Dolar (USD)
32.46
Euro (EUR)
34.72
Gram Altın
2427.84
BIST 100
0
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

21 Kasım 2021

Ölümü Güzelleştiren Şair

İçimde ölen öldü kalan kaldı ben aynı

(Sezai Karakoç, Sesler, 1962, s. 100-101)

İnsan, ruhun bâki olduğunu ve gidenin “mekân değişikliği” yaptığını bilerek yaşar. Pek çoğumuza doğumdan itibaren işlenmeye çalışılan bu hakikat, kitabi bilgi yoluyla olduğu kadar, sezgisel olarak da kendini ortaya koyar. Yaranın iyileşmesi, baharın gelmesi, kuruyan çiçeklerin açması, göçmen kuşların dönmesi ve toprağın suyla uyanması yeniden dirilişin algımıza hitap eden tezahürleridir.

Ferdin ayrılık karşısında duyduğu derin acının bir bilim adamı, bir sanatkâr, bir Hak âşığı, vatana kendini adamış bir nefer gibi abide şahsiyetler söz konusu olduğunda toplumu kuşatan bir tavra bürünmesi “bilmemek” sebepli değildir. Yaşamı boyunca onlarca insanın hakkına hukukuna giren, yalan söyleyen, kendini haset ile besleyen, kötülük eden, cana kıyan, zulmeden milyonlar da bilir ki ölüm var ancak bu, öteler anlayışından yoksun, içselleştirilemeyen bir ölüm onlar için. O mühletli ayrılığı özümseyebildiği halde kedere gark olanlar ise, dünya hayatındaki azalışlarına üzülürler en çok. Bencildir bu üzüntü, bir kere daha görebilme ihtimâlinin ahından nasip alır.

Yakın zaman önce büyük bir şair, âlim ve mütefekkir olan müstesna bir kıymeti aslî vatanına yolcu ettik. Şiirin insanda vücut bulan en nadide hâliydi o… Yaşadığımız ise kendimize dair duyduğumuz ben odaklı hüzündü. Çünkü pek çok kimse şairi dünya gözüyle görebilmek ümidini hep diri tuttu. Nedense üstatla yağmurlu bir havada, Mısır Çarşısı civarında, dibek kahvesi alırken karşılaşıvereceğime dair çocuksu bir inancım vardı benim de. Baharat kokuları arasından bir rüya gibi çıkıveren, kapanmış şemsiyesini baston gibi tutan; o mu siyah paltosuna sarılıyor, palto mu ondan feyz alıyor tepeden tırnağa tevazusu içinde anlaşılamayan, “Monna Rosa” şiirini ezberden okuyarak selamlayınca tebessüm eden bir buluşma tasavvuru vardı zihnimde… Nasip olmadı. Sadece ümidimiz yerini uzak bir hayale bıraktı. Ancak bu irtihal bir kere daha gösterdi ki kişi, yaşantısının ve hâlinin büyüklüğü ölçüsünde bir tesir bırakıyor. Kitlelerin hüznünü ve duasını imrenilesi bir hikâyeyi miras bırakarak bir merkezde topluyor. Şiirleri kutlu bir şarkı, ezberlenmiş bir dua gibi dilden dile, kalpten kalbe intikal eden Sezai Karakoç da ötelere vuslatıyla bizlerde derin ve gittikçe artacak olan bir hasret duygusu husule getirdi. Düşünüyorum da, ömrünce karşılaşmadığı ancak kelimeleri ile ulaştığı kimselerde babasını, yârini, dostunu kaybetmişçesine onulmaz bir yara açmak, güzel ve samimi bir ömrün sadırlara akseden kuvveti ile açıklanmazsa başka ne ile izah edilebilir?

Monna Rosa, Köşe, Kapalı Çarşı, Sürgün Ülkeden Başkentler Başkentine, Şahdamar, Anneler ve Çocuklar, Balkon, Kara Yılan, Şehrazat, Hızırla Kırk Saat, Liliyar ve daha pek çok şiirini toplumun hafızasına nakşeden şair, mısraları ile nesillerin nabzını tutabilen; aşka, yağmura, merhamete, çocukluğa, anneye, acıya, çarpık modernleşmeye, hasrete dair birikenleri yeni bir ses ve tavırla ortaya koyabilen ender kabiliyetlerdendi. Münzevi bir yaşam sürse de milletiyle bu kadar hemdem olabilmesi, milletine hemdert olabilmesi “o ses” i yakalamasındandı. Diğer taraftan o, tahayyülleri zorlayan medeniyet şuuruyla, kadim kültürü yeni terkiplerle yeşertebilme kabiliyetiyle, yüzünü batıya çevirmeyen Doğu algısıyla sancı çeken ve kendini bir sancıya hasretmenin hikâyesini ortaya koyabilen devasa bir gönüldü:

Kaç aşktan ters yüz edilmiş

Aşık varsa hepsi ben

Bütün çiçeklerle donanıp

Bütün insanlarla ölen (Çatı, 1961, s. 82)

Edebiyat Yazıları’nda “peygamberler de gelmişlerdir; ama onlar “dosdoğru” gelmişlerdir. “Gönderilmişler”dir. Gelmenin, gönderilmenin bilincindedirler. Oysa sanatçı, çoğu kez, geldiğini bile bilmez (I, s. 25), diyen Karakoç, gönderildiğini bilenlerdendi hiç şüphesiz. İmbikten geçirdiği bir yaşam anlayışıyla ölümü bir kez daha güzelleştirdi. Bu hâliyle bize yaşantının yazılandan hisse aldığını da ispat etti. Zaten ölümle yıkanmak şiarıydı şairin;

Seni çevreleyen ilahi dünyayı gönlünde öldüreceğine sen git ölümde yıkan, ölüm ab-ı hayatında yıkan ve ebedî hayat bularak geri dön. Toprak, işte böyle anlamlı bir çağrıdır insana (Yitik Cennet, s. 21).

Sezai Karakoç madde ve gösterişin hâkimiyetini reddeden onurlu bir ömür yaşadı. Üzerine yazılan sayısız eser, hakkında yapılan onlarca tez, şiirini merkez alan inceleme metinleri ve hayatta iken okunup kanıksanan eserleri de onun ebedî yolculuğuna çıkmadan takdir edildiğinin göstergeleridir. Biz, bize daima Allah’ı ve hakikati hatırlatan mütefekkir şairden razı olduk, onu çok sevdik. Rabbim de sevsin ve sevindirsin.

Selam ile.