Dolar (USD)
32.33
Euro (EUR)
34.69
Gram Altın
2392.94
BIST 100
10276.88
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

24 Nisan 2024

​Özgür seçimlerin mahkûm edilmiş sonuçları

Tarihi ve insanı şekillendiren olgunun savaşın ya da barışın yanında olmak veya yalnızca şahitlik etmek olduğunu inkâr edemeyecek kadar derin bir medeniyet tecrübesine sahibiz. Fakat bu durumumuz, yukarıda belirtilen üç kararın (savaş, barış, şahitlik) esareti altında olacağımızın bilincini taşıdığımızı göstermiyor. Üstelik bu esaretin bedenimizi mi yoksa ruhumuzu mu mahkûm edeceğine dair endişeler de özgürlük veya tutsaklık kararı vereceğimiz o önemli yol ayrımı da şimdilik bizi düşünmeye sevk etmiyor.

Kimileri savaşın, kimileri barışın orta yerinde hayat sürüyor. Savaşa mahkûm edilmiş coğrafyanın ortasında yaşayan çoğunluk, barışın orta yerinde güvende yaşayanların teminatı olurken; barışın ortasında güvende yaşayan azınlık ise savaşın orta yerinde yaşamaya çalışanların celladı oluyor. Bir diğer seçenek olan şahitlik, tanrısal bakış açısına sahip olmanın avantajıyla ve güçlünün yanında olmanın verdiği hazla bir kenarda duruyor.

Hangi seçeneğin sonucunu yaşadığımızı bilmesek de esaret altında olduğumuz ve bu esaretin, ruhen ya da bedenen yaşandığı fark etmeksizin seçimlerimizin bir sonucu olduğu muhakkak.

Savaş ve barış, yaygın fakat daraltılmış anlamıyla kullanılagelse de esasen doğru-yanlış, mazlum-güçlü, aç-tok, mutlu-mutsuz vb. gibi tüm zıtlıkları sonuçları ile beraber kapsıyor. Buna Doğu-Batı ayrımı da dâhil. Seçimler özgür olsa da sonuçları dünyanın hep aynı tarafını mahkûm ediyor. Bir diğer deyişle ‘özgür seçimlerin mahkûm edilmiş sonuçları’nı yaşıyoruz.

Kan ve gözyaşı üzerine inşa edilen günümüz dünya düzeninde, yaptığımız seçimlerin çarpan etkisi azımsanamayacak kadar fazla. Örneğin dünyanın küçük bir ülkesinde kahkahalar hiç susmazken, aynı dünyanın yarısına denk gelecek büyüklükte bir kıtada yaşayanların çığlıkları, arşı inletebiliyor. Üstelik o kahkahaların sahipleri, “dünyanı en mutlu ülkeleri” sıralaması dahi yapabiliyor. Dünyanın en mutsuz ülkeleri sıralaması ise günümüz pazarlama stratejileriyle şimdilik uygulanabilir değil. Çünkü böyle bir sıralama, Batı’nın kendini ele vereceği bir listeyi de ortaya çıkaracaktır: “Dünyayı mutsuz eden dünyanın en mutlu ülkeleri’ listesini…

Ekranlardan maruz kaldığımız enformasyonun ana düşüncesinin Batının iyi, Doğunun ise mutlak kötü olduğunu anlatan hikâyelerle dolu olması bu yüzden tesadüf değildir. Belki de bu nedenle biz mutlu olmamayı, kimseyi suçlamadan ‘kendi suçumuz’ olarak kabul ediyoruz.

Suçluyuz çünkü bedenimize kastedenlerin savaş borazanı da ruhumuza kastedenlerin beyaz mendilinin de medeniyetimizi hedef aldığını biliyoruz. Tıpkı Filistin gibi adım adım her alanda işgale uğradığımız bir çağın talihsiz şahitleriyiz: Batılı adam önce evimize misafir geldi. Misafirperverliğimizden faydalandı. Tıpkı haçlı seferlerinde olduğu gibi, “Müslümanların eline esir düşersem, yaşadığım yerden daha temiz, daha özgür bir yerde yaşamış olacağım” düşüncesi onları güdüledi. Ve geldiler. Misafirlik uzun sürdü, belirli bir zaman sonra evimizin bir odasının kendilerine ait olduklarını iddia ettiler. Önce fiziksel sonra zihinsel işgal başladı. İşgal, inkârı da beraberinde getirdi. Modern hayatın gelişimindeki tüm bilimsel birikimin ve icatların kendilerine ait olduklarını akademi üzerinden ‘ispat’ ettiler. İnkârın bilimsel ispatı, onları dünya gözünde daha inanılır yaparken bilim, tapınaktaki mümtaz konumuna çıktı.

Önceden misafiri oldukları dünyanın artık sahibi olduklarını ve dünya nimetlerinden eşit derecede faydalanamayacağımızı söylediler. Bu sözle birlikte, savaşın/barışın ya da şahitliğin hangi tarafında olduğumuz, hiçbir açık yüreklinin söyleyemeyeceği bir şekilde yüzümüze çarpılmış oldu.