Sınavlar kalksın proje gelsin
Hastalığın yayılımını önlemek için toplumsal hayatın tamamen durdurulduğu mart ayından itibaren okullar hep “en son” açılması gereken yerler olarak düşünüldü.
Özellikle ilkokul çağındaki çocukların temizlik, mesafe ve maske üçlüsünün uygulamasında zaafiyet
gösterebileceği ve buna bağlı olarak da hastalığın yayılma hızında artış
olacağı varsayıldı.
Batılı devletlerde okulların birbiri ardına açılması
Türkiye’de de okulların açılması talebini beraberinde getirdi.
Koronavirüsün virüsünün
gerek “çocuklar” gerek ise “yetişkinler”üzerindeki etkisini ortaya
koyan yeterli bilimsel çalışma yapmak yerine aşı, ilaç ve tedaviye odaklanılması, hayatın normalleşmesi
sürecinde yaşanan birçok sorunun gölgede kalmasına neden oldu.
Toplumsal hayat, alınan tedbirlerle birlikte neredeyse eski
seyrine döndü.
Haklı olarak birçok insan da sosyal hayatın tekrar normala
döndüğü bir durumda okulların “neden”tam
olarak açılmamasını sorgular oldu.
Kim olsa aynısını yapar.
Bunu garipsemiyorum.
Alınan tedbirlerde de “art
niyet”aramıyorum. Emin olun herkes çocuğunun okula gitmesini ister.
Milli Eğitim
Bakanlığısürekli olarak bu konuya kafa yoruyor.
Eğitimde “fırsat
eşitliğini” sağlamak adına tüm Türkiye’deki okulların kapatılmış olmasından
rahatsız olanların sesine bir miktar cevap verileceğine yönelik bazı bilgiler
aldım.
MEB, şimdilik
teknik liselerdeki uygulama dersleri için izin verse de bu yeterli olmayacak
gibi görülüyor.
Bakanlık, okulların açılmasına valilerin “tek başına” karar verebileceği açıklamasını
yaptı.
Hiçbir vali insan hayatını riske atacak böyle bir karara
imza atmadı. Bir insanın hayatının bu denli sorumluluğunu almak kolay bir iş
değil.
Çünkü, eğitim eksikliğinin “bir şekilde” telafi edilebileceğini ama pandemi nedeniyle yitip
giden canların bir daha geri gelmeyeceğini çok iyi biliyorlar.
Valilerin yerinde kim olusa olsun aynı şeyi yapar.
Bakanlık bazı illerdeki Hıfzısıhha
kurullarının önerilerini göz önünde bulundurarak bu kararı direkt bir
şekildemerkezden almalı.
Böyle bir adım pandemi ile başarılı mücadele edilenlerin “ödüllendirilmesi” anlamına gelecektir.
Akla ve vicdana uygun olan bu olur.
***
Aslında tam da bu aşamada eğitimde sadece “bugün” için değil,“sonrası” için de geçerli olabilecek “devrimsel bir dönüşüm”fırsatı yakaladık.
Hepimizin eğitim sistemindeki ortak sorunu: Sınavlar!
Sınavlarda alınan notların liyakat için yeterli olduğuna
inanmak istiyoruz.
Her gün, hayatımızın bir yerinde, aslında bunun o kadar da doğru
olmadığı gerçeği ile bir şekilde yüzleşiyoruz.
Pandemi nedeniyle uzaktan yapılan eğitim “sınavlar” bağlı
liyakat sorununun çözmek için “mükemmel
bir fırsat” sunuyor.
***
Pedagojik formasyonda
öğrenme için en iyi yöntemin “deneme”
olduğu ısrarla vurgulanır.
Hatta son yıllarda yabancı isimlerle “deneyerek öğrenme” yöntemlerinin reklamları sıkça yapılır oldu.
Bugün pandemi nedeniyle evlerinde olan öğrencilerin “neyi, ne kadar” öğrendiği ya da
öğreneceği konusunda herkesin “şüphesi”
olduğu büyük bir gerçek.
Uzaktan eğitimlerle tam oluşamayan sınıf ortamında alınan
eğitimin sonunda yapılacak sınavlar bu öğrenciler için büyük “haksızlık”olacaktır.
Sınıfların sınavsız bir şekilde geçirilmesi ise tüm eğitim
sistemine başka bir sorun olarak geri dönecektir.
Benim önerim yıllardır geçmeye çalıştığımız “Proje Tabanlı Değerlendirme Sistemi”ne
geçmek.
Öğrencilerin seviyesinin tam olarak ölçülemediği bir dönemde,
hem öğrenmelerini “garanti” altına
alacak hem de ortaya çıkan “çıktı ile
değerlendirme” yapılabilecek “kolay ve
pratik”bir yöntem olur.
Puanlama yapılmak yerine sadece “kabul” ve “red”
verilerek oluşabilecek şaibelerin de önüne geçilebilir.
Neredeyse her ders için uygulanabilecek bu yöntem bu dönem
uygulanması mümkün değil.
2020-2021 eğitim öğretim döneminin ikinci dönem kolaylıkla
uygulanabilecek bu yöntemBakanlığın gelecek vizyonunda da yer alıyor.
Pandemi koşulları ile hızlandırılan hibrit sistemi daha da
mükemmelleştirme ve eğitimde yıllarca yaşadığımız sorunlardan birisen son
vermek için bu fırsatın iyi kullanılması gerekiyor.