Dolar (USD)
32.33
Euro (EUR)
34.69
Gram Altın
2392.94
BIST 100
10276.88
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

01 Eylül 2018

Ömrünü ilme vakfeden adam

İlmî bir meseleden bahsedildiğinde kaynak önemlidir. Edineceğiniz bilgilerin kaynağı sağlamsa istikametiniz de sağlam olur.

Bunu nasıl başarırsınız?

Eğitime, tarihe, edebiyata, kültür ve sanata dair söyleyecekleri olanların kaleme aldıklarını okumakla. Bunun en güçlü kanalı ise yayınevleridir. Bu anlamda Cağaloğlu piyasası âdeta fikir coğrafyamızın başkenti özelliğini taşımaktadır. Fakat son yıllarda dijital alandaki gelişmeler, kitaplara olan ilgiyi daha da azaltmaya başladı.

***

Türkiye İstatistik Kurumu’nun yayınladığı verilere göre, Türkiye’de kitap okumaya ayırılan süre günde 1 DAKİKA. Kitap okuma oranı BİNDE BİR. Buna karşın, televizyon izlemeye 6, internete ise 3 saat harcanıyor.

Bu rakamlara antitez geliştirip “Türkiye’de kitap endüstrisi hızla büyüyor, 2016 yılında 60 bine yakın yeni kitap çıkmış, dünya sıralamasında 11’inci en büyük kitap cirosuna sahibiz. Sizin yaklaşımınız ‘şehir efsanesi’ denebilir.

Benim derdim rakamlar değil.

Modernizm; ana rahmine düşer gibi toplumlar üzerine düştüğünde, hem iktisadi, hem de ruhî açıdan dönüştürüyor insanları. Her dalgalanmada toplum ve gençlik uzuvlarından bir şeyler kaybediyor. Neslimiz “popüler kültür”ün esiri oluyor!..

***

Yine TÜİK’in verilerine göre, Türkiye'de 2017 yılı itibarıyla 1 millî, bin 146 halk, 564 üniversite ve 26 bin 415 örgün ve yaygın eğitim kurumu olmak üzere toplam 28 bin 126 kütüphanefaaliyet gösteriyor. Millî Kütüphane’nin 26 bin 478, halk kütüphanelerinin 2 milyon 201 bin 39 ve üniversite kütüphanelerinin ise 3 milyon 814 bin 500 üyesi bulunuyor.

Fakat bu kütüphanelerdeki kitaplar arasında gezinenlerin oranı hiç de parlak gözükmüyor.

***

Tekrar yayınevi piyasasına dönelim!..

“Coğaloğlu, Unkapan’ı piyasasına dönüştü” özeleştirisini yaparsak buna yüksek perdeden itiraz edenlerin sayısının az olacağı kanaatindeyim. Çünkü son yıllarda yayınlanan eserlerin çokluğu yanında bu eserlerin nitelik ve nicelik bağlamında problemli olduğu ortadadır.

Kültürel dinamikleri bir tarafa bırakıp, ticari kaygılarla parayı bastıranın kitabını yayınlayanların, star yazar üretme kolaycılığına kaçanların, fikir yoksunu insanları büyük yazar olarak sunanların para sevdası yüzünden “kültürel emperyalizm”e omuz verdiği aşikâr.

Bu furyada edebiyat ve sanat kapitalistleşen piyasaya boyun eğerek, varlık sebebi olan “fikri rol modelliğini” kaybetti. Elbette ki bu mesele dünün meselesi değil, nereden baksanız 200 yıllık hikâyesi var.

10. yüzyıldan 17. yüzyıla kadar okuyan, düşünen, medreseleriyle, kütüphaneleriyle medeniyetlere yön veren bir kültürün hamisi iken, 17. yüzyıldan günümüze kadar olan dönemde; “popüler kültür”ün etkisiyle yavanlaşan, okumayan, düşünmeyen, bilgi üretmeyen bir toplum haline gelmenin sancısını çekiyoruz.

