Dolar (USD)
32.47
Euro (EUR)
34.73
Gram Altın
2440.77
BIST 100
9915.62
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

25 Haziran 2023

​Şeyhim olmadan asla

Bir arkadaşımla beraber bir kurum ziyaretine gitmiştik. Orada kurum sekreteri telefonda Arapça konuşuyordu.Kurum yöneticisinin misafiri olduğu için orada beklemiştik. Sekreter, telefon konuşmasında "şeyh" kelimesini sık sık kullanmış. Benim arkadaşım da şeyh kelimesinden yola çıkarak bazı yorumlar yapmaya başlamıştı. Bunun üzerine arkadaşıma "bu şeyh" senin bildiğin şeyh değil demiştim. Nasıl yani demişti de açıklama ihtiyacı hisetmiştim. Şeyh kelimesi Arapçada büyük, lider, başkan anlamlarında kullanılıyordu. Fakat bu kelime çok sonradan Türkçeye dinî-tasavvufi kesimlerde başkan, büyük anlamında "şeyh" olarak kullanılıyordu.

Kurum sekreterinin telefon konuşması bitirince sormuştum.Telefonda konuştuğunuz kişi şeyh miydi? Hayır şeyh değil, cevabını almıştık. Arapça bilen kurum sekreteri, telefonda konuştuğu kişi yaşlı ve muhterem biri olduğu için şeyh ifadesini kullanmıştı.

Osmanlı Türkçesi uzmanlık alanımız ola da birazcık Arapça bilgimiz olduğunu da söyleyelim. Ama bütün bunların dışında "Yabancılara Türkçe Dersi" öğretiminde "Yalancı Değerlik" kelimelerini bildiğimden dolayı çok bildiğimiz kelimelerin bizleri yanılttığını da biliyordum. Tahran Yunus Emre Enstitüsünde Fars kökenli öğrencilerimiz Türkiye Türkçesi dil öğrenimini o dönem içerisinde bitirirken İranlı Azeri Türkleri muhakkak bir sonraki döneme kalıyorlardı. Azeri Türkleri mesela hiç bir zaman "indim" kelimesini kullanmadılar, hep "düştüm" dediydiler. Kâve adında Azeri Türk'ü bir hocamız Türk Dili ve Edebiyatı öğretmenliğinde okuduğu için Türkiye Türkçesine vakıf olmuştu. Ama bir gün köyüne gidip annesiyle İstanbul Türkçesi konuşunca başına gelmeyen kalmamıştı. Samed Behrengi'nin de doğduğu topraklarda doğan bu Azeri anne oğlun "Özün hara Türki yadından gidiptir, demişti. Onlara göre öz Türkçe onlarındır. Bu konu tartışmalı ve mayınlı bir arazi olduğu hiçin şimdicek çıkalım burdan.

Dil öğrenme konusunda ülkemizde Farsça öğrenenler hatta Arapça öğrenenler için de çok zorlu bir süreç. Mesela Fransızca ve İngilizce öğrenenler için öyle bir durum söz konusu değildir.Ortak düşünüş, ortak kültür dünyasında bazen bu tür durumlarla karşılaşılabilir. Yıllarca Türkçede kullandığımız "endişe" kelimesinin Farsça öğrenirken "düşünce" olduğunu öğrenince insan şaşırıyor. Mesela Arapça "fakat" kelimesinin sadece anlamında olduğunu bizler hep öğrenirken şaşırıyoruz. Acaba bilinçli bir şekilde mi Türkçede kullanıma sokuldu diyesi geliyorum insanın. Kanaatimce cahil cühela bazı meşhurların bu kelimeleri yanlış anlamda kullanmasıyla ortaya çıkmış bir durum bu. Bunu niin söylüyorum. Mesela 1950'lilerdeki Türk filimlerini seyrettiğimiz zaman orada kahramanlar (aktristler) bir birlerine sigara ikam ettikleri zaman bir sigara çeker misin derler, sigara içer misin demezler. Son zamanlarda görgüden yoksun, dili kullanmasını bilmyen medya fenomenlrinin elinde dil de nasibini aldı. Aslında bu durum 1990'lı yılların sonunda özel televizyonların ortaya çıkmasıyla ortaya çkan bir durumdu. Özel televizyon sipikerlerinin,sunucularının,özel televizyonda gösterime giren dizilerin sinema filimlerinin birinci önceliği görsellik ve imajdı.Güzel kızlar, yakışıklı erkekler onlar için bir nirvanaydı.

Sözü uzatmadan şeyh kelimesi üzerine bazı mülahazalarda bulunmak isterim. 28 Şubat'ın soğuğunu damarlarımızda hissettiğimiz günlerde mesleğimi icra için İstanbul'dan uzak çok uzak bir yere tayinimi istedim.Aslında memleketim Viranşehir'de görev yapıyordum. Yazarlık ve edebiyat adına namüsait bir yer olsa da sonraki yıllarda edebî eserlerimde mekan olarak Viranşehir çok yer almıştı.

