Dolar (USD)
32.38
Euro (EUR)
34.66
Gram Altın
2433.87
BIST 100
10052.37
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

07 Kasım 2013

Şair Nureddin Durman ile Üsküdar Meydanında Bir Saat

Asrın bir nimeti olsa gerek Marmaray Treniyle karşıya -Üsküdar'a- geçtiğimde niyetim Şair dostlarım Şeref Akbaba ve biraz ileride Beylerbeyi'nde mukim Nureddin Durman'ı ziyaret etmekti. Şeref Ağabeyimizin, gerek hocalık vasfı ve gerekse Ay Vakti dergisinin bu ayki sayısını yetiştirme telaşesi, bizi onun sohbetinden mahrum bırakmıştı.

Üsküdar'da nasibini alamamış bir derviş misali elimizdeki keşkülü yere bırakmış ve telefona sarılmıştım. Telefonun diğer ucunda şiir dünyamızın yüz akı, ak saçlı, ak sakallı dedesi Nureddin Durman vardı. Ona "artık nasibimizin buralarda kalmadığını, eğer kabul buyurursa kendilerini ziyaret etmek istediğimizi söyledim." Nureddin ağabey, karşıda; Sultan Ahmet meydanında olduğunu, bir saate kadar Üsküdar'da olacağını söylemişti.

Hem Nureddin ağabeyi beklemek hem de çoktandır göremediğim Üsküdar'la bir hasbıhal etmek için bir gezintiye çıkmıştım. Üsküdar demek Mihrimah Sultan camii demek. Burada öğle namazını kılmak için gittiğimde resterasyon nedeniyle kapalı olduğunu gördüm. Hemen yolun karşısına geçip Yeni Valide Camiinde eda etmiştim. Camii bahçesi çok büyük ve burada kalabalık bir cemaat vardı. İstanbul'un tarihu00ee camilerinde olduğu gibi burası da hem temizliği hem de güvenliği bakımından büyükşehir belediyesinin koruması altında.

Namazdan sonra gazete bayiinden gazetemi aldım. Bir çay bahçesi bulup köşe yazılarını okumak istiyordum. Karşıma çay bahçesi yerine bir çocuk kütüphanesi çıktı. Hemen içeri girdim. Oradaki çalışanlarla selam faslından sonra bana gazete okumam için bir yer gösterdiler. Gazeteyi okurken bir de "çayımız olsaydı ne güzel olurdu" diye hayıflanıyordum. Biraz sonra çalışanlardan birinin elinde bir çay ile bana doğru geldiğini gördüm. Yüce Mevla garip kullarını unutmazdı elbet.

Bu arada gazetedeki bütün köşe yazılarını okumuş, haberleri incelemiş, bulmacayı çözmüş, hatta yazım yanlışlıkları, editöryal hataların da altını çizmiştim. Nureddin Durman ağabeyimiz geldiğinde ona müsvedde halinde bazı şiirciklerimi de sunacaktım. Az sonra bana telefon geldi. Ben buradayım, sen nerdesin. Onra kütüphanede olduğumu hemen geleceğimi söyleyip dışa çıktım. Kütüphaneye veda ettim. Hemen bitişikte iki katlı küçük bir Üsküdar evine rastladım. Bir çok diziye mekan olmuş bu evi neden kütüphaneye girmeden görmemiştim. Önünde durarak bir hatıra fotoğrafı çektim. Ev, sanki Ahmet Muhip Dranas'ın meşhur "Fahriye Abla" şiirindeki evdi. Bu evin kutu gibi halini, sarmaşıklarını, akasyalarını görünce şiiri hatırladım.

Eviniz kutu gibi bir küçücük evdi,

Sarmaşıklarla balkonu örtük bir evdi;

Güneşin batmasına yakın saatlerde

Yıkanırdı gölgesi kuytu bir derede.

Yaz, kış yeşil bir saksı ıtır pencerede;

Bahçende akasyalar açardı baharla.

Ne şirin komşumuzdun sen, Fahriye abla!

Bu eve baka baka Fahriye Abla şiirini okuya okuya merdivenleri iniyordum. Üsküdar meydanındaki çeşmeye doğru yöneldiğimde arkadan bir ses "Dur Yolcu" . Çoktandır duymadığım bu ses Nureddin Durman ağabeyimizin sesiydi. Büyük şairimizin elini öptük, hal hatır sorduktan sonra bizi Üsküdar'ın Anadolu havası kokan bir lokantasına götürdü. Çayımızı da belediyenin arkasında çay bahçelerinde içelim dedi.

Nihayet Üsküdar'ın meşhur çay bahçelerindeyiz. Belediyenin arka tarafı küçük iskemlelerle kurulu bir mekanu2026 Burası, bize herhangi bir Anadolu şehrinin rengini verebilir. Biraz sonra Şair Ahmet Veske ağabeymiz de bu sohbete ortak oldu. Hazır bulmuşken şairlerimizi, heybemdeki şiir müsveddelerimizden birini çıkarıyorum.

"Ayrılık çeşmesini ayrık otları sarmış / Neyleyim /Üsküdar bu kadar güzel,

Marmaray öyleu2026"

Nureddin Ağabey, şiirde geçen ayrılık çeşmesinin padişah 4. Murad devrinde yapıldığını, buralardaki Hacı adaylarının ailelerinden vedalaştıkları bir mekan olduğunu söylemişti. Ve şiirdeki Ayrılık Çeşmesinin artık Marmaray'la ayrılığa değil kavuşmaya vesile olan bir durak olduğunu söylemişti.

Nureddin ağabeyin bu söyleminden sonra çaylarımız demlendi. Ahmet Veske ağabeymizin getirdiği sıcak simitlere bakarak keşke yemek yemeseydik dercesine birer parça ucundan alıyorduk. Biz, Nureddin Ağabeynin Düş Çınarına uğramayı yeğlerken zaman bizi Üsküdar'da buluşturdu. Onun Düş Çınarı dibinde yazdığı bir şiirini hatırlatarak sohbeti koyulaştırıyoruz.

"Nabzın atıyorsa bir de /yüzüne değiyorsa rüzgar / aşk varsa bir zamanda / yaşamak üstüne / ne var ne yok söyle"

Ne söyleyelim ağabey Marmaray'a ne zaman bineceksin diye bir soru soruyorum. Şu anda kalabalık, biraz sakinleşince bineceğim. Yılmaz Özdil binmese de olur. Biz, bize sunulan nimetleri kullanmakla mükellefiz, sözleri onun adeta "seni beklerken cancağzım" dizelerine müteradif ve mütenasib bir görüntü veriyor.

Söz ve sohbet nihayete eriyor. Karşıya geçmem lazım diyerek vedalaşıyoruz. Ahmet Veske ağabeyimiz hesabı ödüyor. İtirazım sonuç vermiyor. Buralarda gülerler adama diyor Nureddin Ağabey. Beni Marmaray'ın kapısına kadar getirip uğurluyor. İşte Üsküdar ve dostlarla bir günün hasbihali.