Dolar (USD)
32.42
Euro (EUR)
34.78
Gram Altın
2401.95
BIST 100
10208.65
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

16 Kasım 2018

Sadık Albayrak ve Yeni Gençlik!

Sadık Ağabey’le tanışmamın üzerinden koskoca 30 yıl geçmiş…

Çok farklı, çok heyecanlı, yepyeni gelişmelerin yaşandığı günlerdi o günler.

Kabaca “CHP Zihniyetli” diyebileceğim bir “yapı”da yetişmiş, bambaşka bir iklimde bambaşka şeyler duymuş bir genç…

Ruhunu kuşatan “manevi” tezahürlerin etkisiyle sarsılmış bir halde “kıbleye” yöneldikten kısa bir süre sonra tanımıştım Sadık Albayrak Usta’yı …

Evet…

Gazete değiştirmeye, “dindar insanlarla birlikte” çalışmaya karar vermiştim…

“Cuma Dergisi”ni çıkartmanın plânlarını yapan Mustafa Karahasanoğlu Ağabey’le aklı zorlayan tevafuklar neticesinde tanışınca, benim için yeni bir “başlangıç” daha gerçekleşmişti.

Son derece mütevazı şartlarda yayımlanmaya başlanan Cuma Dergisi’nin “ilk muhabiri” olarak görev aldığımda, buraların gerçekten de bambaşka olduğunu görmüştüm.

Farklı bir dünya, farklı ilişkiler, farklı konuşmalar, söz kalıpları…

Yeni ortamımda yepyeni şeyler öğrenmeye, bu çevrelerin önde gelen simalarını tanımaya başlamıştım.

Onlardan biri de Muhterem Sadık Albayrak Ağabey idi.

Edebiyat, Sanat ve Kültür Derneği tarafından “Sadık Albayrak’a Saygı Gecesi” gerçekleştirildiğine dair haberi izlerken, o günler geçti gözümün önünden.

Çok gençtim, henüz 22-23 yaşlarında, incecik, fena halde hareketli, cevval, gözünü budaktan esirgemeyen bir delikanlı gazeteci…

“Cuma Dergisi” atmosferi çok ilginç geliyordu, Milli Gazete’ye çok sık gidiyordum o günlerde, orası da öyleydi.

Sohbetleri daha çok “zulümler ve zalimler” ile bu memleketin nasıl kurtulacağı üzerine…

İslam Âlemi’nin ne vakit ve nasıl kurtulacağına dair kesif tartışmalar…

Rahmetli Erbakan’dan bahis açılıyordu, Sayın Erdoğan da bir “büyük umut”tu taaa o günlerde…

Saatler, saatler…

“Hadi beyler namazı geçirmeyelim!” uyarısı gelince, telâşla kalkılıyordu…

Namaz, sonra iş, sohbet, kitap, tartışma…

Cuma Dergisi hareketliydi; Rahmetli Hasan Karakaya ağabeyimiz o billur üslubuyla Türkiye Gündemi’ni yatırıyordu masaya; Hasan Aksay, Atilla Özdür, Abdurrahman Dilipak ağabeylerin yazıları, benim röportajlar…

Her hafta “kendi camiamızdan” 7,8 yazarla, sanatçıyla görüşüyordum…

Marksistler, Kemalistler, Magazin Dünyası’nın ünlü figürleri filan da misafirim oluyordu.

Her görüştüğümden bir şeyler almaya çalışıyordum…

Eski dünyamı biliyordum da, daha çok “Milli Görüşçü”lerin olduğu “bu dünya”yı yeni yeni tanımaya çalışıyordum.

İstanbul/Aksaray taraflarındaki yazıhanesinde defalarca ziyaret ettiğim Sadık Albayrak Ağabey çok ilgimi çeken bir mütefekkirdi.

Bildik “muhafazakarlara” pek benzemiyordu; sakalından, bıyığından, giyiminden, kuşamından, konuşmasından yansıyan bir “özgünlük” vardı.

Belgesiz, bilgisiz konuşmuyordu.

Her gittiğimde “kitaplarından” hediye ediyor ve farklı kaynakları da kullanarak “bu konulara” çalışmamı istiyordu.

“Çağdaş Devrim Yobazları” adlı kitabını heyecanla okudum; bizlere “büyük adamlar” olarak tanıtılan kimi simaların arka plânlarını okudukça bilendim.

“Tek Parti ve Batıcılık”ta aile büyüklerimin sürekli olarak oy verdikleri “CHP”nin farklı yüzlerini gördüm.

“Devrimler ve Gerici Tepkiler”de, “Statükonun Gerçekleri”ni buldum..

“Devrimin Çakıl Taşları”nda farklı bir dünya, bize öğretilenlerden çok farkı resimler…

Birçok kitabını okudum Sadık Usta’nın…

Hasan Hüseyin Ceylan’ın “Cumhuriyet Dönemi Din Devlet İlişkileri” adlı eseri o günlerde geçti elime.

“Yalan Söyleyen Tarih Utansın!”ı okuyunca, hemen Yazarı Merhum Mustafa Müftüoğlu’nu ziyaret ettim.

