Dolar (USD)
32.25
Euro (EUR)
34.78
Gram Altın
2425.05
BIST 100
10055.98
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

23 Kasım 2022

Sisi ile kucuklaşmak

2013 Obama’nın ikinci dönemiydi. Daha düne kadar aynı otobüse binmeyen Amerikalılar, gökten vahiy almış gibi siyahi bir Afrikalı olan Barack Hussein Obama’yı ABD Başkanı yaptılar. Çünkü Bush ailesinin dünyaya boca ettikleri pislikleri göstermelik bir barış ödülü sahibi kıldıkları siyahi başkan Obama’ya temizletmek istediler.

Hakkını yemeyelim, Obama da rolünü iyi biliyor ve buna göre politikalar yürütüyordu. ABD'nin Irak’ta akıttığı yüzbinlerce masumun kanını yine kendilerinin kurdukları paravan örgüt İŞİD ile temizleme işini Obama’ya verdiler. Kurdukları PKK’yı Suriye'de yine bizzat donattıkları YPG’ye dönüştürerek ortağı İŞİD ile göstermelik çatışmalara sokmak suretiyle kahramanlaştırdı ve akabinde de bu örgütü Türkiye'ye karşı kullanılışlı aparat yaptı Obama.

Ortadoğu'da ise durum yine Obama politikalarına uygun yürüyordu. Başkanlığının ikinci yılında iç savaş başlattıkları Suriye'de bütün planlarını Türkiye'nin kaybı üzerine kurdu. İŞİD’i de, YPG’yi de hatta kimi aşırı Suriye’deki rejim muhalifi grupları da ABD sevk ve idare etti.

Demokrat, özgürlükçü(!) Obama FETÖ’nün darbeye teşebbüsünde de ABD Başkanı idi. Süreci gayet iyi biliyordu hatta bu ihanete onay veren de kendisiydi. Anlayacağınız onun döneminde darbe özgürlüğü(!) kutsanacak boyutlara vardı. Ki Mısır’da bir gecede 3500 insanı öldürülerek darbe gerçekleştiren Sisi’ye desteğini esirgemedi Afrika kökenli Barack Hussein Obama ve ABD’si.

İşin bizi daha yakından ilgilendiren boyutu, ABD’nin Obama’sının desteklediği darbecilere karşı Türkiye karşı durdu. Hayır, sadece bir Müslüman ülke olduğu için ya da İhvan’a karşı yapıldığı için darbecilere mesafe koymadı Erdoğanlı Türkiye. Venezuella’da hatta Trump’ın seçimleri kaybettiği süreçte ABD’de yükselen darbe seslerine de karşı durdu Erdoğan.

Mısır askeri darbesi Türkiye-Mısır ilişkilerini donma noktasına taşımıştı. 2013-2022 yılları arasında geçen 10 yıl boyunca diplomatik hiçbir ilişkinin yaşanmaması işi iki ülke başkanlarının resmi toplantılarda aynı karede yer almamasına kadar varmıştı.

İki ülke de kaybediyordu ve bu da iki ülkenin düşmanlarının işine geliyordu.

Uluslararası ilişkilerde ebedi düşmanlık üzerine kurulu bir doktrin, bir teori yoktur, olamaz da. Devletler çok rahat bir şekilde dün düşman oldukları ülke ile şartlar gereği düşmanlıklarını sona erdirebilir ya da erteleyebilirler. Bu gerçek neden Türkiye için de geçerli olmasın?

Bu uzun girişi geçtiğimiz Pazar günü Katar’da düzenlenmekte olan Dünya Kupası açılış törenlerine katılan Türkiye Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan ile Mısır Cumhurbaşkanı A. Fettah Sisi’nin Stadyumda el sıkışmalarına dair yaptım.

Erdoğan-Sisi buluşması elbette plansız değildi. Zaten uzun zamandır iki ülkenin istihbaratı ve diplomatları görüşüyordu. Görüşmelerde alınan mesafe olumlu olmalıdır ki iki ülkenin başkanlarının buluşmalarına ihtiyaç duyuldu.

Bu köşeyi takip edenler bilirler ki ilk günden beri darbeci Sisi ile ilgili en sert yazıları yazanlardan biriyim. İki liderin el sıkışmaları darbeye ve darbecilerin başı Sisi’ye karşı zerre kadar soğumuş değilim. Ancak;

Devletler bir yazar gibi, bir hoca gibi, bir manav gibi değil, devlete yaraşır tavır geliştirir. Bu açıdan baktığımızda Doğu Akdeniz ve Libya başta olmak üzere pek çok alanda Mısır ile karşılıklı olarak birbirimize muhtacız. İki ülke de on yıl süren küskünlüğün bedelini çok fazla ödedi. Bundan fazlası her yönüyle yanlıştır. Yarın Suriye ve Esed ile de benzer bir gelişme yaşanabilir hatta yaşanmalıdır da.

Kabul edelim ki dünyanın gidişatına biz tek başımıza yön veremeyiz. Her ülkenin bir yere kadar gücü vardır, fazlasına başvurulursa bunun daha ağır bedelleri olur. Dünya şahittir ki Türkiye Mısırlılara sahip çıktığı kadar Mısırlılar birbirlerine sahip çıkmadılar. Ama Mısır halkı Sisi’yi sindiriyorsa kusura bakmasınlar Türkiye örgüt değil, dernek ya da vakıf hiç değil ve elbette iktidarın ülkesinin uluslararası ölçekte ya da içerde yaşanacak kayıplarını göz önünde bulundurmak gibi bir yükümlülüğü vardır.

Bilmeyenler de bilsinler ki dünyada ahlak ve erdeme dayalı yani değer merkezli bir dış politika ne olmuştur ne de olacaktır. Maalesef…