Dolar (USD)
32.53
Euro (EUR)
34.69
Gram Altın
2445.56
BIST 100
9915.62
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

19 Şubat 2024

Su Medeniyeti'nin doğuşu

(1)

Geçtiğimiz günlerdeki yazımızda Fatih Camii ve medeniyet algımızdaki yerine değinmiştik.

Divan Şairi Nedim “Bu şehir-i İstanbul ki...” isimli şiirinde der ki, “Camilerinin her biri bir kûh-i tecellî, / Ebrû-yı melek anlara mihrâb-ı duâdır. // Mescidlerinin her biri bir lücce-i envâr, / Kandilleri mâh gibi lebrîz-i ziyâdır...” (Bu şehirde camilerin her biri, her yerden görünen dağlar gibidir, o camilerin de dua edilen yerleri, meleklerin kaşı gibidir. // Bu şehirdeki mescidlerin her biri nûr saçan birer okyanus, kandilleri ışık saçan ay gibidir.) El-Hak, doğrudur. Bu beldenin camileri, mescidleri olmasa İstanbul bu kadar güzel tasvir edilemezdi.

8 bin 500 yıllık geçmişe sahip olan İstanbul, gelişip büyüdükçe tarihî, mimarî, kültürel, ekonomik ve stratejik bir merkez olmasının yanında tarih boyunca zaman zaman susuzluk riskiyle karşılaşmış. Roma, Bizans ve Osmanlı İmparatorluğu’na başkentlik yapan İstanbul’da, Cumhuriyet döneminde de su sıkıntısını aşmak için proje üzerine proje geliştirilmiş.

Bugünden itibaren kadîm belde İstanbul’u “Su Medeniyeti” bağlamında değerlendirmeye gayret edip, çeşme ve sebîllerimizin gürül gürül akmayan sularından tadacağız!..

***

Şüphesiz biz insanı, karışım hâlindeki az bir sudan (meniden) yarattık ve onu imtihan edeceğiz. Bu sebeple onu işitir ve görür kıldık.” (İnsan Sûresi, 2) âyetinden de anlaşılacağı üzere hayat suyla başlar ve onunla devam eder. Su, bütün din ve kültürlerde kutsaldır. Canlı olan her şey sudan yaratılmıştır. Canlılar için en önemli nimet olan suyun kaynaklardan insanlığın hizmetine sunulması için inşa edilen mühendislik harikası anıtsal mimarî yapılar “Su Medeniyeti”nin bir parçası hâline gelmiştir.

Osmanlı Medeniyeti, dünyaya huzur ve adalet dağıtmanın yanında ayrıca inşa ettiği şaheserlerle âdeta imzasını atmış. Bu şâhaserlerin bir kısmı da hükmettiği coğrafyalara götürdüğü “Su Medeniyeti”dir. Bu medeniyetin izlerinin üzerinden asırlar geçmesine rağmen şarktan garba kadar bütün bölgelerde su yolları, su terazileri, su bentleri, su kemerleri, maksemler, şadırvanlar, çeşmeler, sebîller ve insanlara hizmet eden vakfiyeler hâlâ varlığını sürdürmektedir.

Sur içindeki İstanbul, fetihten önce su ihtiyacını su birikintilerinden oluşan sarnıçlarla karşılarken, fetih sonrası İstanbul’un dışından su kemerleri marifetiyle getirilen sulara ilavelerle birlikte sarnıçtan çeşmeye geçiş yaparak âdeta “Su Medeniyeti”nin zirvesine çıkmış. Yani bir anlamda “ölü su”dan “canlı su”ya diğer bir anlamıyla âb-ı hayata dönüştürmüş. Bugün bilim insanları “akan su”yun önemini değişik çalışmalarla ortaya koymaktadır.

Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethine kadar aktif olarak kullanılan sarnıçlar, Osmanlı İmparatorluğu dönemine gelindiğinde “durgun su”yun sağlık bakımından uygun olmaması nedeniyle âtıl hâle gelmiş veya başka amaçlar için kullanılmış.

