Sessizliğin sesi
Adına dünya
dediğimiz gezegende her varlık kendi içinde bir âlem olarak yaşayıp gidiyor.
Bir şekilde birbirine temas edebilenler birlikte yaşamayı ya öğreniyor ya da
öğrenmek zorunda kalıyor. İyisiyle kötüsüyle her canlı kendisine tahsis edilmiş
süreyi doldurmakla mükellef bir halde yaşamını idame ettiriyor. Her ne kadar
bazı yaşanmışlıklara hayat denilemeyecek olsa da bir şekilde sınırlı olan süre
tüketiliyor ve meselenin nihayetinde ölüm denilen son hakikat ile herkes
yüzleşiyor. Kulağa acı ve acıtıcı gelse de ölüm herkes için geçerli en
kaçınılmaz hakikatimiz olarak son durakta bizi bekliyor. Sadece insan için
değil, bütün canlılar için son durak…
İnsan da dünya
denilen gezegende başlı başına bir âlem ve özelliklerin en üstünü ile
donatılmış bir yeteneğe sahiptir. Bu yeteneğimiz ile etrafımızda var olan her
şeye bir şekilde vakıf oluyor ve çevremizde var olan diğer olguların sevk ve
idaresinde ayrıcalıklı bir konumumuz bulunmaktadır. Bu kadar komplike ve
ayrıcalıklı özelliklerle donatılmış olmamızın doğal bir sonucu olarak bir takım
sorumlulukların bize yüklenmesi kaçınılmazdır.
İnsan, bireysel
bir varlık olarak yaratılmış olsa bile hayat denen mefhumun içerisinde
kendisine tahsis edilen rollerin başında sosyal bir varlık olması geliyor.
Etrafında cereyan eden olgulardan bu yönüyle kendini soyutlayabilmesi
imkânsızdır. Her ne kadar soyutlamak istese bile bu mümkün görünmemektedir. Çünkü
kendisine yüklenen yaşam kodu buna müsait değildir.
İnsan âlemindeki
her bir bireyin sosyal bir varlık olmasının yanında bir diğer yeteneği ise
hangi hal ve durumda olursa olsun derdini dile getirebilecek sese sahip
olmasıdır. Canı yandığında, acı çektiğinde, acıktığında, neşelendiğinde,
üzüldüğünde, mutlu olduğunda, velhasıl her halinde kendini ifade edebilecek ses
yeteneğinin varlığı ona sunulan en büyük nimetlerden birisidir. Halimizi
anlatacak sesten yoksun olduğumuzu düşünmek bile ne kadar ürkütücü bir durum
olarak görünüyor. Bazen kâbuslu rüyalarımızda bu durumla karşılaşanlarımız
muhakkak olmuştur. Bir felaket ile karşı karşıya kalıp sesini duyuramamak ne
acı bir durum. Bize lütfedilen bu nimet için ne kadar şükretsek azdır. Her
nimetin bir bedeli olduğu gibi insana sunulan bu nimetin de bir bedeli muhakkak
vardır.
Adına dünya
dediğimiz gezegende diğer canlılar maalesef bizim kadar şanslı değiller. Çok
uzağa gitmeden yakın çevremizden âlemi seyretmeye başladığımız zaman bile
etrafımızdaki varlıkların ne kadar sessiz olduğuna şahit olabiliriz. Ki onların
sessizliğine aldanmamalıyız. O sessizliklerinde ne kadar çığlık barındıklarını
hissetmeye çalışmalıyız.
Mesela yaprakları
vakitsiz solan bir ağacın suya ne kadar ihtiyaç duyduğunu anlamamız için onun
solan yapraklarındaki sesine kulak vermeliyiz.Sokakta yürürken bize içli içli
bakan bir köpeğin ne kadar acıkmış olduğunu gözlerindeki sese kulak vererek
işitmeliyiz.Bir ağacın dalında öten kuşun sesinin güzelliğine kanmak yerine o
ötüşteki acıya kulak vermeye çalışmalıyız. Arabamızın kaputunun üstünde
ısınmaya çalışan kedinin üşümüş olduğunu gözümüzle duymuyorsak bile kalbimizle
duymaya gayret etmeliyiz. Bitkilerin suya, güneşe, havaya, toprağa ihtiyaç
duyduklarını yapraklarını büzüşlerindeki sesten anlamalıyız.Çünkü bu canlılar
acıktıklarını, susadıklarını, canlarının yandığını, herhangi bir organlarından
dolayı acı çektiklerini ve dahası bize ne kadar ihtiyaç duyduklarını dile
getiremezler.
Bir çiçeğin
dalında ne kadar güzel durduğuna kulak kabartmalı, dalı kırılan bir ağacın
feryadına kulak kesilmeli, yavrusunu kaybetmiş bir köpeğinhis dünyasına kulak vermeli,
birbiriyle oynaşan kedilerin neşesine kulak misafiri olmalı, oynarken acıkmış
olabileceklerini kulak ardı etmemeli, her an yanımızda, yöremizde bulunan
sessiz canların başına bir hal gelmemesi için kulağımız delik olmalı, en
nihayetinde bu sessizliğe kulak tıkamadan, kulaktan dolma bilgilerden
sıyrılarak bu durumu kulaktan kulağa aktarmalıyız. İşte o zaman insan olduğumuz
için bize sunulan ses nimetinin bedelini bir nebze de olsa ödeyebilmiş oluruz.
Çünkü kendileriyle aynı gezegeni paylaştığımız bu canlılar kendi
sessizliklerinin çaresizliğinde yaşayıp giderken birilerinin bunların sesi
olmak gibi bir zorunluğu vardır. İnsanı diğer canlılardan farklı kılan da herkesin
sustuğu yerde konuşabilmesidir. Etrafımızda varolan bu kadar acının sesi
olabilmek için öncelikle bu acıyı hissedebilmemiz gerekir.
Sessizliğin sesi
olabildiğimiz müddetçe insan kalabiliriz.