80’li yıllarda ise kitaplar el bombalarıyla, silahlarla birlikte teşhir edilir olunca; fikri anlamda bir tufan piyasayı teslim aldı. Okuyucuyu sömürmeye dayalı bir düzen kuruldu. Moda dünyasında taklitçilik rüzgârı esritenler, bu defa yayın dünyamızın canına okudu!.. Reklamı sağlam(!) olan kitaplar bestseller listesine girerek piyasanın zirvesine oturdu!..

Dezenformasyona dayalı batı taklitçileri, üretimi köstekleyen kopyacı bir ortamın kapılarını araladılar. Ucuz, tez tüketilen, basit, eğlendirici, yozlaştırıcı eserlerle toplumun ruh dünyasını istila ettiler. Oluşan bu ortamı fırsata çevirmek isteyen yayınevleri, telif eserden çok batı dünyasından çeviri kitaplar yayınladılar.

Piyasa yapıcıların yozlaştırma saldırıları karşısında, kendi kültür kaynaklarıyla bağ kurabilen, direnen ve insanı uyanık tutan eserleri üreten yayınevleri kalmadı mı? Elbetteki kültür, sanat ve edebiyat dünyamıza nefes veren ve bütün zorluklara rağmen gönül yolculuğundan ödün vermeden yoluna devam eden yayınevleri de vardı. Ruh dünyamızın yitik hazinelerinin izini süren bu kurumlar sağlıklı bir toplum oluşturma ümitlerini hiçbir zaman kaybetmediler. Bugün düşünce, bilim, inanç, kültür, edebiyat ve sosyal dokumuza dair bazı değerlerimizden bahsedebiliyorsak bunda “tüccarlaşmayan”yayınevlerinin katkısı büyüktür.

Yayınladıkları eserlerle insanlara kendine güvenme fikrini aşılayarak, köklerini keşfetme yolunda kılavuzluk edenler, medeniyetimizin yitik hazinelerini tekrar topluma kazandırdılar.

***

İşte bu erozyona direnen yayınevlerinden birisi de hiç kuşkusuz Beyan Yayınları’ydı. 1982 yılında Ali Kemal Temizer tarafından kurulan yayınevi, hayatın her alanına dair kitaplar yayınlıyor. İslâm kültürünün temel değerlerini yüceltmek için fikir serdedenlerle birlikte okurlarına ulaşmaya devam ediyor.

Sözün tam da burasında yol ve yolculuk hikâyesine katkı sağlayan bir isimden bahsedeceğim.

İlahiyatçı, tarihçi ve gezi yazarı Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma’dan.

Sırma, 1944 yılında Siirt’te başlayan “Yalan Dünyayı Adımlama” hikâyesine bir seyyah gayretkeşliğiyle hâlâ Siirt Üniversitesi’nde İlahiyat Fakültesi Dekanı olarak devam ediyor. Ali Kemal Temizer beyin, Erzurum Yüksek İslâm Enstitüsü’nde İslâm Tarihi hocası olan Sırma’nın yol hikâyesi o kadar uzun ve bereketli ki, burada atlatabilmek mümkün değil.

Onun için kısa bir yol hikâyesiyle devam edelim.

Salı sabahı Fatih Camii’nin bereketli gölgesinde beni menzile taşıyacak otobüsü beklerken, bir güzel insan adım adım yaklaşıyor. Hafızamı zorlamadan, gönlümde yer eden muhterem zâtı hatırlıyorum; İhsan Süreyya Sırma hoca. Selamlaşıyoruz. O beni hatırlamakta zorlanıyor; bense onu gayet iyi hatırlıyorum. 1990’lı yıllarda Millî Gazete’de editörlük yaptığım dönemde köşemi gönül rahatlığıyla açtığım insanlardan birisiydi İhsan Süreyya hoca. Zaman zaman hasbihalleşsek de, insanoğlu “hafıza-i beşer nisyan ile malüldür”ün bir gereği ve nimeti olarak zaman zaman unutkanlık hastalığına yakalanıyor.