OSMANLI, “SU MEDENİYETİ”Nİ SEBÎLLERDE SEMBOLLEŞTİRMİŞ

Her sokakta, her meydanda sebîl ve çeşmeler inşa ve ihya eden Osmanlı, “Su Medeniyeti”ni bu yapılarda sembolleştirmiş.

Türklerin hayırseverliğe ve temizliğe verdiği önem, su tesisleri, sanat ve mimarilerine de yansımış. İstanbul’un kalbi yarımadada neredeyse her adımda karşılaşılan çeşme ve sebîller, asırlarca sosyal dayanışma ruhunu yansıtmakla kalmayıp, “Su gibi azîz ol” terennümünün duaya dönüşmesine vesile olmuş.

Kapalıçarşı (iki şadırvan, bir sebîl, on altı çeşme), Feyzullah Efendi, Rehâbula Kadın, Rüstem Paşa, Hüsrev Kethüda, Divanyolu Mehmed, Çarşıkapı Mehmed Ağa, Mimar Sinan, Koca Sinan Paşa, Kuyucu Murad Paşa, Damat İbrahim Paşa, Ayasofya, Nuruosmaniye, Hamidiye, Muradiye, Yeni Camii, Sultanahmet Camii,Sâliha Sultan, Üçüncü Ahmed Çeşme ve Sebîlleri bunlara birkaç örnektir.

Sadece Türk mimarisine özgü olan sebîller, bir külliyenin içinde veya yapının yanında bağımsız olarak inşa ve ihya edilmiş. Osmanlı su mimarisinin zarif sanatsal eserleri sebîllerin önlerindeki pencerelerinden dışarıdaki halka haftanın bazı günlerinde rutin olarak “fî sebîli’llâh” (Allah yolunda, Allah rızası için) şerbet, bazı günlerinde su ikram edilirmiş.

İşte insanlığa hizmet için böyle ulvî miraslar bırakan ecdadın eserleri vandalizmin iç acıtan, yürek burkan yıkımlarına rağmen hâlâ ayakta kalmaya çalışıyor.

Bu eserlere yer vermeye kalksak sayfalar yetmez. Fakat biz M.Ö. 667 yılında Sarayburnu’nun olduğu bölgede Kral Megaralı Byzas tarafından kurulan “Byzantion” yani Augusta Antonina, yani Nova Roma, yani Konstantinopolis, yani 8 bin 500 yıllık kadîm bir geçmişe sahip olan inançların, kültürlerin, ticaretin, medeniyetlerin kalbi olan İstanbul’un su sarnıçları, çeşmeleri ve sebîlleri daha doğrusu “Su Medeniyeti” hakkında tadımlık bilgiler aktaracağız.

***

İSTANBUL’DA 4’Ü AÇIK, BİNLERCE SU SARNICI VARDI

Tatlı su kaynakları bakımından yetersiz olan “Byzantion”un bu ihtiyacının giderilmesi amacıyla 2. yüzyılda, Roma İmparatorluğu döneminde İmparator Hadrianus tarafından Belgrad Ormanları civarından şehre su taşıyan hat tasarlanmış. Fakat nüfusun artmasıyla birlikte baş gösteren su problemini çözmek için 4. yüzyılda, İmparator Valens döneminde, Trakya tarafındaki kaynaklardan şehir merkezine su taşıyan uzun bir isale hattı inşa edilmiş. Hat 373 yılında, İmparator I. Theodosius döneminde bugünkü Kırklareli yakınlarına kadar uzatılmış. Bu yolla kente iletilen suların depolanması için şehirde yer altındave yer üstündeolmak üzere iki tip sarnıç inşa edilmiş. Kente taşınan su, ihtiyaç üzerine yapılan irili ufaklı çok sayıda sarnıçta depolanmaya başlanmış. Bu süreçte sayıları binleri bulan irili ufaklı kapalı olanlardan farklı olarak açık hava sarnıçlarından ise sadece 4 tane inşa edilmiş.

