Dolar (USD)
32.42
Euro (EUR)
34.29
Gram Altın
2492.64
BIST 100
9693.46
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

19 May 2022

Sessizliğin sesi

Adına dünya dediğimiz gezegende her varlık kendi içinde bir âlem olarak yaşayıp gidiyor. Bir şekilde birbirine temas edebilenler birlikte yaşamayı ya öğreniyor ya da öğrenmek zorunda kalıyor. İyisiyle kötüsüyle her canlı kendisine tahsis edilmiş süreyi doldurmakla mükellef bir halde yaşamını idame ettiriyor. Her ne kadar bazı yaşanmışlıklara hayat denilemeyecek olsa da bir şekilde sınırlı olan süre tüketiliyor ve meselenin nihayetinde ölüm denilen son hakikat ile herkes yüzleşiyor. Kulağa acı ve acıtıcı gelse de ölüm herkes için geçerli en kaçınılmaz hakikatimiz olarak son durakta bizi bekliyor. Sadece insan için değil, bütün canlılar için son durak…

İnsan da dünya denilen gezegende başlı başına bir âlem ve özelliklerin en üstünü ile donatılmış bir yeteneğe sahiptir. Bu yeteneğimiz ile etrafımızda var olan her şeye bir şekilde vakıf oluyor ve çevremizde var olan diğer olguların sevk ve idaresinde ayrıcalıklı bir konumumuz bulunmaktadır. Bu kadar komplike ve ayrıcalıklı özelliklerle donatılmış olmamızın doğal bir sonucu olarak bir takım sorumlulukların bize yüklenmesi kaçınılmazdır.

İnsan, bireysel bir varlık olarak yaratılmış olsa bile hayat denen mefhumun içerisinde kendisine tahsis edilen rollerin başında sosyal bir varlık olması geliyor. Etrafında cereyan eden olgulardan bu yönüyle kendini soyutlayabilmesi imkânsızdır. Her ne kadar soyutlamak istese bile bu mümkün görünmemektedir. Çünkü kendisine yüklenen yaşam kodu buna müsait değildir.

İnsan âlemindeki her bir bireyin sosyal bir varlık olmasının yanında bir diğer yeteneği ise hangi hal ve durumda olursa olsun derdini dile getirebilecek sese sahip olmasıdır. Canı yandığında, acı çektiğinde, acıktığında, neşelendiğinde, üzüldüğünde, mutlu olduğunda, velhasıl her halinde kendini ifade edebilecek ses yeteneğinin varlığı ona sunulan en büyük nimetlerden birisidir. Halimizi anlatacak sesten yoksun olduğumuzu düşünmek bile ne kadar ürkütücü bir durum olarak görünüyor. Bazen kâbuslu rüyalarımızda bu durumla karşılaşanlarımız muhakkak olmuştur. Bir felaket ile karşı karşıya kalıp sesini duyuramamak ne acı bir durum. Bize lütfedilen bu nimet için ne kadar şükretsek azdır. Her nimetin bir bedeli olduğu gibi insana sunulan bu nimetin de bir bedeli muhakkak vardır.

Adına dünya dediğimiz gezegende diğer canlılar maalesef bizim kadar şanslı değiller. Çok uzağa gitmeden yakın çevremizden âlemi seyretmeye başladığımız zaman bile etrafımızdaki varlıkların ne kadar sessiz olduğuna şahit olabiliriz. Ki onların sessizliğine aldanmamalıyız. O sessizliklerinde ne kadar çığlık barındıklarını hissetmeye çalışmalıyız.

Mesela yaprakları vakitsiz solan bir ağacın suya ne kadar ihtiyaç duyduğunu anlamamız için onun solan yapraklarındaki sesine kulak vermeliyiz.Sokakta yürürken bize içli içli bakan bir köpeğin ne kadar acıkmış olduğunu gözlerindeki sese kulak vererek işitmeliyiz.Bir ağacın dalında öten kuşun sesinin güzelliğine kanmak yerine o ötüşteki acıya kulak vermeye çalışmalıyız. Arabamızın kaputunun üstünde ısınmaya çalışan kedinin üşümüş olduğunu gözümüzle duymuyorsak bile kalbimizle duymaya gayret etmeliyiz. Bitkilerin suya, güneşe, havaya, toprağa ihtiyaç duyduklarını yapraklarını büzüşlerindeki sesten anlamalıyız.Çünkü bu canlılar acıktıklarını, susadıklarını, canlarının yandığını, herhangi bir organlarından dolayı acı çektiklerini ve dahası bize ne kadar ihtiyaç duyduklarını dile getiremezler.

Bir çiçeğin dalında ne kadar güzel durduğuna kulak kabartmalı, dalı kırılan bir ağacın feryadına kulak kesilmeli, yavrusunu kaybetmiş bir köpeğinhis dünyasına kulak vermeli, birbiriyle oynaşan kedilerin neşesine kulak misafiri olmalı, oynarken acıkmış olabileceklerini kulak ardı etmemeli, her an yanımızda, yöremizde bulunan sessiz canların başına bir hal gelmemesi için kulağımız delik olmalı, en nihayetinde bu sessizliğe kulak tıkamadan, kulaktan dolma bilgilerden sıyrılarak bu durumu kulaktan kulağa aktarmalıyız. İşte o zaman insan olduğumuz için bize sunulan ses nimetinin bedelini bir nebze de olsa ödeyebilmiş oluruz. Çünkü kendileriyle aynı gezegeni paylaştığımız bu canlılar kendi sessizliklerinin çaresizliğinde yaşayıp giderken birilerinin bunların sesi olmak gibi bir zorunluğu vardır. İnsanı diğer canlılardan farklı kılan da herkesin sustuğu yerde konuşabilmesidir. Etrafımızda varolan bu kadar acının sesi olabilmek için öncelikle bu acıyı hissedebilmemiz gerekir.

Sessizliğin sesi olabildiğimiz müddetçe insan kalabiliriz.