Fakat bazı şeyleri unutmamak, unutturmamak gerekiyor. Müslümanların iktidar olduğu, fakat muktedirliğe güç yetiremediği ve zulüm gördüğü 28 Şubat Süreci de asla unutulmamalı.

Sırma, 24 Mayıs 1997 tarihinde Müslümanlara kinlerini kusanlara karşı kalemini sakınmadan “Meğer şükür ne büyük nimetmiş...” başlığı altında serdettiği yazısından dolayı emekli Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Vural Savaş tarafından mahkemeye verilmişti.

Refah Partisi’nin 16 Ocak 1998’de kapatılmasıyla birlikte Türk siyasetine adım atan Millî Görüş geleneğinin yeni temsilcisi Fazilet Partisi 1999 genel seçimlerine girmiş ve yüzde 15,42 oy almıştı. RP’nin 21,38’lik oy oranının 15,42’ye düşmesini başarısızlık olarak gören Sırma, özeleştiri ve çözüm önerilerini sıraladığı bir yazı kaleme almıştı. Bu gelişmeden sonra ise yazılarına sessiz sedasız son verilmişti.

Özeleştiri kültürü tatile çıkınca böyle oluyor!..

***

İşte o günden bugüne kadar aynı semtte mukim olduğumuz İhsan Süreyya hocayla rastlaştığımızda selâmlaşıp vedalaşıyorduk. Bu defa kısa da olsa yol arkadaşlığı sayesinde aynı istikamete doğru ilerlerken biraz “dertleşme” imkânı bulduk. Edirnekapı’ya kadar gönül coğrafyamızın sırlarını kaldırıp, ümide kapı araladık. Bu heyecan içerisinde hocam ağrıyan dişinin acısını unutup, ümmetin acılarıyla hemhal olmaya başladı. Edirnekapı’da müsaade aldığım İhsan Süreyya hoca Demirkapı’daki dişçisine yol alırken, ben de Nurtepe’ye doğru ilerlerken onun heyecanına karşı duyarsız kalamadım...

***

Gücünü Anadolu irfanından alan ve “sözünü dudaktan, gözünü budaktan” esirgemeyen İhsan Süreyya Sırma hoca her fırsatta bilgisinin zekatını vermeye, öğrendiklerini öğretip yazmaya devam ediyor.

Hoca hastalığı tespit edip, çözüm üretiyor elinin erdiğince, aklının yettiğince.

“Dünya Müslümanları inandıkları dini ve Kur’an’ı bilmiyorlar. Bilmedikleri için de Kur’an’a ve İslâm’a aykırı davranıyorlar. Birbirini öldürüp, tekfir ediyorlar” tespitiyle birlikte çözüm olarak İslâm’ın yeniden öğrenilmesini adres gösteriyor.

“AK Parti döneminde Müslümanların rahatlama sayesinde dünyevileşerek İslâm şuurunu kaybetti. Çok İmam-Hatip ve İlahiyat açılıyor ama insanlar bizim Kur’an’dan öğrendiğimiz İslam’a bağlılıktan uzaklaştılar. Dünyaya daldıkça dini unuttular. Sekülerleşince güzel ev, araba aldılar fakat kitap almaz, okumaz oldular” tespitiyle birlikte çözüm olarak “okumayı adres gösteriyor.

“Bizim gençler kitap okumuyor, kitap okumadıkları için de güzel Türkçe konuşamıyor ve yazamıyorlar” tespitiyle birlikte çözüm olarak Sezai Karakoç ve Üstad Necip Fazıl’ı adres gösteriyor.