Roma ve Bizans İmparatorlukları döneminde inşa edilen sarnıçlara kuşatmalar sırasında sular depo edilir, gerek içme suyu olarak gerekse çeşitli alanların sulanmasıyla birlikte farklı şekilde değerlendirilmek için kullanılırmış. Osmanlı Devleti ise içme suyu olarak kullanmasa bile bahçe sulama başta olmak üzere sarnıçlardan sürekli faydalanılmış.

Dört tarafı taş ve tuğlalardan yapılan duvarlarla çevrili devasa su hazneleri, depo işlevi görmelerinin yanı sıra suyun getirdikleriyle dolan zemin nedeniyle ziraat yapılan alanlar olarak da kullanılmış. Sadece sarnıç görevi görmeyen yapılar “çukurbostan” olarak da adlandırılmış. Tatlı su kaynakları bakımından yetersiz olan kentin su ihtiyacının depolanıp giderilmesi için inşa edilen açık ve kapalı devasa su hazneleri, Fatih ve Bakırköy’de tarihe tanıklığını sürdürüyor.

İstanbul’daki bu 4 sarnıçtan 3’ü [İmparator II. Theodosius döneminde yaptırıldığı tahmin edilen Aetios Sarnıcı (Karagümrük Stadı), Karagümrük’te; Bizans İmparatoru I. Leon döneminde General Aspar tarafından inşa ettirilen Aspar Sarnıcı (Yavuz Sultan Selim Sarnıcı), Yavuzselim’de; I. Anastasius tarafından inşa ettirilen Hagios Mokios Sarnıcı (Altımermer Çukurbostanı), Fındıkzade’de] yani Suriçi bölgesini kapsayan Fatih’te, diğeri ise [Bizans İmparatorluğu’nun altın çağı olan 5. ve 6. yüzyılda, Magnaura Sarayı ile çevresinin su ihtiyacını karşılamak için yaptırılan Osmaniye Veliefendi’deki Fildamı Sarnıcı (İşlevini kaybetmesinin ardından orduya ait fillerin barınma mekânı olan sarnıç, Osmanlı döneminde de bu işlevini devam ettirmiş.) ] sur dışındaki Bakırköy’de bulunuyor.

Üstünde tarım yapıldığı için “çukurbostan” olarak adlandırılan açık hava sarnıçları günümüzde sosyal, kültürel ve sanatsal etkinliklerin yanında sportif faaliyetlere ev sahipliği yapıyor.

*

TARİHÎ YARIMADA’DA BİNLERCE SU SARNICI VARDI

Bu bahsettiğimiz açık hava sarnıçlarının yanında bir de kadîm şehrin su ihtiyacını karşılayan kapalı sarnıçlar var. Kadîm geçmişe sahip İstanbul’da, Bizans döneminde 4. yüzyılda yapılmaya başlanan sarnıçlar, dönemin mimarî anlayışını yansıtmasının yanı sıra kentin tarihî dokusunda önemli yer tutuyor. Tarihî Yarımada’da, Roma ve Bizans dönemlerinde İstanbul’a hayat veren ve sayıları binlerle ifade edilen bu yeraltı sarnıçları zaman içerisinde işlevini kaybederek kaybolmaya yüz tutmuş. Yapılan çalışmalarla birlikte ancak 200 kadarının yeri tespit edilebilmiş.

