Dolar (USD)
32.37
Euro (EUR)
34.70
Gram Altın
2397.91
BIST 100
10164.05
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

22 Haziran 2023

​Sistem sorunsalı

“Toplanın, sizi öldüreceğim!” Yahut sorunun farklı şeklini soralım; “Size demokrasi getireceğim!” Birbirine ne kadar zıt iki soru gibi görünüyor. Teoride doğru, fakat eylemde yanlış bir cevap olurdu, bu zıtlık. Sanırım dünyanın içine düşürüldüğü handikaplardan birisi ile karşı karşıyayız. Bizim yaşamımız için mücadele ettiğini söyleyenler, aslında bizi öldürerek yaşamlarını idame ettiriyor. İnsanı tehdit olarak görüp, insanlık için insanı idam ediyor.

Evvela, kendi kurdukları bataklığa bizi düşürüp, sonra da oradan kurtaracaklarını iddia ediyorlar, biz de bunu yiyoruz ve onları ellerimiz patlayana kadar alkışlıyoruz.

Asıl maksatlarını açık yüreklilikle söylemiş olsalardı ve “Size, ölüm ve zulüm getireceğiz!” deselerdi, hiçbirimiz inanmazdık, bunu çok iyi biliyorlar ve aklımızla dalga geçerek, bizim için yaşadıklarını iddia ediyorlar. Bunu da süslü ve içi boşaltılmış kavramlarla yapıyorlar ve aklımızı bulandırıyorlar. Bize de onlara tav olmak, aslında av olmak kalıyor. Bir de takım elbiseli ve şık giyimli olunca, ikna kabiliyetleri daha yüksek oluyor. Ben, onların bütününün adına “sistem” diyorum. Dünyayı avucunun içine almış ve istediği gibi yönetiyor. Bir avuç kadar olan dünya, sığıyor şimdi sistemin avucuna…

Bazen, özgüvenimize sığınıp, kalan tüm gücümüzü toplayarak şikâyet hakkımızı kullanmak istediğimizde şikâyet etmenin en doğal hakkımız olduğunu vurgulayarak tepkilerimizi geçiştirmeyi başarıyor. Sisteme, sitemlerimizi ilettiğimiz zaman ziyadesiyle memnun oluyor, akan gözyaşlarımız ile kahkahasını süslüyor, dökülen kanlarımıza kadeh tokuşturuyor ve biz öldükçe o, daha çok var oluyor.

Teknoloji, sistemin en etkili silahı olarak namlusunu bize doğrultmuş halde karşımızda duruyor. Teknolojinin varlığı, yaşamın doğallığını o kadar yerle yeksan etti ki, adına yapay zekâ dediği kurgular neticesinde kalp açmazından sıyrılıp, zekâ abidesi anıtlar önünde kendimizi secde ederken bulduk. Sonra da bir ebeveyn olarak çocuklarımız için “Zeki, ama çalışmıyor!” dediğimiz sözünü aslında kendimiz için söylediğimizin farkına dahi varamaz olduk. “Zekiyim ve düşünmeye ihtiyacım yok! Birileri nasılsa benim için düşünüyor.”

Gerekliliklerin zorunluluğunu yitirdiğimizden beri zekilik bir yana, delisi olduk dünyanın. “Üç kuruş etmez!” dediğimiz dünya için, bir ömrün çalışıp, yorgunluğumuzdan şikâyet ederken, sistemin demokratik köleleri olduğumuzu görmezden gelerek seçme ve seçilme özgürlüğümüz olduğunu budala halimize kabullendirdik. Sistem ise sözüm ona insanlık için, insanı kurban etmeyi zorunlu hale getirdi ve ayinlerinde her gün bir parçamızı koparıyor. Demokratik haklarımızın gaspını Byung-Chul Han, Enfokrasi (Dijitalleşme ve Demokrasinin Krizi) kitabında daha detaylı ele alıyor. Okumanızı tavsiye ederim.

Eskiden Tanrı’dan rol çalma derdinde olan sistem, şimdi artık kendini Tanrı yerine koymaya başladı. Yarın da tüm dünyayı Tanrısızlaştırarak Tanrılığını ilan edecek. Biz ise hala birbirimizi sistem ayinlerinde kurban etmeye devam ediyoruz.

İlkeyi, ahlakı, adaleti ve değerli olanı yük olarak gören sistem, fazlalıklarını atarak yüksekliğini koruma gayretinde iken, irtifa kaybettiği zaman öleceğimize bizi inandırarak, onun yüksekte kalması için bize fazlalık olarak gösterilen değerlerden kendimizi kurtarma yarışına girdik.

Roger Garaudy, Entegrizm kitabında bu durumumuzu ziyadesiyle özetliyor. Kültürel değişim, eskiye sünger çekip, adına yenilik yahut modernizm denilen gelişme maskesi altındaki yozlaşma ile bizi özümüzden kopardı ve sistemin yeni yasalarına kucak açmaya başladık. Sonuç olarak da toplumsal dejenere ile çeşitli sapkın görüş ve eylemlerin odak noktası haline gelmeye başladık. Daha önce bu milletin kodlarında olmayan sapkın fikirler şimdi bütün hücrelerimize yayıldı.

Hakikati savunmaya başlamakla, başladık kaybetmeye… Hakikatin savunmaya ve ispata ihtiyacı olmadığını unutuşumuz, savunma psikolojileri arasında depresyonel bir hal aldı. Sistem de bütün operasyonlarına psikolojimizi bozarak başladı.

Önce vicdan köreltildi. Sonrası ise çorap söküğü gibi geldi. Sızlayan bir varlığın yokluğunu kimse hissetmedi. Samimiyetten uzaklaşınca inandıklarımız yerine uydurduklarımızı insanlara yutturmaya çalıştık. İnsan için yaşamak erdemini yitirince insana rağmen yaşamak boy gösterdi hayatımızda.

Sonra da bu aciz halimize fetvalar aramaya yoluna koyulduk. Fetva arayan, kalbine baksın. Kalbin onaylamadığını, yaşam da kabul etmez. Ancak kalbimizden o kadar uzağa düştük ki, ona sormak için, evvela onu bulmamız gerekiyor. Kalbimiz kayıp bir halde yaşıyoruz.

Biz, birbirimizle muhabbeti kestiğimizden beri, muhabbet tellalı maskesiyle sokakları dolduranların felaket zebanileri olduklarını fark edemiyoruz. Sonra da Birleşmiş Milletler Maskesi altında ülkeleri bölen sistemden medet ummak en hafif tabirle aymazlığımız oluyor. Daha ne kadar körleşebiliriz? Hepimizi uyandırmaya tek bir uyanık yeter mi?

Nihayetinde uyanmak, hakikate ve Elçiye uymak için “Şehrin öbür ucundan koşarak gelen bir adam” bekliyoruz. Vesselam.