Sosyal dokunun tamirinde yardımlaşma ve israfı önleme
Toplumumuzun sosyal dokusu içinde kişilerin eylemleri ve söylemlerinin ve hata yaşam biçimlerinin toplumsal kültüre etkisi olduğu apaçık ortadadır. Ancak, bunlar insanlığın gerekleri ile uyumlu olduğu kadar bireysel ve toplumsal fayda sağlar. Fayda, insanların ruhsal gelişimini sağlayacak esaslara bağlı olması ile başlar. Malını sevdiği halde akrabasına, yetimlere, yoksullara, yolda kalan gariplere, dilenenlere, borçlulara, fakirlere ve diğer ihtiyaç sahiplerine veren; eylemlerinde sorumluluklarına dikkat eden, bu bağlamda yardımlaşma ve dayanışma konusundaki sosyal sorumluklarına da dikkat eden, anlaşma yaptığında sözünde duran, sıkıntı, darlık, hastalık gibi zamanlarında sabredenlerin yaptığıdır, bireysel ve toplumsal “değer odaklı” olmak ve “fayda üretmek”. Bireysel ve toplumsal anlamda samimi ve dürüst olanlar işte bunlardır; gerçekten ilkeli olanlar da yine bunlardır. Bu kişilerin bir diğer özelliği de yiyip içerler ancak asla israf etmezler. Çünkü israf edenler sevilmez.
Meseleye yardımlaşma ve israfı önlemenin “birlikte”
yaşanması ve yaşatılması bağlamında baktığımızda medeniyetimizin önemli bir
sütununun yıkılmış olduğunu da görüyoruz. Tarihimiz, bu kültürün çok yüksek
örnekleri ile doludur. Ülkemizde çok önemli hayır kurumları, vakıflar,
dernekler gibi yardımlaşma kuruluşları olduğunu ve hatta kamu tarafının da bu
konuya dahil olduğunu, bunların da çok güzel işler yaptığını görüyoruz. O kadar
ki, sadece ülkemiz sınırları içinde değil, yurtdışında da kültür ve medeniyetimizin esaslarını ve eserlerini ihya ve inşa
ettiklerini görüyoruz.
Bazı batı toplumları yardımlaşma konusunu israfı
önleme, kaynakların tam kullanımı ile de birleştirmiş durumda. Peki bu
ülkelerde ve özellikle de yardımlaşmayı israfı önleme ile birleştirme
konusunda başarılı olmuş uygulamalarda şunları görüyoruz: Bazı yardımlaşma
kurumları, vakıflar kurulmuş, bu kapsamda ağırlıklı olarak gönüllülük esası ile çalışan bir ekip var işin içinde. Yapılan da
şu: İnsanlar ihtiyacı olmayan ve kullanılabilir durumda olan her türlü (ama her
türlü) eşyasını buralara bağışlıyor. Bu eşyalar şehirlerin merkezi veya
erişilebilir yerlerindeki Charity Shops denilen yardım kuruluşlarının, bir tür,
mağazalarında satılıyor. Geliri de ihtiyaç sahiplerine veya kurucu vakfın
kuruluş amacına göre dağıtılıyor. Çok değişik sosyal sorumluk alanlarında
hizmet etmek için kurulmuş vakıflar bu konularda da çalışıyor.
Bizde yardım toplama ve dağıtma kültürü yaygın olarak
var. Özellikle depremlerde gördük ki, necip milletimiz her türlü ihtiyaca
yetişme, yaraları sarma, dayanışma konusunda çok duyarlı. Ancak, bizde Charity Shops denilen yardım
kuruluşlarının satış mağazaları olmadığı gibi eşyaları buralarda satmak da yok.
Bundan çok daha önemlisi de şu; bizde eşya satın alma ve kullanma kültürü
kaynak israfı oluşturacak şekilde dizayn edilmiş. Charity sisteminin iyi
işlediği batı toplumlarında halk ihtiyacı olan eşyaları bu mağazalardan alıp
kullanıyor ve bu da hiç yadırganmıyor. İnsanlar ihtiyacı olan eşyalar için bu
kuruluşların mağazalarına da bakıyor varsa oradan çok da uygun fiyatlarla satın
alıyor ve kullanıyor, toplumsal kültür
olarak bu alış veriş şekli yadırganmıyor. Buralardan eşya alanlara olumsuz
gözle bakılmıyor. Bu yolla ülke içindeki her türlü eşya tam olarak kullanılıyor,
eskiyor, ekonomik ömrünü tam olarak tamamlıyor. Yani, israf kökünden
önlenmiş oluyor.
Bizde, kullanılmış eşyalar ile ilgili olgu ve algının
doğru yönetilmemesinden kaynaklı olarak, hep sıfır eşya alım satımı ağırlıkta.
Bunun sonucu olarak tüketim talebinin önü alabildiğince açılmış olarak işleyen bir
toplumsal kültür oluşmuş, buna bir de israfı
önleyici mekanizmalar eklenmediği için israf evimize kadar girmiş, toplumun her
yerini bir kanser gibi sarmış durumda. Toplum olarak, farkında bile olmadan
israf kültürünü içselleştirmişiz. Oysa israf eden sevilmez. Biz farkında bile
olmadan israfı tüketim alışkanlığının merkezine oturtmuşuz. Batıdaki
bazı toplumlar ise, kanaat, tasarruf ve özellikle de israf etmeme kültürünü tam
uyguluyorlar. Ürünleri, ekonomik ömrünü tam olarak tamamlayana kadar
kullanıyorlar. Ellerindekinin kıymetini biliyorlar ve onunla mutlu olmayı
öğreniyorlar.
Aslında bizim kültürümüzde var olan ancak yaşam
pratiğimizde kaybettiğimiz kanaat, israf
etmeme ve eldekinin kıymetini bilme kültürünün yeniden ihyası ve inşası
için bir proje çalışması yapılması lazım. Bu kapsamda, önce kullanılmış
eşyaların israf edilmesini önleyici, yeniden kullanılmasını sağlayıcı algının
yönetilmesi lazım. Eş zamanlı olarak da bu tür kuruluşlarda açık-şeffaf,
temiz-dürüst çalışacak profesyonel ve gönüllü ekiplerinin oluşturulması,
şehirlerde bu tür mağazalar açılarak bütün eşyaların iktisadi ömrünü
tamamlayana kadar kullanılmasını sağlayacak modelleme yapılması gerekiyor. Bunu
yaparsak bir bereket kapısını daha açmış oluruz.