*

Tarihî Yarımada’da yapılan inşaat temel kazılarında kimi zaman bu tür sarnıçlara rastlanmaktadır. Ancak bu yapılar, kayda geçseler dahi çoğunlukla müze ya da koruma kurulu arşivlerindeki ilgili parsel dosyalarında kalmakta ve akademik camiaya tanıtılamamaktadır. Temel kazıları sonucu ortaya çıkarılmış sarnıçların bir kısmına ait kalıntıların korunması suretiyle üzerlerine inşaat yapılmasına izin verilebilmektedir. Günümüzde pek çok apartman ve iş hanının bodrum katlarında bulunan bu kalıntılar yayınlara geçmemiş olduklarından, arşiv taraması yapılmadıkça tespit edilebilmeleri mümkün olmamaktadır.

Arkeolog ve mimarlık tarihçisi Dr. Kerim Altuğ tarafından 2012’de yayımlanan “Tarihi Yarımada’nın Bilinmeyen Bizans Dönemi Sarnıçları” isimli çalışmada ilginç bulgulara yer verilmiş. Çalışma kapsamında 158 sarnıç ve sarnıca dönüştürülmüş çeşitli altyapılar kataloglanarak mimarî özellikleri kent topografyasına katkıları açısından detaylı incelemeye tabi tutulmuştur. İncelenen yapılar arasında, hakkında yayına rastlanmayan dikkat çekici örnekler olan İstanbul Lisesi altındaki sarnıç, Vefa Kilise Camii’nin batısındaki sarnıç, Vefa Meydanı Sarnıcı, Sarnıçlı Han Sarnıcı, Vidinli Tevfik Paşa Caddesi Sarnıcı, Kirmasti Sarnıcı ve Fethiye Caddesi Sarnıcı olmak üzere Tarihî Yarımada’daki sarnıçlarla ilgili bilgilere yer verilmiş.

Bunlarla birlikte Tarihî Yarımada’da Bizans dönemine ait olduğu tespit edilen onlarca kapalı sarnıcın kalıntıları hakkında detay bilgilere yer verilmiş. Biz burada âdeta iğne ile kuyu kazılarak yapılan çalışmalarda ortaya çıkartılan “yitik hazine”lerin yer ve isimlerinden bahsedeceğiz.

YEREBATAN SARNICI, SINIRLARI AŞAN ŞÖHRETE SAHİP

Kapalı sarnıçların en etkileyicisi, en büyüğü ve şöhreti sınırları aşmış olan Yerebatan Sarnıcı (Bizans İmparatoru I. Justinianus tarafından 526-527 yılları arasında yaptırılan sarnıç), diğer adıyla Bazilika Sarnıcı’dır.

İçinde 224 sütun bulunan, 3 bin 584 metrekare büyüklüğündeki Bizans döneminin ikinci büyük sarnıcı Sultanahmet'teki Binbirdirek Sarnıcı (Burası diğer ziyarete açık sarnıçların aksine İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından değil, özel işletmece çalıştırılıyor. Sarnıçlara giriş ücreti 80 Türk Lirası’ndan başlayıp, değişkenlik gösteriyor);Piyer Loti Caddesi’nde bulunan, İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) tarafından restorasyonu yapılarak 2018 yılında açılan, II. Theodosius döneminde 408-450 yılları arasında yapıldığı tahmin edilen, zeminden tavana yüksekliği 11 metreyi bulan, içinde 45 adet yelken tonoz ve 32 adet sütun yer alan, 360 derece projection mapping sistemiyle ışık gösterilerine sahne olan, Ayasofya'dan 100 yıl daha eski, bin 600 yıllık Şerefiye Sarnıcı; Milattan Sonra 5 ila 7. yüzyıllar arasında Bizans döneminde inşa edildiği düşünülen, 1913 yılında parkta yapılan kazılar ile yeniden keşfedilen, uzun bir dönem akvaryum olarak hizmet veren 7 metre yükseklikte, 17 metreye 12 metre genişlikte olan ve içinde 12 adet sütun bulunan Gülhane Parkı Sarnıcı (İBB tarafından yapılan restorasyon sonucu kültür ve sanat faaliyetlerinin yapıldığı sanat merkezine dönüştürüldü) gibi bir çok eser İstanbul’u ziyaret edenlerin görmeden gitmediği kadîm miraslar arasındaki yerini koruyor.

