Dolar (USD)
32.24
Euro (EUR)
34.66
Gram Altın
2399.64
BIST 100
10247.75
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

03 Ağustos 2020

Ömür Dediğin...

Bir televizyon kanalında yayımlanan ve en az bir bölümünü birçoğumuzun izlediğini düşündüğüm bir türküden öte yaşamın en canlı örneğinin gözler önüne serildiği bir televizyon programı var: Ömür Dediğin.

Bir asra yaklaşan yaşamlarıyla “başımızın tacı” olan yaşlılarımızın hayat hikâyesinin konu edildiği bir program.

İzlerken kendimizden bir şeyler, bazen de kendimizi buluyoruz. Genelde gözlerimiz nemlenerek izlediğimiz bir program olarak hafızamızda yer ediniyor. O ulu çınarlar yaşadıkları acı tatlı anılarını anlatırken gözlerindeki samimiyeti görmemek mümkün değil.

Bu programı izlerken vefanın, sadakatin, aşkın ve gerçek sevginin en diri ve en güzide örneklerini görüyoruz. Yaşanmışlık adına güzel olan ne varsa en canlı şahitleri tarafından bize aktarılan bu kutlu miras bir fener misali yolumuzu aydınlatıyor. Geçmiş ile gelecek arasında kurulan bir köprü vazifesi görüyor ve bize yaşanmışlık adına örnek oluyor. Örnek almayı bilene...

Acıyla, hüzünle, gözyaşıyla yoğrulmuş, cefa ile diri tutulmuş ama sadakatten, hoşgörüden ve vefadan ödün vermeden “bir ömür daha olsa yine onunla yaşardım ve yaşlanırdım” düşüncesinin en canlı tanıkları olarak tarihin nadide sayfalarında yerini almış hayatlar.

Yüreklerindeki samimiyet ve letafet önce yüzlerine, sonra gözlerine, ardından sözlerine ve en nihayetinde ekran karşısındaki bizlere öyle güzel aktarılıyor ki, âdeta gönülden gönle bir nehir olmuş da akıyor duygular. Görmesini bilene, görebilmek için gönül kapısını sonuna kadar açabilene...

Belli bir yaşın üstündeki insanlarla, o ulu çınarlarla sohbet etmeyi seven biriyimdir. Bu programı izlerken o programın çekildiği odada kameranın arkasında odanın bir köşesinde oturmuş canlı canlı onları dinliyor ve yaşadıkları hayatı gözümün önünden bir film şeridi misali geçiriyor gibiyim. O samimiyet ruhumun en ücra köşelerini dahi en kutlu şekilde kuşatıyor.

Bazen kendi yaşlılığımızı hatırımıza getiriyor ve onlar kadar şanslı olamayacağınızı hüznünü düşürüyor yüreğimize. "Ah nerde o eski..." diye başlayan cümleler bir an için dilimize dolanıyor ve içten içe kederleniyoruz.

...

“Ömür Dediğin” programını izlerken kuşaklar arası çatışmanın en canlı örneklerine de şahit oluyoruz çoğu zaman. “Biz olsaydık böyle yapar mıydık?” diye cevabını bilemediğimiz bir soru kemiriyor zihnimizi o anda. Teknolojinin olmadığı, doğal yaşamın, doğaçlamanın ön planda tutulduğu bir dünyanın son temsilcileri olarak karşımızda duruyorlar.

Birbirine tahammülü kalmayan, sevgiyi, sadakati tozlu raflarda unutan, aşkları masallarda arayan, mutluluğu google'da aratan, vefayı bir semt adı olarak bellemiş, yoksulluğu ve garibanlığı zihinlerinden ve sözlüklerden silip atmış, aile kavramını bir “çekirdek markası” olarak tasavvur etmiş yeni neslin aslını ve nereden geldiğini en latif ve en samimi şekilde kendilerine yakışır bir olgunlukla kırmadan, dökmeden gözler önüne seren izlenesi bir program. Engin ve geniş bir coğrafyada kedisine mekân bulmuş aile kavramının dört duvar arasına sığdırıldığını en acı şekilde gösteriyor bize.

Ders almasını bilene, zihnini kalbinden aldığı ilhamla kullanabilen kişilere bu program çok şeyler anlatıyor.

Televizyon ve teknoloji kültürüyle büyümüş yeni nesil için çok iç acıcı bir program olmasa da geçmişimiz ile günümüz ve hatta yarınımız arasına kurulmuş olan, gözle görülmeyen lakin gönül ile sezilebilen bir köprü vazifesi görüyor. Bu köprüden geçmek kültürümüzü keşfetmeye ve nereden geldiğimizi öğrenmeye kapı aralıyor.

Bugüne kadar izlemediyseniz bir kez dahi olsa kesinlikle izlemenizi tavsiye ederim. Ki bir kez izlediğiniz zaman daima izlemek isteyeceksinizdir.

Sadece izlemekle kalmayıp, etrafımızda hala yaşamakta olan ulu çınarları ziyaret ederek gönüllerini ve hayır dualarını alalım. Aksi takdirde "savrulup gidiyor, ömür dediğin..."