'Ruhun Lekesi' ezberleri bozuyor!
Yönetmenliğini İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ceyhan Kandemir’in yaptığı, senaryosunu Nafiseh Laleh’in kaleme aldığı “Ruhun Lekesi” filmi ciddi bir emeğin ürünü… Filmin detaylarına inmeden önce bir parantez açmakta fayda var. Ruhun Lekesi; İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi’nin destekleriyle çekilen akademisyen ve öğrencilerin de ekipte yer aldığı özgün bir yapım…
Günümüz
insanının yansıması!
Filmin konusu da son derece dikkat çekici ve günümüze ışık
tutar nitelikte… Ruhun Lekesi, 70 yaşlarında “kaçıngan bağlanma” sorunları yaşayan Taylan adında bir müzisyenin yaşamını konu ediniyor. Güçlü bir işitme
duyusuna sahip olan gitarist ve besteci Taylan’ın bir konserde tüm hayatı
değişir. Modern dünyaya ayak uydurmaya
çalışan Taylan, psikolojik sorunları ve her şeyi kaybetme korkusuyla
yalnızlığa sığınır. Ancak aşkı bundan büyük darbe alır. Güvendiği kendi küçük
dünyasında çıkış arayan Taylan, eski yeteneklerine kavuşabilecek midir? İşte bu
soru hikâyenin boyut değiştirmesine sebebiyet veriyor. Aşkı, müziği, dansı, arkadaşlığı ve yalnızlığı görebileceğimiz film,
özellikle pandemi sonrası
yalnızlaşan modern insanın çıkmazlarını gözler önüne sermeyi amaçlıyor.
İzleyicinin Taylan ile özdeşleşmesini sağlıyor.
Filmin yönetmenliğini yapan benim de çok sevdiğim ve değer
verdiğim bir hocam olan Prof. Dr. Ceyhan Kandemir’in verdiği emek kayda değer…
Filmden övgüyle bahseden Prof. Dr. Kandemir’in iddialı olması son derece doğal…
Ceyhan hocaya filmi sordum ve aslına bakılırsa çok önemli açıklamalarda
bulundu. Filmin en başından beri minimalist bir anlayış ve yaklaşımla
çekilmesini planladığını belirten Ceyhan hoca; “bağımsız bir film olması da
gerek hikâyenin kurulması gerek oyuncu seçimi gerekse de kullanılan mekânlar
açısından tercih nedenim oldu. Senaryo yönetim sürecinde de kafamda oluşan hikâyeyi
senaristimiz ve yapımcımız ile ana karakterin kişisel özelliklerini de göz
önünde bulundurarak şekillendirdik. Sade, doğal ve yalın mekânlarda
diyalogların mümkün olduğunca az olduğu ancak tercih ettiğim uzun planlarla
izleyiciyi başrol oyuncusunun iç dünyasına sokmaya çalıştım. Bu yolculukta
izleyicinin kendi sıkıntılarını da hissedebilmesi, karakterle de bağ kurmasını
sağlayabilmek için anlatım dilinde ağır kamera hareketlerini ve yaşamın kendi
döngüsüne uygun sahne geçişlerini kullanmaya gayret ettik. Yine minimalist
yaklaşımla amatör oyuncularımızın aşırı jest ve mimikten uzak doğaçlamaya
dayalı oyunculukları hikâyeyi daha da hissedilebilir kıldı.”
ifadelerine yer verdi.
Üçlemenin
ikinci filmi de “Karla” kadar heyecan verici!
Günceli yakalamayı seven Ceyhan hocanın kendine özgü bir anlatım tarzı var.
İzleyiciyi çekerek filmin evrenine odaklayabiliyor. Nitekim bunu Karla’da da görmüştük… “Günümüzde
yaşadığımız tüm sıkıntılar aslında kendi içimizdeki travmalı korkunç distopik
bireysel yalnızlığımızı da arttırdı. Filmin anlatısında travmaları içinde adeta
savrulan ana karakteri hep bu şekilde izlenimci bir tarzla sunmaya çalıştım.
Ana karakterin kendini bulma sürecinde dinlediği Podcast’ler içsel tedavisinin
kurtarıcısıydı. Filmin özgün müzikleri, özellikle Kar Melekleri parçası
sözleriyle Podcast’lerle de ilişkili güçlü leitmotiflerdi; bu ana motifler bir
nebze de olsa karakteri huzursuz iç dünyasından çıkarabilen umudu simgeleyen
tekrarlardı. Ruhun Lekesi üçlemenin ikinci filmi; ilk uzun metraj filmimiz “Karla”da
yer alan ana karakter Karla Kandemir’i ve yine o filmde Karla ile yine onun
yolculuğunda kendisine eşlik eden kadın karakter Cansu Özdenak’ı bu filmde de
farklı bir konumlandırmayla gizemli bir rol içerisinde görüyoruz…”
sözleri de Ceyhan hocanın günceli yakaladığını ve gerçekten sanatsal bir filme
imza attığını kanıtlıyor.
Ezberleri
bozan, izleyiciyi merkeze alan bir yapım!
"Kar
Melekleri" isimli şarkının sözleri filmin aynı zamanda yapımcılığını
üstlenen Cansu Özdenak’a ait…
Finalde, şarkıyı seslendirirken izlediğimiz Cansu Özdenak; şarkı sözlerinin film repliği olduğu, bir
bilinçdışı performans sahnesinden söz ediyor. Ayrıca filmi öyküleyen modern
insanın açmazları ve beraberindeki melankolik hissin Thanatos'a (Yunan mitolojisinde ölüm tanrısı) yakın
olduğunu, finaldeki şarkıcı kadın ve seslendirdiği şarkının ise Eros'u temsilen
yaşama tutunmayı simgelediğini aktarıyor. Filmde Melek Yel'in canlandırdığı Işıl karakteri, sevgilisi Taylan’la onun
istediği gibi oyun oynamak değil, gerçek bir aşk hikâyesi yaşamak istiyor.
Işıl, aşkı ve tutkusunu flamenkonun diliyle de aktarmaya çabalıyor. Yapay
zekâyla yaşanan romantik ilişkinin de işlendiği filmde, fütüristtik bir
yaklaşımla "aşk ve hislerin de
ekrana yüklendiği" vurgusu yapılıyor.
Kısacası ciddi bir emeğin ürünü olan özgün ve günümüze
ışık tutan bir yapımla karşı karşıyayız. Baştan Ceyhan hoca olmak üzere emeği
geçen herkese kendi adıma teşekkür ediyorum. İzleyicisi ve ödülü bol olsun…