Dolar (USD)
32.34
Euro (EUR)
34.93
Gram Altın
2394.07
BIST 100
10224.98
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

09 Ağustos 2023

​Öngörülemeyen bir dünya

Bu bir kitap adının kısaltılmışı. Özgün adı Öngörülemeyen Bir Dünyada Yaşamak. Fransız yazarın daha önce Dünyanın Ruhu, Yeryüzünün Acısı, Spinoza Mucizesi gibi kitaplarını okumuştum. Hepsinde de belli düzeyde hayal kırıklığı yaşadığımız ifade etmeliyim. Öyle sıra dışı bir anlatımı, etkili betimelemeleri, olaylara çarpıcı bir yaklaşımı yok. Kitap isimleri bu kadar sarsıcı olup cümlelerinin bir o kadar sıradan olduğu başka bir yazar tanıyor muyum bilmem. Leoir’nin kendine özgü bir üslubu veya bakış açısı yok. Onu özgün kılan her halde içinden geçtiği süreçlere yönelik dikkatli bakışı. Üstelik bu bakış da öyle sıra dışı ve kışkırtıcı, çoğunluğun göremeyeceği ayrıntıları yakalayacak denli açık bir bilincin tortulaşmasından mürekkep değil. Yani Lenoir’yi okurken kendinizi uzak ufukları keşfe çıkmış bir kaşif gibi hissetmiyorsunuz. Size zaten bildiğinizi, belki biraz daha berraklaştırarak veriyor, o kadar. Olmasa da olur diyemeyeceğiniz ama olduğunda da kendinizi muhteşem hissedemeyeceğiniz bir aralıkta duruyor onun metinleri. İsimleri çekmese veya daha sıradan bir adlandırma olsa belki de hiçbir kitabını okuma zahmetine katlanmazdım. Öte taraftan öyle sanıyorum ki kitapları kitleler tarafından beğenilerek okunuyor ve özellikle yolculuklarda, tatillerde, deniz kenarlarında belli bir boşluğu dolduruyor. Bilemiyorum, belki de benim kitaplarda aradıklarım ile insanların genelinin aradıkları aynı şeyler değil. Aradığını değil de başka şeyleri bulmak da aradığını bulmanın keyfini tattırmıyor insana ve galiba mesele bu. Elbette biraz da bizim neslin, çocukluğu 1970’lerle 1980’lere yayılmış o kitap kurdu, kitaba aşık ve dünyayı değiştirmenin, ona doğrudan müdahale etmenin kitaplardan geçeceğini düşünen, uman o hareketli iç dünyaların beklentileri ile günümüz gençliğinin kitabın olsa olsa can sıkıntısını gidermenin, varolan boşlukları ahestece doldurmanın bir aracı olarak gören anlayışı arasındaki farktan yol buluyor Lenoir benzeri yazarların metinleri. Galiba son dönem kitaplar konusunda yaşadığım hayal kırıklığının temel sebebi bu.

Meselenin bir başka boyutu da var elbette. Görsellik düşünselliğin alanını kapsadıkça düşünselliğe özgü derinlik yitimi görselliğe özgü kışkırtıcı yayılmayı durduramıyor ve okuma zevkinin yerini kendiliğinden temaşa etme zevki alıyor. Derinlik kaybolunca tutkunun yerini geçici hevesler alıyor. Yazar da kendini bu duruma ayarlayarak kelimenin çağrışım gücünden ziyade yüzey etkisine bırakıyor. İsimler muhteşem, bölümlemeler harika, kurgular sorunsuz ama içerikler bomboş… Düşünsenize Öngörülemeyen Bir Dünyada Yaşamak kitabının içinde neler yok neler? Kendini güvende hissetmek, zorluklarla baş etmek, uyum sağlamak, hazzı ve olumlu duyguları beslemek, yavaşlamak ve anın tadını çıkarmak, bağları güçlendirmek, anlam vermek, özgür olmak, ölümü evcilleştirmek, eylemek ve rıza göstermek… Başlıkların her birine hatta her bir kelimesine tek başına bir kitap yazılabilir. Gelgelelim ki hiçbir başlık insanı uçurmuyor, dudaklarını uçuklatıp “aman Allah’ım neler varmış neler” dedirtmiyor. Burada felsefe sadece son rötuşlar, derin düşünme organlar arasındaki bağın güçlendirilmesi, sosyoloji bir toplumdan ötekine kaybolan yapılar arasındaki farkın ince çizgisi olarak var. Ama harcın içinde, betonu kuvvetlendirmek için kullanılan çimento vazifesi görmüyor. Tipik bir kişisel gelişim kitabı ve bütün kişisel gelişim kitapları gibi kurumakta olan çimenin üzerine dökülen birkaç damla su etkisi yapıyor, o kadar. Hiçbirinde çimlerin diplerine, köklerine inecek kadar yeterli su ulaşmıyor. Çimleri sevindiren su damlaları değil bunlar, hayır. Her cümle, okuyucunun belleğine şöyle bir dokunup geçiyor. Etki gücü yüzeyle sınırlı sayısız cümleler arasında uyuşuk mayışık dolaşıyor, sonra başladığınız yere geliyorsunuz. Dünyanın geneline yayılmış olağanüstü derinlik kaybından kitap da nasibini alıyor.

Bilemiyorum belki de bilinçli bir tercih bu. Okuyucunun yazarı fırlatıp attığı bir konumlanmadan ziyade çağın dominasyonunu sağlayan büyük aklın ve merkezi aklın mikro görünümlerinden sadece biri. Belki de zihni, ruhu ve duyguları kademeli büzüştürmenin bir yolu. Hatta belki de hümanizmden transhümanizme, oradan da posthümanizme geçişte kelimelere yeni bir rol biçme stratejisi… Bunların biri, öteki veya hepsi olabilir ama görünen o ki “bu dünya” “o dünya” değil. “O dünyayı” “bu dünyada” aramak akıl karı değil.

Bütün bunlardan Türkiye de Türk yazarları da nasibini alıyor elbette. Aynısı yerli yazarlar için de geçerli. “O dünyanın” yazarlarının “o dünyaya” ve hatta “bu dünyaya” verdiklerini düşünsenize bir? Peyami Safa’nın, Tarık Buğra’nın, Salah Birsel’in hatta ve hatta Ahmet Altan’ın cümlelerindeki kımıltı, parıltı, örüntü şimdi hangi köşe yazarında var? Türkiye çapındaki onlarca gazete yazarından kaçının yazısını hevesle bekliyorsunuz ve kaçınız o hevesin karşılığını alıyor? Çoğaltmaya gerek var mı? Meselenin roman, hikaye, şiir, deneme boyutlarını aynı mihenk taşına vurduğumuzda nereden nereye savrulduğumuz ortada değil mi? Lenoir’nin kulakları çınlasın kitabın belki de en etkileyici cümlesi, tam da (ve sadece) adı: Öngörülemeyen Bir Dünyada Yaşamak… Öngörülen bir dünyadan öngörülmeyenine savrulduğunuzda düşünceleriniz kadar duygularınız da dağılıyor. Duygular ile düşünceler dağıldığında onu toplayacak olan tek kuvvetin, kelimelerin mecalsizliğinden daha büyük bir cehennem var mı? Kelimeler can çekişince insan ölüyor, bir kez daha bildim.