Yazar Kadir Mısıroğlu’na da giderdim o günlerde, bazı “Kemalistlerle” röportaj yaptığım için fena halde kızdığını hatırlarım.

Çok farklı bir dünyaydı, çok…

O dünya içerisinde, Mustafa Karahasanoğlu, Atilla Özdür, Hasan Hüseyin Maden, Yalçın Turgut Balaban, Kemal Güler, Yılmaz Yalçıner ağabeylerin ayrı yerleri vardı.

Her birinden yeni bakış açıları edinirdim, beyin fırtınalarının arasında kalır, sarsılırdım.

Atilla Özdür ağabey bambaşka bir âlemdi, yazılarında kaybolmamak mümkün değildi ve “felsefi” derinliğine hayran kalmamak…

Allah hepsine sağlıklı ve uzun ömürler versin.

Rahmetli Necip Fazıl’ı, Rahmetli Nurettin Topçu’yu, Rahmetli Cemil Meriç’i anlamaya çalışırdık o yıllarda.

Merhum Vahdettin Han’ı yanlış tanıttıklarını o günlerde anladık, meğer “Kurtuluş Mücadelesi”ne gönül ve destek veren Padişah imiş…

(Kemalist Tarihçi Murat Bardakçı da ‘Şah Baba’ adlı kitabında böyle diyor, hatırlatalım.)

Sadık Albayrak Ağabey, “bilincin” uyanmasına en büyük katkıda bulunmuş araştırmacı yazarlarımızdandı.

“Saygı ve Sevgi duyduğum”, eserleriyle, konuşmalarıyla yürek telimi titreten bir meslek büyüğümdü.

Şimdi, kaç mütefekkir var öyle yüreğinizi titreten?..

Efendim, aradan bunca yıl geçti.

Muhterem Sadık Albayrak, Sayın Devlet Başkanı’nın ‘Dünür’ü, “Mangal Yürekliler” olarak nitelendirdiği evlatların mesut babası.

“Dünür” olduğunda, bir söyleşi gerçekleştirmiştik kendisiyle.

“Dünür olduk, dürüm değil!” derken, bu akrabalık bağının yaşantısında hiçbir şeyi değiştirmeyeceğine vurgu yapıyordu.

Sadık Ağabey, Trabzon’un bir köyünde yaşıyor ağırlıklı olarak.

Bir ara İstanbul/Fatih’te bir “esnafı ziyaret” turu atmıştık kendisiyle.

“Tarihi Eserlere” saygısızlıklar üzerine konuşmuş, dünya ve ülke meseleleri hakkındaki değerlendirmelerinden istifade etmiştik.

Sadık Albayrak Ağabey, kenara çekilmiş gibi duruyor ama her bir şeyi de en ince ayrıntılarına kadar izlemeye gayret ediyor.

Değeri gittikçe artan, kendisini tanıma bahtiyarlığına erenlerin gittikçe daha çok aradığı, mumla aradığı mütefekkirlerden.

“Her söyleneni tekrarlamak” ve “Her söylenene karşı çıkmak” kutuplarına ayrılmış bugünkü medya dünyasında, her söylediğini, yazdığını “belgeye, bilgiye” yaslandıranları bulabilmek çok zor…

Sosyal medya “Türkçe”yi iyice katletmiş halde, tefekkür yerlerde…

Eğitim, iktidarda kim olursa olsun kanayan yara…

Memleketin dört bir yanından “28 Şubat Marşları” ve “Tahrikleri” yükseliyor…

Bizler…

Bugün de “mağdur” hissediyoruz kendimizi, ne halse…

Bir tarafta…

“Takım formalarıyla” piyasaya sürülüp, “asmakla, kesmekle” tehdit ettirilen gençler…

Bir de güzel gençlik geliyor, ümit verici.

Sadık Ağabey diyordu ki anma gecesinde;

“Hayattayken anılmak güzel bir duygu. Bana ‘Niye kenara çekildin!’ diyorlar. Ya, ben 20. Yüzyıl’ın Sadık Albayrak’ıyım. Belge çağından bilgi çağına kitaplar aktardım. 21. Yüzyıl’da derseniz; aynen benim gibi mangal yürekli iki oğul yetiştirdim. Onlar bu davada daha çok koşacaklar. Sizin çocuklar da koşacak. Onun için Türkiye’ye teslim edeceğimiz yeni bir nesil var.”

İnşallah geliyor bir yeni nesil…

“Sadık Albayrak Nesli”nden sonraki birkaç nesil yok gibi, şimdi YENİ BİR NESİL var.

Ben de “günlük çekişmelerin” uzağında kalıp…

O yeni neslin yiğit evlatlarına daha çok vakit ayırmanın derdindeyim…

“Sadık Albayrak Nesli”nden bir şeyler öğrendim.

Gerektiğinde “desteklemeyi”, gerektiğinde “eleştirmeyi”

“Küçük hesaplardan ve kurnazlıklardan” uzak durmayı bilen Yeni Nesil’den öğrenmemiz gereken daha çok şey var…

Allah Uzun ve Sağlıklı Ömürler Versin Sadık Albayrak Usta, hoş geldin YENİ GENÇLİK!..