***

Bazı insanlar vardır, onların görevi her daim zor işleri sırtlanmaktır. İşte İhsan Süreyya Hoca’da Siirt Üniversitesi’nde kendisine ihtiyaç olduğu söylendiğinde hiç bir şeyi bahane etmeden İstanbul’daki yurdunu bırakıp koşa koşa gidiyor. Hem de 74 yaşında, “bir eli yağda, bir eli balda” olması gereken bir dönemde. O zorlukları terennüm etmektense, üniversitesinde vereceği ilk mezuniyetin heyecanını yaşıyor.

Bazı insanlar makamlarını yüceltir, bazı makamlar ise insanları. İhsan Süreyya hoca hiç şüphesiz makamını yüceltmek için bütün birikimlerini gelecek nesillere aktarma çabasıyla hem üniversitede, hem de kitap çalışmalarıyla âdeta zamanla yarışıyor. Eylül’de piyasaya çıkacak kitabı hakkında ser verip, sır vermiyor.

***

“İhsan Süreyya Sırma Kitabı Pervari’den Paris’e”/Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma hocayı, “Siirt'in Pervari ilçesinde 10 Temmuz 1944’te dünyaya geldi. 1966 yılında Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ni bitirdi. Siirt lisesinde öğretmenlik yapan Sırma, 1967 baharında devlet doktora bursu sınavını kazanarak, İslâm Tarihi alanında doktora yapmak için Fransa'ya gitti. Arapça öğrenimi için Tunus’ta bulundu. İslâmî İlimler dalında doktor olarak Türkiye’ye döndü. 1980 yılında doçent, 1989 yılında profesör oldu. İslâm Tarihi alanında 30 kitabı, 2 yüzden fazla makalesi yayınlandı” ifadeleriyle tanıtsak kâfi gelir mi? Gelmez.

İşte bu anlatım kâfi gelmediği için İhsan Süreyya Sırma hocanın hayat öyküsü ve akademik kariyerinin teferruatlı biçimde anlatıldığı “İhsan Süreyya Sırma Kitabı” üniversiteden talebesi olan Prof. Dr. Adnan Demircan tarafından kaleme alındı. Bir ahde vefanın ürünü olan “İhsan Süreyya Sırma Kitabı Pervari’den Paris’e” isimli bu eser, hocanın hayatı, eğitimi ve akademik çalışmalarını teferruatlı biçimde anlatmanın yanı sıra, tarih, kültür ve sosyal meseleler üzerindeki görüşlerini de içeren söyleşilerden oluşuyor.

Özetle bu eser, akademi dünyasında ilkeli duruşuyla, İslâmî hassasiyetiyle öne çıkan ve farklı ülkelere dair seyahatnameleriyle ömrünü ilme vakfeden bir adamın hayat hikâyesini anlatıyor.

***

“Müslümanların Tarihi” /Madem Prof. İhsan Süreyya Sırma hocadan bu kadar detaylı bahsettik, onun “hayatımın eseri” dediği külliyattan bahsetmezsek eksik olur.

5 Cilt olarak 2014’te ilk baskısı Beyan Yayınları tarafından yayınlanan “Müslümanların Tarihi” Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma’nın diğer bir eserinin adı. İslâm Tarihi üzerine çalışmalarıyla bilinen ve 40 yılı aşkındır hem yetiştirdiği öğrenciler hem de yayınladığı kitaplarla bir çok insanın üzerinde önemli etkileri olan İhsan Süreyya Sırma’nın bu çalışma için “hayatımın eseri” demesi boşuna değil.

Eserde, ilk peygamberden Hz. Muhammed’e kadar gelen peygamberler hakkında bilgiler veriliyor ve ondan sonra da Hz. Peygamberin mücadelesi, daha sonra çeşitli yerlerde Müslümanların kurduğu devletler anlatılıyor.

Uzun ve titiz bir çalışmanın ürünü olduğu açıkça görülen ve İhsan Süreyya Sırma hocanın mükemmel üslubu ile kaleme aldığı eserini hâlâ kitap okuma alışkanlığını sürdüren okuyuculara tavsiye ediyorum.