YERLERİ TESPİT EDİLMİŞ OLAN ZİYARETE KAPALI SARNIÇLAR

* Cankurtaran Mahallesi, Saraçhane Çıkmazı Sokak’ta 1971 yılında gerçekleştirilen inşaat temel kazısı esnasında ortaya çıkarılan Saraçhane Çıkmazı Sarnıcı,

* Binbirdirek Mahallesi, Divan Yolu Caddesi ile Işık Sokak kesişiminde gerçekleştirilen temel kazısında ortaya çıkarılan Işık Sokak Sarnıcı,

* Mercan Mahallesi, Fuat Paşa Caddesi ile Çökelek Sokak kesişiminde yer almakta olan binanın bodrum katının tamamı Erken Bizans Dönemi’ne ait Mercan Sarnıcı,

* Molla Fenari Mahallesi, Nuruosmaniye Caddesi üzerinde1980 yılında gerçekleştirilen temel kazısı ile kısmen ortaya çıkarılan Erken Bizans Dönemi Nuruosmaniye Küçük Sarnıcı,

* Hobyar Mahallesi, Cemal Nadir Sokak’ta yer alan İstanbul Lisesi yanında 1973 yılında inşa edilen yurt binasının temel kazısı sırasında ortaya çıkartılan Erken Bizans Dönemi İstanbul Lisesi Yurt Binası Sarnıcı,

* Hobyar Mahallesi, Hanımeli Sokak’ta 1988 yılında gerçekleştirilen inşaat temel kazısında ortaya çıkartılan ve 1078 yılında inşa edilen Botaneiates (Kalamanos) Sarayı’nın alt yapısı ile ilişkilendirilen Acımusluk Sokağı Sarnıcı’nın doğusunda yer alan Besler Han Sarnıcı,

* Süleymaniye Külliyesi’ne ait sıbyan mektebinin avlusundaki kuyudan girilebilen Orta Bizans Dönemi’ne ait olduğu düşünülen dikdörtgen planlı, iki sütunlu Süleymaniye Sıbyan Mektebi Sarnıcı,

* Hacı Kadın Mahallesi, İmaret Sabunhanesi Sokak 21 kapı numaralı parselde 1996 yılında gerçekleştirilen inşaat temel kazısı sırasında oldukça iyi korunmuş olarak ortaya çıkarılan ve birbirleri ile bağlantılı 3 adet beşik tonozlu mekândan meydana gelen İmaret Sabunhanesi Sokağı Sarnıcı,

* Mimar Kemalettin Mahallesi, Ordu Caddesi üzerinde 61 kapı numaralı parselde 1987 yılında gerçekleştirilen inşaat temel kazısında ortaya çıkarılan dikdörtgeni andıran formda ve bütünlüğü tamamıyla bozulmuş Ordu Caddesi Sarnıcı,

* Mimar Kemalettin Mahallesi, Haznedar Sokak’ta 1975 yılında gerçekleştirilen otel inşaatı temel kazısında, parselin kuzeydoğu köşesinde ortaya çıkarılan olan Erken Bizans Dönemi’ne ait dikdörtgen planlı Akgün Otel Sarnıcı,

* Balabanağa Mahallesi, Ahmet Şuayip Sokak’ta 1991 yılında yapılan temel kazısında, parselin kuzey bölümünde Erken Bizans Dönemi’ne ait duvarı kalıntısı ile hemen önünde 6. yüzyıla tarihlenen İonik impost tipte başlıklara sahip üç mermer sütun olarak ortaya çıkarılan “L” formundaki Adem İş Hanı Sarnıcı,

* Mimar Kemalettin Mahallesi, Yakupağa Fırını Sokak’ta 1995-1997 yılları arasında gerçekleştirilen kurtarma kazıları sonucu ortaya çıkarılan ve oldukça büyük ölçülerdeki yapılar grubuna sahip olan Star İş Merkezi Sarnıcı,

