Siyasette Bel Altı Mevzular
Aksine
inananlar olduğu gibi bu fikre sıkı sıkıya bağlı olanlar da var.
Ama kişi hangi
düşünceyi benimserse benimsesin hepimiz neticede kuluz. Nefisle yaratıldık.
Birbirimizin
açıklarını örtmek zorundayız.
Yoksa
sürekli birbirinin açıklarını kollayan bir topluma dönüşürüz.
Böyle bir
toplumda sağlıklı bir yaşam sürülmesi ise asla mümkün olmaz.
Açık
örtmekten kastım tabii ki de suçları gizlemek değil.
Aksine suç
unsuru taşıyan her işin kanunun önüne çıkması için tüm gücümüzle mücadele vermeliyiz.
Zira hakkın
yerini bulması hem kulluk hem de vatandaşlık görevimiz.
Hepimizin adalete
ihtiyacı var.
Devletin
dini adalettir.
Topluma
hizmet için kurulan devlet mekanizmasının adaletten bir an olsun ayrılmaması
gerekir.
Ama özel
hayatların siyasete konu edilmesini doğru bulmuyorum.
Herkes
yaptığı ahlâksızlığın bedelini gerek yakın çevresine gerek topluma karşı
ödeyecektir.
Ahiret kısmı
zaten kendisini bağlar.
Siyaset ise
toplumun sorunlarını çözmek için devlet mekanizmasının yönetimini konu alır.
Bu denklemi
farklı kurarsak içinden çıkılmaz bir döngüye gireriz.
Birbirimize
bunu yapmayalım.
Avrupa’nın Sakat Yaklaşımı
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
(AİHM), Avrupa
Konseyi’ne bağlı bir kurum olarak Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS)’ndeki maddelerin üye ülkelerdeki
uygulamalarını denetliyor.
İç hukuk
yolları tüketildikten sonra ancak başvurulabilen AİHM’nin bir üyesi de Türkiye.
AİHM
çoğunlukla içtihat hukukuyla gelişen bir mevzuata sahip.
Kararların
büyük çoğunluğu davaların konusuna ve konjonktüre bağlı olarak ortaya çıkıyor.
Bu da birden
çok ülkenin bir arada kalmasını sağlayacak bir esneklik sağlıyor.
Ama nedense
Türkiye’ye karşı alınan kararların bazılarında bu durum tam olarak
işletilemiyor.
AİHM’nin Demirtaş kararı bunlardan biri mi değil
mi konusu hukukçuların tartışma alanı muhakkak.
Ben ondan
ziyade Avrupa’nın Türkiye yaklaşımının bazı durumlarda Avrupacı rasyonel
duruşun dışına çıktığına dikkat çekmek istiyorum.
Avrupa
fikrinin şu anki lideri Fransa ve Almanya...
Yalnız bu
iki devlette de Türkiye’ye karşı ciddi bir ön yargı var.
Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un tutumu ortada.
Almanya Şansölyesi Angela Merkel ise biraz daha dengeli bir yerde
durmaya çalışıyor.
Fakat Almaya Dışişleri Bakanı Heiko Maas’ın
son açıklaması bu duruşun çok ötesinde gibi...
Can Dündar’ın Cumhuriyet Gazetesi’nde yayımladığı MİT Tırları fotoğrafları konusunda Türkiye’deki mahkeme Dündar’ın
suçlu olduğuna dair karar verdi.
İletişim Başkanı Fahrettin Altun, kararı dayanak göstererek Can
Dündar’ın iadesini talep eden bir açıklama yaptı.
Maas, “Gazetecilik
suç değildir, aksine toplum için vazgeçilmez bir hizmettir, özellikle de eleştirel
ve araştırmacı şekilde hükûmet edenlerin yaptıklarını büyüteç altına alıyorsa”
diye cevap verdi.
Evet
gazetecilik suç değildir. Bu ifadeye ben de katılıyorum.
Neyin
gazetecilik neyin ise ulusal güvenliği tehdit ettiği konusunda ise AİHS’nin
ifade özgürlüğünün geçtiği 10.maddesi açıklayıcı olacak sanırım.
Şöyle diyor
ilgili madde;
“Görev ve sorumluluklar da yükleyen
bu özgürlüklerin kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplumda
ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu
düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın,
başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının
önlenmesi veya yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması
için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara
tabi tutulabilir.”
AİHM’de bu
maddeye ilişkin alınmış kararlar var.
Türkiye’nin
haklılığını tescil eden bu kararlara rağmen Avrupa Birliği’nin fikrî ve fiilî lokomotifi olan Almanya’nın bu
tavrı Türkiye’ye karşı girişilen haksız tutumun en açık göstergesi.
Fotoğrafların yayımlanmasının uluslararası suç olduğu Cumhuriyet Gazetesi avukatları tarafından Can Dündar’a açıkça beyan edilmesine rağmen Dündar’ın bu girişimden vazgeçmemiş olması ise ayrıca sorgulanması gereken kısım.