Dolar (USD)
32.47
Euro (EUR)
34.73
Gram Altın
2440.77
BIST 100
9915.62
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

03 Kasım 2020

Şehrin İçinden Geçmek

Daha önce “Şehrin Aynası” adlı yazımızda epey bir iltifat gördüydük. "Marifet iltifata tabidir, sermayesiz metâ zayidir.” Sözünü hatıra getirmemek elde değil.

Şehrin önünden geçen insanlardan bahsetmiştik. Şimdi de şehrin içine giren insanlardan bahsedelim. Şehrin aynasından kendilerine nasıl baktıklarından…

Klasik zamanlarda şehirlerimizin bir aynası vardı. Bu ayna, güzelliğin, estetiğin aksedişiydi. Şehrin aynasından geçen insanlar, hem dünyalarını hem de şehirlerini güzel tutmak için çaba harcarlardı. Şehrin aynası, kimine göre müşahhas olsa da o şehirdeki velilerin nazarı, estetik tavır ve duruşları, insanları hayrette bırakacak düşünceleri, belağat ve fesahatı bu aynanın temelini oluşturmaktaydı.

Velilerin oturduğu mekânlar da bu aynanın bir parçasıydı. Devlet adamlarının oturduğu köşkler ve saraylar da. Şehri var eden evler, hamamlar, konaklar, camiiler, sokaklar, kaldırımlar ve çeşmeler bu aynanın diğer unsurlarıydı. Çarşılar, esnaf ve arasta… Dahası, içinde nehir geçen şehirlerdeki su değirmenleri (âsiyab), yel değirmenleri de bu aynanın bir parçasıydı.

Şehrin içinden geçen şairler de o şehrin aynasından kendi nasiplerine düşeni alıyorlardı. O şehrin büyüleyici atmosferi arasında kaybolur, oradaki mimarî güzelliklere gark olur. Şehirdeki aynanın tam ortasında durur. Şairin şehir içerisine girmesi ve çıkması aynı olmaz. Başka başka aynalarda görür kendini. Asaf Halet Çelebi’nin “ayna ayna içinde” metaforu burada da geçerli.

Şair Osman Nevres, 18. Asrın Osmanlı şairlerindendir. Bir gün içinden nehir akan bir şehre varmış. Orada bir su değirmeninin kenarında konaklamış. Belli ki bu su değirmeni kenarında çokça durmuş ve değirmenin çalışma şeklini, oradaki muamelatı gözlemlemiş. Değirmen, yüksek bir şelale gibi yerden akan ya da bir varil genişliğinde sağlam ağaç tahtalarından bükülen saçlardan yapılan bir buçuk kulaçlık genişliğinde bir borudan dolaba dökülen su ile çalışır. Bu su dolaba gürül gürül akmazsa değirmen taşı dönmezmiş.

Şair, bu şehrin aynasından geçmiş ve orada kendini görmüş. Günün birinde bir nasihat verecek olmuş. Hemen o şehrin aynasında yansıyanlar hatırına gelmiş. Şöyle bir şiir yazmış.

Önün ardın gözet, fikr-i dakîk et, onda bir söyle

Öğütme ağzına her ne gelirse âsiyâb-âsâ

(Sözün) önünü ardını gözet, ince düşün, onda bir(ini) söyle.

Değirmen gibi ağzına her ne gelirse hemen öğütme!)

Şiir nasihatle ilgili, tasvir ise bir değirmeni anlatıyor. Değirmende buğdayın una nasıl dönüştürüldüğü üzerinedir. Daha doğrusu şair arka planda bir değirmenci portresi çiziyor.

Şiire gelelim. Neden onda bir? Neden önün ardın gözet? Neden ağzına her geleni öğütme? Eski zamanlarda işletmeler kolay kolay açılmazdı. İnsanlar zamanında alışverişin parayla yapılmadığı veyahut da çok az yapıldığı bu dönemlerde değirmenci, öğüttüğü buğdayın onda birini mal sahibinden alırdı. Buğday tanelerini ayıklamak, öğütmek, elemek ve un halinde satışa çıkarmak hep değirmencinin göreviydi.

Buğdayı öğütme meselesi önemliydi değirmenci için. Köylüler, buğdayın taşını, talaşını ayırmadan getirirlerdi. Değirmenci de bunları buğdaydan ayırmak zorundaydı. Bunu yaparken köylünün karakaş gözüne olan hayranlığından değildi elbet. Bu taşlar ve yabancı cisimler değirmen taşına zarar verdiği içindi. Eğer değirmen taşı zarar görürse vay değirmencinin haline. Cızırtılar başlar ve taş yamuk yumuk giderdi. Bu sefer tamir için taş yerinden çıkarılırdı.

Bizim burada yapmaya çalıştığımız ise, güneşi yansıtan bu aynalara ikinci bir ayna tutmak. O aynaların ışığını farklı cihetlere, farklı açılardan bir nebze de olsa yöneltmeye çalışmak. Bir bakıma, Âsaf Halet’in “ayna ayna içinde” dediği durum...

İşte, şehrin aynasından şairin gönlüne yansıyan bir manzara. Bu ayna sırlı mı, sihirli mi? Şimdi kaçımız şehrin aynasından kendimize bakıyoruz. Ya da kaçımız “Ayna ayna! Söyle bana…” diyoruz.