZIM!

7 Haziran seçim sonuçları sonrasında ülkemizde ciddi bir kriz durumu ortaya çıktı. Hiçbir koalisyon formülü gerçekleştirilmediği gibi, siyasi partiler arasındaki ilişkilerde çok sert ve katı hale geldi. Partiler, şu an hükümetin kurulmamasından kendilerinin sorumlu olmadığını, diğerlerinin sorumlu olduğunu topluma anlatmak için değişik söylemler ve hamleleri geliştirmeye çalışıyorlar.

Siyasi partilerin argümanlarından bağımsız olarak karşımızda net bir tablo söz konusudur. Türkiye, bir koalisyon hükümeti kurulamadığından dolayı hızla kasım seçimlerine doğru yol almaktadır. Kasım seçimlerinin, tek başına güçlü bir iktidar tablosu ortaya çıkarıp çıkarmayacağına dair yorum ve öngörüler yapılmaktadır. Mevcut veriler ışığında kasım seçimlerinde siyasi tablonun değişmeyeceği yönündeki kanaatin kamuoyunda daha ağırlıklı olduğu görülmektedir. Şu anda yapılacak seçimin mevcut siyasi tabloyu değiştirmeyeceğini söylemek için çok erken olabilir. Toplumun siyasi tercihlerinde meydana gelecek değişmelerin ve kaymaların belirlenmesinde şiddet ve kriz faktörlerinin belirleyici olacağını söyleyebiliriz.

Toplumun şiddet ve kriz olgularını nasıl okuduğu, anlamlandırdığı ve ne yönde çözümlenmesini istediği soruları önemlidir. Toplum, ekonomik ve siyasal istikrarın, demokratik düzenin işleyişinin sorunsuz işlemesinden yanadır. İçinde bulunduğumuz şiddet sarmalı karşısında toplum ölüm değil, yaşam istemektedir. Çocuklarının ölümüne ağlayan insanlar değil, çocuklarının yaşamlarıyla mutluluk ve coşku duymak isteyen bir toplum olma isteğinin en temel talep olduğunu söyleyebiliriz.

Yeni bir seçime silahların, çatışmaların ve cenazelerin içinde gitmek büyük bir olumsuzluktur. Şiddet ve çatışmalardan dolayı sahici bir barış, hukuk ve özgürlük gündemi oluşturmadan yeni bir seçim sürecini daha heba etme tehlikesiyle karşı karşıyayız. Sorun herhangi bir partinin tek başına hükümet olması veya olmaması, yada bir partinin oyunu arttırıp arttırmaması değildir. Sorun, Türkiye'nin özgürlük, refah, adalet ve demokrasi standartlarını arttırarak gerçek anlamda özgür bir toplum ve hukuk devleti olmasıdır.

Çözüm sürecinin bittiği ve koalisyon hükümetinin kurulmadığı bir tablo önümüzde durmaktadır. Çözüm sürecinin bitmesine, koalisyonun kurulmamasına neden olan şey, içimizdeki tatmin olmayan şiddet, çatışma ve gerilim saplantımızdır. Gerilim ve çatışmanın siyaset olmadığını, söz ve diyaloğun siyaset olduğunu kavramamız gerekmektedir. Farklılıklarımızla beraber bizim birlikte olma, işbirliği yapma ve beraber çalışma yetenek ve kapasitemizin cılızlığı ve zayıflığı üzerinde ciddiyetle düşünmemiz gerekmektedir.

Devrimci halk savaşı çağrılarının ve özyönetim ilan etme eylemlerinin, barışa ve çözüme hiçbir katkısı bulunmamaktadır. Bu söylemler ve girişimler, daha çok kanın dökülmesinden ve şehirlerin harabeye çevrilmesinden başka bir sonuç doğurmamaktadır. PKK, ne kadar Kürt kanı dökülürse o kadar toplumsallaşacağı anlayışından vazgeçmelidir. Kan üzerine bir ulusal kimlik ve egemenlik inşa etme düşüncesi, büyük bir yanılgıdır. Silahın ve şiddetin işlevsiz ve anlamsız olduğu bir çağda barışın ve diyaloğun tek yol olduğu sahici anlamda benimsenmelidir.

Şiddet ve çatışma, insana insan olarak bakmamıza engel olmaktadır. Şiddet, insanı nesneleştirmektedir. İnsana terörist, militan, özgürlük savaşçısı, asker ve polis olarak bakıldığı zaman kişinin insan olmasının bir değeri kalmamakta, yapılan şiddet değişik adlar altında meşrulaştırılabilmekte ve yüceltilebilmektedir. Şiddetin ve çatışmanın bitmesi için, şiddete ve çatışmaya taktiksel düzeyde değil, temelde bir itirazda bulunmak lazımdır. Şiddetin hiçbir ahlaki, İslami ve insani meşruiyeti yoktur. İslam, fıtri olanın şiddet değil barış, ölüm değil hayat olduğunu insana öğretmektedir.

Savaş ve şiddet ortamına girildiği zaman, ondan çıkmak imkansızlık derecesinde zordur. Şiddetin olduğu yerde akıl ve sağduyu ortadan kalkmakta, şiddet insanı ve toplumu bütünüyle esir almaktadır. Savaş ve şiddete esir olmuş bir toplum, milliyetçiliğin, fanatizmin, saldırganlığın tuzağına kolaylıkla düşebilmektedir. Şiddet, ölme ve öldürmeyi yücelten bir akıl tutulması durumu olup insanın insana ve Allah'a karşı azgınlaşmasının bütün yollarını açmaktadır. Savaşın ve şiddetin olduğu bir yerde kadınların, çocukların ve yaşlıların öldürülmesinin, mabetlerin yıkılmasının ve doğanın tahrip edilmesinin nedeni bu kontrol edilemeyen ölüm çılgınlığıdır.

Dünyada en büyük gaye, yaşamak ve yaşatmaktır. Hangi gerekçe ile olursa olsun, ölüm ve öldürme hayatın gayesi olamaz. Allah, hayatı yüceltmekte, tek bir insanın yaşamını ve ölümünü bütün insanlığın yaşamı ve ölümüyle özdeşleştirmektedir. Ölümü ve şiddeti yücelten ve meşrulaştıran şovların ve söylemlerin, hiçbir insani, ahlaki ve İslami karşılığı yoktur. Fıtri olan yaşam ve yaşatmaktır. Bugünün en önemli sorusu, herkesin yaşamak ve yaşatmak için seferber olmasıdır. Yaşamayı ve yaşatmayı kendilerine amaç edinmiş, bu temelde bir hukuk ve barış inşa etmek isteyen kitleler gerçek anlamda ümmet olabilirler.