Dolar (USD)
32.24
Euro (EUR)
35.04
Gram Altın
2502.29
BIST 100
10643.58
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

19 Nisan 2020

Sokak yasak, tefekkür serbest!

Bugünün Muhafaza-KÂR elitlerinin “saldırılar” karşısındaki “yaygın” umursamazlıklarını gördükçe…

“Maziye bir bakıver, neler neler bıraktık” diyoruz, tarifsiz hüzünle.

Yıl 1989.

‘Kemalist Basın’dan ‘İslâmî Basın’a geçmeye karar vermişiz; “Mademki kötü şeyleri bıraktık ve namaza başladık; mesleğimizi de bu yeni hâlimize uygun bir format atmak gerekiyor.” düşüncesiyle…

O vakitler çok küçük bir azınlığı temsil eden “İslâmî Basın”a yeni bir mevkutenin katılacağını öğrendik:

Haftalık Cuma Dergisi.

Gittik, Muhterem Mustafa Karahasanoğlu ile tanıştık ve hemen o gün, Dergi’nin ilk habercisi olarak başladık.

Çok zorlu yıllardı, imkânlar çok sınırlıydı, öyle ki, 36 karelik bir film makarasını kestire kestire kullanırdık.

Mümkün olduğunca az “film yakmak” için her çektiğimizin isabetli olmasına itina ederdik.

Arabamız yoktu, çok mecbur kalmadıkça taksi tutmazdık.

Anlatması uzun…

Liste de öyle;

Mustafa, Nuri, Ali Karahasanoğlu Kardeşler, Hasan Aksay Ağabey, Rahmetli Hasan Karakaya Ağabey, Hasan Hüseyin Maden, Yalçın Turgut, Ülkü Kumral, Atilla Özdür Ağabeyler; Mehmet Kışlacık, Kadir Subaşı kardeşlerimiz…

Ve niceleri, isimlerini yazmadıklarım lütfen affetsinler…

O yıllarda Allah’ın izniyle yaptıklarımız önemliydi ama esas “marifet” okuyucu kitlemizdeydi.

O vakitler geçim sıkıntısının en amansızını yaşayan nice okuyucumuz, boğazdan keserek dergimize abone olurdu.

Bir haftayı zor beklediklerini söylerlerdi; “Bu düzenin değişmesi için yazdıklarımızı” okumak için.

Sonra sonra…

Tirajımız epeyce arttı, “günlük gazete” talepleri göklere yükseldi ve şükür o da gerçekleşti. “Vakit” Gazetesi de özellikle 28 Şubat sürecinde “milletin umudu” oldu ve “darbecilere direnişin kalesi”.

O günlerde bizi “tazminat”larla boğmak isterlerdi ve okuyucularımız gazetenin merkezine kadar gelip, “babalarından kalan” arsaların, evlerin tapularını uzatırlardı önümüze; “Satın da ayakta kalın!” diyerek.

Sağ olsun Mustafa Ağabey bunların tek kuruşuna el sürmedi, her teklifi teşekkürle geri çevirdi, “Kimseye bedel ödetmeyiz!” diyerek.

Sonra sonra…

Ne sahneler gördük… “Özgürlük İçin Elele” eylemine, bütün akademik unvanlarının ellerinden alınması, koca profesörken bir anda “işsiz kalma” durumuna düşülmesi pahasına katılanlar oldu.

Ne bedeller ödendi, ne bedeller…

O günlerde bambaşka bir hava vardı.

“Dâvâ Adamı” olarak görülen aydınların konuşmalarını izlemeye can atanlar salonlara sığmazdı, her gittikleri ilde heyecan fırtınası estirirlerdi.

Vatandaş için “aileden” biriyle onlar, aile büyükleri…

Zaman içinde “çok kanallı” ortam geldi…

Unutulur mu;

ekranlardaki tartışma programlarına katılan “bizimkiler”e milyonlarca vatan evlâdı dua ederdi; “Kalplerden dillere kuvvet ulaşsın” diye.

Ve yıllar yıllar geçti…

“İslâmî Kesim”in o günlerde büyük maddi sıkıntılar içinde yaşayan evlâtlarından bazıları “hâyâl bile edemeyecekleri” imkânlara kavuştular…

Başörtüsü serbest oldu, kamu kurumlarında bile…

Sonra sonra…

Baktık, bir şeyler arttığı nispette bir şeyler azaldı.

Gayret azaldı, cehd azaldı.

Geçtiğimiz günlerde Külliye’nin bilinen isimlerinden biriyle konuşuyorduk.

Dedi ki, “Sizin genç muhabirliğiniz dönemini hatırlarım, ‘ o zihniyetin’ üzerine üzerine gider, sorularınızla kameralar önünde yerin dibine sokardınız. Şimdi, Çarkçıbaşı denilen şahsa sıkıştırıcı soru soran yok!”

Şimdi…

Bir “virüs afeti” geldi, bugün bizim buralarda sokağa çıkma yasağı var; dışarısı yasak, evde bol bol düşünmek serbest.

Neyi niçin yapmıştık, ne yapmak istemiştik, bugün hangi noktadayız, ölçülerimiz ne halde, nereye varmak istiyoruz?

“Ancak senden yardım dileriz!” ruhunun neresindeyiz?..

“Te’villerimiz” nerelere kadar uzandı, niçin uzandı?..

28 Şubat sürecinde “toplu atan yürekler”, şimdilerde niçin parça parça?

Niçin en çok izlenenler “bizim” dediğimiz kanallar değil…

Üstelik, “bizim” dediğimiz kanallarda, o hint dizilerinin, hele hele “fena halde tahrip edici” ‘yerli’ dizilerin” ne işi var?..

Başka türlüsü olmuyor diye mi oluyor;

ne yetmiyor, para mı, pul mu, yürek mi?

Bunlar görülmez mi, görülür de “Ne yaparsın, düzen böyle” mi denir?..

Bu virüsün yol açtığı sıkıntı yavaş yavaş üzerimizden kalkacak gibi, İnşAllah öyle olacak…

Peki, bu süreci hangi “dersleri” çıkartmış olarak atlatacağız?

“Sezon açılsın da sahiller canlansın” mı derdimiz?..

Paranın kâğıttan veya kripto olanı mı?..

Bugün…

Sokağa çıkma yasağı var, ama düşünme yasağı yok.

Gelmişin geçmişin hesabını yapmanın tam vakti.

Ve…

Bu dünyanın ötesinden…

Her nakışta o mânâ: Öleceğiz ne çare!” mesajını gönderen...

Merhum Üstad’ın o hüzünlü sesine kulak vermenin.