Dolar (USD)
32.47
Euro (EUR)
34.73
Gram Altın
2440.77
BIST 100
9915.62
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

03 Eylül 2023

​Oyuncaklarla çocukluğumuz arasına giren mesafe ya da Canik Oyuncak Müzesi'nin düşündürdükleri

Samsun seyahatim sırasında Canik Belediyesi’ne bağlı oyuncak müzesini ziyaret ettim. Canik ilçesinde, eski binaların bulunduğu denize nazır muhitte; halk eğitim merkezi, aile okulu ve eğitim merkezi, belediye evleri anaokulu ve ilçe müftülüğünün kardeşçe yaşadığı alanın mütevazı köşesinde küçük bir mekândı burası. İçeri adım attığım andan itibaren beni uzun süre tesiri altında tutacak minyatür dünyanın da kapıları aralandı. Geçtiğimiz kapıların kudreti çıktığımız ruhsal yolculuğun, içine çekildiğimiz tefekkür serüveninin büyüklüğüyle doğru orantılı.

Canik Oyuncak Müzesi’nde 1800’lü yılların başından (Özellikle 1810 ve 1850) 1900’lerin sonuna doğru uzanan süreçte Almanya, ABD, Japonya, Fransa, Rusya, Polonya ve Türkiye’ye ait oyuncaklar sergileniyor. Gereçler ülkelere göre tasnif edilmiş ve bu gruplandırma çarpıcı şekilde ziyaretçisine ülkeleri ve çocuklarını oyuncaklar üzerinden okuma imkânı sunuyor. Özellikle 1800’lerin Almanya’sının çocukları için oyuncaklara yaptığı ciddi yatırımlar dikkatleri üzerinde topluyor. Zira müzeye getirilen bu eski oyuncakların yapımında kullanılan malzemenin kalitesinden barındırdığı detaylara kadar her şey hem hayran bırakıyor hem de derin bir hüzne gark ediyor. Henüz 1800’lü yılların başında Almanya kabartmalı masal kitapları, yapbozları, küçük kız çocukları için muhteşem elbiselerin tezyin ettiği gerçekçi bebekleri, dikiş kartları ve dikiş eşyaları, ahşap ev ve ev eşyalarıyla çocukların ruhunda iz bırakacak, onları ince bir dikkate ve detaycılığa sevk edecek, yaratıcılıklarını ortaya çıkaracak muazzam numuneler sunuyor. Özellikle müze çıkışında Almanya bölmesinde gördüğüm içi açılan ahşap evler ve bu evlerde görünen askı dolapları, erzak rafları, dikiş masaları, tezgahlar, örtüler büyüdüğü zaman ne yapacağını planlayabilen çocukların gelişimini amaçlıyor. Bu oyuncaklar düzen ve disiplin seviyesinin yüksekliği adına büyük önem taşıyor. Almanya’dan sonra dikkatleri ABD ve Japonya üzerinde topluyor. Onların oyun araç gereçleri daha çok yapıp bozmaya, tamire ve yeniden inşa etme sürecine yönelik. İnsan ister istemez bu titiz çalışmaların daha o zamanlardan psikolojik bir arka plan taşıdığını fark ediyor. Bunun yanı sıra bizde 2000’li yılların başında görülmeye başlayan maketler Almanya ve Rusya’da 1950’lerin başında mevcut. Tren ve araba yolları, uçaklar, arabalar… 1965 Türkiye’sinde ise naylon bebek ve arabalar, küçük pasta kalıpları, lastik top ve tekerlekler, müze için toplanan Ayşegül serisi ve dünya klasiklerinin kapağı eski kitapları, şerha şerha olmuş kitapları gönlü mahzun bırakıyor. Ülkemizin içinden geçtiği sıkıntılı dönemler oyuncakların içeriğine de yansıyor. Ancak tam o sırada müzenin diğer kanadında, 1950’lerin başında bizde de tahta beşikleri, yöresel kıyafetli oyuncak bebekleri, hasır sandalye ve ahşap masalar içinde görmek bu hüznün huzura tevdi edilmesini sağlıyor. Oyuncak müzesinde yapılan kısa yolculuğum, içimde uzun yollar açıyor. İster istemez “Bana eşyanın hakikatini göster” diye dua eden Peygamberimiz aklıma düşüyor. Belki Allah’ın sıfatlarını eşyada görmeye yönelik bu dua, çocukluğumuzun oyunları ve oyuncakları ile ilintili değil ancak işte, küçücük boyutları dev anlamlarıyla ardımda kalan eşya ülkeleri, nesilleri, nesillerin nasıl dönüştürülebileceğini dile gelip anlatıyor.

Canik Oyuncak Müzesi gezisini tamamladıktan sonra çocuk kalan yanımın taşıdığı büyük heyecana rağmen beni böylesi durgunlaştıranın ne olduğunu düşündüm. Aslında gönlümü hüzünlendirenin naylon bebek ve arabalarıyla zekâ geliştirmeye ve detay arayışına yönelik olmaktan uzak ülkemin, dünya ülkelerinin çok gerisinde kaldığını fark etmek değildi. Küçük de olsa bundan bir nebze pay taşıyordu hüznüm muhakkak. Ancak her şeye rağmen bir gayretin, azmin, umudun, saflığın izleri duruyordu orada, o oyuncaklarda... Dikiş makinaları, küçük bebekler ve beşikleri, mutfak eşyaları ile milletimin kız çocuklarında yaratılan farkındalık, naylon uçak ve arabalarla erkek çocuklarının gelişimine yönünü çevirirken şimdilerde bebeklik dönemindeki evlatlarımızın ellerine bırakılan cep telefonlarıydı düşündüren beni. Ruhsal gelişimi yanında zekâ gelişimlerini tamamlamamış yavruları oyalamak için alışveriş merkezlerinde, altın ve komşu günlerinde, arkadaş buluşmalarında gezen annelerin onların küçücük ellerine nasıl tablet ve telefon tutuşturduklarını hatırıma getirdim. Zamandan, cep telefonu ve bilgisayar başından kalkmayan çocuklardan, kendini ve kabiliyetlerini keşfedememekle suçladığımız gençlerden hangi kafa yapısıyla şikâyet ettiğimizi düşündüm; hangi alt yapı ve donanımla hayatın karşısına çıkarmaya hazırladığımızı canım gençlerimizi… Sonra fikrim başka, daha köklü bir mecraya gitti. Henüz ilkokulda girdiğimiz ev ekonomisi derslerinin dikiş, boyama, alçı çıkarma gibi el işi gerektiren işlerinin vaktiyle bizim için nasıl eğlenceli hâle getirildiğini anımsadım. Bilgisayarların, cep telefonlarının olmadığı zamanlarda evlerde yapılan nitelikli iş dağılımlarını yahut ebeveynlerin yardım bekledikleri ev ve bahçe işlerini… Mutlak okuma üzerinden kaybettiğimizi zannettiğimiz çocuklarımızın okullarda iş ve zarafet dersleri almaları gerektiği hususu yeniden geldi gündemime. Belki de oyunla, oyun araç ve gereçleri ile arasına mesafe koyarak keşif seyahatini engellediğimiz evlatlarımıza yapıştırdığımız hata onların değildir. Belki eski zamana açılan kapı ve koridorlar yeni zamanlarımızın aynalarıdır. Kim bilir?

Selam ile.