Dolar (USD)
32.28
Euro (EUR)
34.96
Gram Altın
2462.66
BIST 100
10181.63
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

26 Aralık 2020

Siyasette Bel Altı Mevzular

İnsanoğlu bu dünyaya imtihan için geldi.

Aksine inananlar olduğu gibi bu fikre sıkı sıkıya bağlı olanlar da var.

Ama kişi hangi düşünceyi benimserse benimsesin hepimiz neticede kuluz. Nefisle yaratıldık.

Birbirimizin açıklarını örtmek zorundayız.

Yoksa sürekli birbirinin açıklarını kollayan bir topluma dönüşürüz.

Böyle bir toplumda sağlıklı bir yaşam sürülmesi ise asla mümkün olmaz.

Açık örtmekten kastım tabii ki de suçları gizlemek değil.

Aksine suç unsuru taşıyan her işin kanunun önüne çıkması için tüm gücümüzle mücadele vermeliyiz.

Zira hakkın yerini bulması hem kulluk hem de vatandaşlık görevimiz.

Hepimizin adalete ihtiyacı var.

Devletin dini adalettir.

Topluma hizmet için kurulan devlet mekanizmasının adaletten bir an olsun ayrılmaması gerekir.

Ama özel hayatların siyasete konu edilmesini doğru bulmuyorum.

Herkes yaptığı ahlâksızlığın bedelini gerek yakın çevresine gerek topluma karşı ödeyecektir.

Ahiret kısmı zaten kendisini bağlar.

Siyaset ise toplumun sorunlarını çözmek için devlet mekanizmasının yönetimini konu alır.

Bu denklemi farklı kurarsak içinden çıkılmaz bir döngüye gireriz.

Birbirimize bunu yapmayalım.


Avrupa’nın Sakat Yaklaşımı


Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Avrupa Konseyi’ne bağlı bir kurum olarak Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS)’ndeki maddelerin üye ülkelerdeki uygulamalarını denetliyor.

İç hukuk yolları tüketildikten sonra ancak başvurulabilen AİHM’nin bir üyesi de Türkiye.

AİHM çoğunlukla içtihat hukukuyla gelişen bir mevzuata sahip.

Kararların büyük çoğunluğu davaların konusuna ve konjonktüre bağlı olarak ortaya çıkıyor.

Bu da birden çok ülkenin bir arada kalmasını sağlayacak bir esneklik sağlıyor.

Ama nedense Türkiye’ye karşı alınan kararların bazılarında bu durum tam olarak işletilemiyor.

AİHM’nin Demirtaş kararı bunlardan biri mi değil mi konusu hukukçuların tartışma alanı muhakkak.

Ben ondan ziyade Avrupa’nın Türkiye yaklaşımının bazı durumlarda Avrupacı rasyonel duruşun dışına çıktığına dikkat çekmek istiyorum.

Avrupa fikrinin şu anki lideri Fransa ve Almanya...

Yalnız bu iki devlette de Türkiye’ye karşı ciddi bir ön yargı var.

Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un tutumu ortada.

Almanya Şansölyesi Angela Merkel ise biraz daha dengeli bir yerde durmaya çalışıyor.

Fakat Almaya Dışişleri Bakanı Heiko Maas’ın son açıklaması bu duruşun çok ötesinde gibi...

Can Dündar’ın Cumhuriyet Gazetesi’nde yayımladığı MİT Tırları fotoğrafları konusunda Türkiye’deki mahkeme Dündar’ın suçlu olduğuna dair karar verdi.

İletişim Başkanı Fahrettin Altun, kararı dayanak göstererek Can Dündar’ın iadesini talep eden bir açıklama yaptı.

Maas, “Gazetecilik suç değildir, aksine toplum için vazgeçilmez bir hizmettir, özellikle de eleştirel ve araştırmacı şekilde hükûmet edenlerin yaptıklarını büyüteç altına alıyorsa” diye cevap verdi.

Evet gazetecilik suç değildir. Bu ifadeye ben de katılıyorum.

Neyin gazetecilik neyin ise ulusal güvenliği tehdit ettiği konusunda ise AİHS’nin ifade özgürlüğünün geçtiği 10.maddesi açıklayıcı olacak sanırım.

Şöyle diyor ilgili madde;

“Görev ve sorumluluklar da yükleyen bu özgürlüklerin kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir.”

AİHM’de bu maddeye ilişkin alınmış kararlar var.

Türkiye’nin haklılığını tescil eden bu kararlara rağmen Avrupa Birliği’nin fikrî ve fiilî lokomotifi olan Almanya’nın bu tavrı Türkiye’ye karşı girişilen haksız tutumun en açık göstergesi.

Fotoğrafların yayımlanmasının uluslararası suç olduğu Cumhuriyet Gazetesi avukatları tarafından Can Dündar’a açıkça beyan edilmesine rağmen Dündar’ın bu girişimden vazgeçmemiş olması ise ayrıca sorgulanması gereken kısım.