Birgün yakinen tanıdığım merhum Şeyh Lütfi Karacadağ'ı ziyaret etmiştim. Edebiyat fakültesinde okurken ilk lügatı ondan hediye almıştım. Osmanlıca çalışmalarımda da bana yardımı dokunmuştu. Hukukumuz şeyh- mürid ilişkisinden çok bir nevi hoca-talebe ilişkisine dayanıyordu. Şeyhimiz beni gördüğüne sevinse de üzgün oluğu her halinde belli oluyordu. Kalo bu ne hâl demiştim. O da halimiz izmihlal, demişti. Kürtçede "Kalo" tasavvuf erbabı için kullanılan bir saygı kelimesidir. Şeyhimiz anlattı, ben dinledim: Viranşehir adliyesinden ona bir tebliğat gelmiş. Çarşıda hakim beyin de olduğu bir mekanda bir vatandaş Şeyh Lütfi'ye "şeyhim" diye hitap etmiş. Bu hakim nezdine irticaî faaliyet kapsamına alınmış ve tahkikat başlatılmıştı. Şeyh Lütfi için suç unsuru ve deliller toplanarak belli bir tarihte mahkemeye çıkarılacaktı. Kaçma şüpesi olmadığından dolayı tutuklanma talep edilmemişti. Viranşehir küçük bir yer olduğu için hakim beyi de tanıyordum. Eşiyle aynı kurumda görev yapıyorduk. Hakim bey bir gün eşi aracılığıyla Osmanlı döneminde kalma bir tapuyu benim okumamı rica etmiş, tapuyu okuyabildiğim kadarıyla okumuş, diğer bölümünü de Atatürk Kitaplığında eski eserler uzmanı olarak çalışan okul arkadaşım İrfan Dağdelen hocamızdan yardım istemiştik.

Kurumda uygun bir zaman diliminde Şeyh Lütfi'yi ve şeyhlik meselesini hakim beyin eşine anlattım.Onun hakkında bir dav açıldığını anlattım. Dedim bu Şeyh Lütfi Karacadağ, mübarek bir insandır. İnsanlar için dua eder, insanlara doğru yolu gösterir, onları haram işlerden uzak tutar. Sohbetlerinde hırsızlığın fena bir şey olduğunu, yalan söylemenin çok kötü olduğunu anlatır. Bu filleri yapan insanlardan uzak durulmasını anlatır. Hatta küçük çocuklar uyku zamanı sürekli korktuklarında ellerini başlarına sürer ve dua eder. O çocuklar Allah'ın izniyle iyileşir, demiştim.

Bunları niye anlattım. Bir süre önce hakim beyin evine hırsız girmiş.Onlar evde olmadığı bir zamanda pek çok eşyası çalınmıştı. Yine hakim beyin çocuğu geceleyin uykusunda çok korktuğunu eşi bize anlatmıştı... ikinci gün hakim beyin beni adliyede beklediği haberini almıştım. Yaptığım işin neye mal olacağını açıkçası düşünmemiştim. Daha önce bir defa adliyeye gittiğimde çay kahve ikramı yapılmıştı. Belki bu sefer olmayacak, benim hakkımda da irticaî faaliyetleri savunduğum ve koruduğum için bir dava açılabilirdi. Bu korku ve endişe içerisinde adliyeye gittim. Hakim bey beni odasında bekliyordu. Yüzünde bir merak duygusu olduğunu hissettim. Anlat bana bu şeyhlik nasıl bir şeymiş dedi. Anlattım, Şeyh kelimesi Arapçada yaşlanmak,ihtiyarlanmak anlamında kullanıldığını anlattım. Bu kelimenin Türkçeye Arapça üzerinden değil Farsça üzerinden geçtiğini söyledim.Türkler'de Ahî teşkilatı dediğimiz bugünkü terzi esnafı, berber asnafı, attar esnafı başkanlarına şeyh denir. Hatta şeyh Araplar'da aşiretin, kabilen en büyüğüne verilen unvandır. Biz de ise aşiret başkanına ağa denir. Şeyhlerin ekilebilen arazisi olsa ağa olurlar,dedim. Çok eski Türkçede şeyhliğin karşılığında bayat kelimesi kullanılsa da bu kelime bozulan eşyalar için sadece kullanımda kaldı, dedim.

Hakim bey, hocam ben sana inanıyorum ama peki bunları nasıl ispatlayacağız. Ona "çok kolay" dediydim. Daha önce sizin tapularınızı okurken kullandığım sözlükler var.Onları getiririm. Bu bilgiler orada yazıyor,dedim. Kamus-ı Türki Arap alfabesiyle yazıldığı için Devellioğlu Osmanlıca Sözlüğü götürmüş,ilgili kelimeyi göstermiş.Hatta o sayfanında bir fotokopisini çekmiştik.

Bu uzun ve meşakkatli işten sonra şeyhimizin davası beraatla sonuçlanmıştı. Bana ilk sözlüğü armağan eden bir zata diyet borcumu ödediğim için çok mutluydum. Şeyhim olmadan asla.