* Haydar Mahallesi, Bıçakçı Çeşme Sokak’ta 1992 yılında gerçekleştirilen inşaat temel kazısı esnasında tespit edilen Orta Bizans Dönemi’ne ait Bıçakçı Çeşmesi Sokak Sarnıç ve Ayazması,

* Haraççı Karamehmet Mahallesi, Üsküplü Caddesi üzerinde yer alan Horozoğlu İş Hanı’nın bodrum katında bulunan ve on basamaklı bir merdivenle inilen, küçük bir ön oda ile daha büyük boyutlu ikinci mekândan meydana gelen Üsküplü Caddesi Sarnıcı,

* 6. yüzyılda inşa edilen ve 9 ile 13. yüzyıllarda esaslı onarımlar gören, Bizans Dönemi’nin başlıca manastır kiliselerinden, bugünkü Kocamustafapaşa Camii (Sümbül Efendi Camii), Ayios Andreas Kilisesi’nin güneydoğu tarafında yer alan dikdörtgen planlı, mermer kuyu bilezikli iki adet su alma menfezi vasıtasıyla girilebilen Kocamustafapaşa Camii Sarnıcı,

* 12. yüzyılda inşa edilen Pantokrator Manastırı ile ilişkili beş adet sarnıç bulunmaktadır. Bunlar sırasıyla Zeyrek (Pantokrator) Sarnıcı, Şeyh Süleyman Mescidi’nin kuzeyindeki tuğlayla örülen ve çapraz tonozların olduğu ve 6 tane de Marmara mermerinden beyaz sütunlarla taşınan bir üst yapı sistemine sahip olan sarnıç, İbadethane Sokağı 1 , 2 ve 3 numaralı sarnıçlar olarak tanımlanmış İbadethane Sokağı Sarnıcı,

* Atik Mustafa Paşa Mahallesi, Dervişzâde Sokak’ta bulunan Anemas Kulesi’nin hemen doğusunda yer alan, Anemas Zindanları restorasyon çalışmaları esnasında gün ışığına çıkarılan dikdörtgen planlı Anemas Kulesi Sarnıcı ve bunlara ilave olarak son yıllarda yapılan çalışmalarda ortaya çıkarılan sarnıçlardan bahsedeceğiz.

Bunun son örnekleri Fatih Camii ve Külleyesi içinde bulunan Karadeniz Medresesi Sarnıcı, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde yürütülen yenileme çalışmaları sırasında bin yıllık Bizans Sarnıcı ve geçtiğimiz ay yeni keşfedildiği açıklanan Fethiye Camii’nin doğu cephesindeki Orta Bizans döneminde inşa edildiği düşünülen Fethiye Camii Sarnıcı’dır.

İSTANBUL’UN ALTINDA GİZEMLİ BİR DÜNYANIN İZLERİ VAR

KARADENİZ MEDRESESİ SARNICI

Havariyyun Kilisesi’nin üzerine inşa edilen Fatih Camii’nin temelinde bu kilise kalıntılarının bulunduğu, bununla birlikte İstanbul’un en büyük su sarnıçlarından olan ve 51 metre uzunluğunda, 35 metre genişliğinde olduğunu ve 43 sütunla ayakta duran Karadeniz Medresesi Sarnıcı, gizli kalmış tarihî hazinelerimizden birisi.

Bizans döneminde inşa edildiği düşünülen Karadeniz Medresesi Sarnıcı, Fatih Camii’nin Haliç tarafındaki bahçesinin alt kotunda yer alıyor. Geçmişte, bölgenin su ihtiyacını karşılamak için kullanılan sarnıcın üstünde medrese bulunuyor. Henüz tamamı keşfedilemeyen ve içinde yer yer botla gezilebilen sarnıcın turizme kazandırılması için çalışmalar sürüyor.

Kültür ve Turizm Bakanlığı Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından başlatılan restorasyon çalışmalarıyla sarnıcın üst kısmındaki Karadeniz Medresesi’ndeki çalışmalar devam ediyor. Bu çalışmaların tamamlanmasının ardından Karadeniz Medresesi Sarnıcı da restore edilerek turizme kazandırılmayı bekliyor.

*

CERRAHPAŞA SARNICI

İmparatorluklara başkentlik yapan İstanbul’un altından âdeta tarih fışkırıyor. Geçtiğimiz yılın sonunda Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nin bulunduğu mekânda yürütülen yenileme çalışmaları sırasında bin yıllık Bizans Sarnıcı’na rastlandı. 23 metre uzunluğunda, 7 buçuk metre genişliğindeki sarnıç, aralarında arkeolog, restoratör ve sanat tarihi uzmanlarının bulunduğu yaklaşık 70 kişilik bir ekip tarafından elle kazılarak ortaya çıkarıldı.

14 kubbeli sarnıç, Horasan Harcı olarak da bilinen Roma Harcı ile inşa edilmiş. Osmanlı dönemine kadar kullanılmış. 1980’lerde ise üzerine beton kanal yapılmış.

Sarnıç, alınan koruma kurulu kararı ile Cerrahpaşa kampüsü içinde başka bir yere taşınarak restore edilecek ve ziyarete açılacakmış.

*

FETHİYE CAMİİ SARNICI

Fatih ilçesinin Balat semtinde 13. yüzyılda yaptırılan ve 16. yüzyılda kiliseden camiye çevrilen Fethiye Camii ve çevresindeki restorasyon ve kazı çalışmaları 2018 yılından beri devam ediyor.

Arkeolog Murat Sav’ın aktardığı bilgilere göre, Bizans dönemindeki adı Pammakaristos Manastırı, 1590’ların başında Sultan 3. Murad’ın Revan Seferi’nde kazandığı başarı ve fetihlerin nişânesi olarak Fethiye ismiyle camiye dönüştürülen yapıda, restorasyon ve kazı çalışmaları Kültür ve Turizm Bakanlığı Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından yürütülüyor.

Kazılar kapsamındaki kot çalışmaları esnasında 1890’lı yıllarda krokisi çizilen sarnıcın yanı sıra farklı bir sarnıca daha rastlandı. Yapının doğu cephesinde yani apsisinin olduğu noktanın hemen önünde art arda 3 büyük kubbe, 14 sütun ve bin 100 metre büyüklüğünde çok farklı plana sahip bir sarnıç daha ortaya çıktı. Orta Bizans döneminde inşa edilmiş çeşitli su yollarının da yer aldığı kazı alanında küçük bir hamam ve arkeolojik buluntulara rastlandı.

Restorasyonu gerçekleştirilen Fethiye Camii’nde ise daha önceki onarımlar esnasında kullanılan çimento sıvalar kazınarak yapının özgün detayları ortaya çıkartıldı. Taşıyıcı ayaklar ve kemerler, kalem işleri, mermer minber ve mihrap camiye dönüştürüldüğü dönemin baş mimarı Dalgıç Ahmet Ağa tarafından ustalıkla işlenmiş olan Fethiye Camii’nde yapılan çalışmalar neticesinde, hem Osmanlı hem Bizans dönemindeki duvar özellikleri ve inşaat teknolojisi korunarak tekrar özgün görüntüsüne kavuşturuldu.

Restore edilen Fethiye Camii’nin önündeki kazı alanı bu yıl içerisinde arkeopark olarak hizmet vermeye başlayacak, caminin hemen yanındaki Hazreti İsa’nın vaftiz sahnesinin ve 12 havarisinin yer aldığı değerli mozaikleri içinde barındıran şapel ise müze olarak yeniden faaliyete geçirilecek.

Yarın devam edeceğiz, inşallah.